"Yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı"
Gökhan Özcan, modern zamanlarda sevginin nasıl imkansız bir şey haline getirildiğini inceliyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Çekingen
İnsanların birbirine ulaşabilmesi için bazen birkaç kırık dökük kelime yetebiliyor. Ama kelimelerin ağızdan çıkabilmesi pek o kadar kolay değil... Nice insan, tanışıp, bilişip, kaynaşıp, içinin odalarına buyur etmek istediği birine, birilerine, bu meramını ve merakını ifade edecek o birkaç kelimeyi bir türlü söyleyemediği için erişemiyor. Nice insan, iki tarafı da mesrur edecek bir muhabbetin kapısından böyle dönüyor, fikrini orada bırakıp yoluna gidiyor. Bu kadar büyük bir imkan, bu kadar güzel bir ihtimal, neden hayata doğamadan öylece kuruyup gidiyor?
“Kendi kendime konuşmuyorum aslında ben” diye not düştü defterine, “başkalarına söyleyemediğim sözler bumerang gibi dönüp bana geri geliyor.”
İnsan, bir yere kalbiyle baktığında, bu bakışının kendisini korunaksız bırakacağını biliyor içten içe. Tedirginliği de muhtemel ki bundan... Ama olsun, değmez mi? Anlamak, anlaşılmak, kelimelerle deruni irtibatlar kurmak, bir başkasının gönlünde yaşayacak bir yer bulmak... Değmez mi böyle bir şey için bu kadarcık bir riske girmeye? Bizi dinleyecek, anlayacak, en yalınkat halini, en içten hissedişlerini, en insani arayışları bizimle paylaşacak birinden daha değerli bir arkadaş, dost, yar bulunabilir mi?
Ali Ayçil’in ‘Kovulmuşların Evi’ isimli kitabından ‘konuşamamak üzerine’ birkaç dokunaklı cümle: “Biliyor musunuz, benim hayatım hep insanların kıyısında durmakla geçti. Uzaktan seyrettim, bıkıp usanmadan gözlemledim onları, onlar hakkında kendilerinin bile bilmediği nice şey öğrendim. Bütün ayrıntıları kaydeden iri mercekli bir insanlık rasathanesine benziyorum ben. Ama bir gün bile çıkıp, şöyle cesaretle konuşamadım insanlarla”
En söylemek istediği şeyleri söylemekte, en çok halleşmek istediği kimselerle konuşmakta ne kadar zorlanıyor insan, ne kadar tutuluyor, çekingenleşiveriyor birden. Ne çok şey böyle söylenemeden, ne çok şey yaşanamadan kalıyor. İnsanlar bunun şişkinliğini yaşıyor uzun zaman, sonra sonra, artık bütün söyleme imkanları tamamen ortadan kalktığında bu şişkinlik, hava kaçıran bir balon gibi kendi içini boşaltarak koca bir boşluğa dönüşüyor. İçinde koca bir boşlukla yaşayan ne çok insan var. Söylenememiş sözlerin boşluğu, erişilememiş, mülaki olunamamış insanların boşluğu, yaşanamamış güzelliklerin boşluğu, giderilememiş heveslerin boşluğu, sevmeye çok hazırken gideceği yeri bulamamış kalplerin boşluğu... Bütün bu boşlukların en azından bir kısmının içini doldurabilseydik, kim bilir beraberce dallarına konabileceğimiz ne kadar çok muhabbetimiz olacaktı.
“Kuş olsun, insan olsun/ Yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı” diyor bir şiirinde Edip Cansever.
Nasıl olduysa oldu, sevmek dünyanın en zor şeyi haline geldi. Onca tehlikeli şey varken dünyada, insanlar en çok sevmekten korkar oldu. İçimizi sevgiyle açarsak, başkalarının aşılmaz duvarlarına çarparak tuz buz olan sevgilerimiz geri dönüp tenimize batar, canımızı acıtır, kalbimizi kanatır diye sımsıkı kapattık kendimizi içimize. Dünyanın en güzel şeyleri, insanların içinden çıkaramadıkları şeylere dönüştü. Dünya sevgiden hayat bulamaz, nasibini alamaz oldu.
HABERE YORUM KAT