Yanan Bedenlerimizi Söndürecek Bir Kova Suyunuz Yok mu?
Mahallemizin en zenginin aldığı televizyonu izlemek için toplandığımızda Fransızca yayın yapan kanalların medeni dünyaya dair söyledikleri hala aklımdadır. İnsanın insana saygısı, eşitlik, demokrasi, insan hakları… Evet, evet insan hakları… Ve hayvan hakları. Tırmandığı ağaçta mahsur kalıp korkudan inemeyen mini bir kedi yavrusunu kurtarmak için adeta şova dönüşen o Batı seferberliği var ya… İtfaiyeler gelir, ambulans hazır bekletilir ve meraklı bakışlar arasında görevliler yavru kediyi kurtarırlardı…
Hayvanat bahçelerindeki hayvanlara ve yaralı kuşlara hizmet götüren Avrupa ve Fransa medeniyetini izler dururduk. Medeni dünyanın hayvan sevgisi… Batı dünyasının eriştiği seviye…
Her Nobel Barış ödülü verildiğinde Avrupa’nın barış ve huzuru tesis etmekte ne kadar da azimli olduğunu düşünürdük. Hata bizimdi…
Dedelerimizin bize yazdığı mektuplar ve varaklarda Fransızların ve Avrupalıların ülkemizi nasıl da tarumar ettiklerini, bir okyanus dolusu gözyaşını bizlere miras bıraktıklarını, bizleri suyu bitmek bilmeyen çeşmeler misali gözü yaşlı ve hüzünlü bir Müslüman halka dönüştürdüklerini okumalıydık. On yıllar boyu sömürülen halklar gerçekti… Zenginliklerimizin yağmalandığı hakikatti… İnancımıza göre kurduğumuz dünyamız ve içindeki her şeyin Rabbine bile isyan eden beyaz adamın saadeti ve refahı karşılığında yok edildiği ve harabeye çevrildiği gerçekti. Onların nehirlerimizi kan çağlayan feryad-ı figan nehirlerine, şehirlerimizi akbabaların uğrak yerine, mescitlerimizi korkudan gidilemeyen yerlere, kütüphanelerimizi ise cesetlerimizi yaktıkları yakıt hanelere çevirdikleri gerçekti. Ama onların bizim ve Müslüman olsun ya da olmasın kadim halkların kanlarını harç kemiklerini kerpiç yaparak inşa ettikleri bu imha medeniyetinin medeniyetin son zirvesi olduğu, tüm bu gerçeklerin gerçekliği ölçüsünde yalandı. Onların kedilere, köpeklere, kuşlara merhameti ve yardımı, insan hakları söylemleri, adalet çağrıları ve barış ödülleri koca bir yalandı… Ben Orta Afrika Cumhuriyetinde bir zamanlar televizyonda bu medeniyet şovlarını hayranlıkla izlediğim Fransa askerleri tarafından/gözetiminde katliama uğratılan Orta Afrikalı bir Müslümanım.
Bir kova suyunuz var mı?
Bir kova suyunuz var mı susuzluğumuzu giderecek? Bir İbni Haldun’unuz yok mu tarihimiz ve tarihinizi, beraberliğimizi, ortak kaderimizi size hatırlatacak. Hala Osmanlıyı hatırlayan dedelerimiz yüreklerindeki hasretle ebedi âleme göçeli çok olmadı. Bir anımız yok mu sizin bir parçanız olduğumuzu size anımsatacak? Orta Afrika Müslümanlarının çığlıklarının sesini duyacak bir işiten yok mu? Bir çift göz yok mu görecek mazlum bakışlarımızı? Mali’nin kuyuları hala ceset kokuyor ve barut kokusu henüz gitmedi caddelerinden. Yanan bedenlerimizin kokusunu alan kimse yok mu? Timbuktu… Afrika’nın incisi hala harabe. Şimdi sıra Orta Afrika’da. Bir çift sözünüz yok mu? Bir isyanınız? Bizi ve sizi, bizi, yani sizi, hikâyemizi, hikâyenizi, kaderimizi, kaderinizi bizim bir olduğumuzu, bizden sonra sırada sizin olduğunuzu anlatacak bir şiiriniz yok mu? Sessizce ümmetin elinden çekilip alınan Orta Afrika Cumhuriyeti’ne, Osman’lı Paşası Rabih Paşa’nın son kanına kadar savunduğu Bilad-ı Sudan’a sahip çıkacak hiç kimse yok mu? Bu acı kaybımıza ağıt yakacak yok mu? Bize de katliama uğrayan Filistinlilerin meşru müdafaalarında yaşamını yitiren İsrailli çocuklara baktığı gibi merhamet nazarıyla bakacak KİMSE YOK MU? Bir Selahaddin’iniz yok mu Kürdistan’dan çıkacak Kudüs’ü ve bizi kurtaracak? Bir Fatih’iniz yok mu şehirlerimizi özgürleştirecek? Bu zulme bir dur diyeniniz yok mu? Orta Afrika’da katledilen Müslüman bacılar için ordular çıkaracak cengâverleriniz yok mu?
Bir isyanınız, bir çift sözünüz, tepelerden bağıran ve zulmü haykıran bir yiğidiniz, İnsan Hakları kurumlarınız, Yardım vakıflarınız, kalem tutanlarınız, yazarlarınız, çizerleriniz yok mu?
Duyduk ki Türkiye üç yanı deniz ile kaplı bir memleket. Suyu bol. İnananı bol. Biliyoruz ümmetin tüm coğrafyaları acı ve kan içinde. Gücünüz sınırlı. Biliyoruz ümmetin çoğu âlimleri ve yöneticileri ihanet ve dalalet içinde. Biliyoruz ümmetin kendisini kurtarıcı olarak tanımladığı bireyler bile gaflet içinde. Biliyoruz.
Fransız televizyonunda minik yavru kediyi kurtarmak için seferber olan Fransızlar, en fazla Müslüman katleden kişilere ve Obama gibi katil ülkelerin katil devlet başkanlarına Nobel Barış Ödülü verenler, ülkemizde eskiden hiç yokken Fransız sömürüsüyle beraber gelen ve her fırsatta tanrının merhametinden bahseden misyonerler tarafından katliama uğruyoruz.
Ey Ümmet! Ey Ümmetimiz! Ey Kardeşlerimiz! Duyduk ki Türkiye üç yanı deniz ile kaplı bir memleket, suyu bol. Orta Afrika’da yanan kardeşlerinizin tutuşan bedenlerini söndürecek bir kova suyunuz yok mu?
YAZIYA YORUM KAT