Yalanınızı sevsinler: “Soruşturmanın asıl dayanağı Tuncay Güney’dir...”
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay, “Ergenekon eşittir Tuncay Güney” demiş, “Büyük Gazete” de “ağzına sağlık” imâlı bir hacimle CHP yöneticisinin sözlerini sayfalarına taşımış (18 ocak).
“Ergenekon fasa fisodur”cuların son günlerdeki en kullanışlı argümanını veciz bir biçimde bir kez daha dile getiren Okay, hızını alamayıp şunları da söylemiş: “Ergenekon muamması denilen olayı ortaya atan kişinin gerçek yüzünü tüm kamuoyu izlemiştir. ‘Ergenekon’ diye yoğun spekülasyon yapanların temel dayanaklarının ne olduğunu Türk halkı böylece görmüştür.”
Medeni memleketlerde propagandanın da bir ahlakı vardır... Propagandayı “yalan”ın eş anlamlısı diye algılayagelen politik kültürümüzün nokta-i nazarından kavranılması çok güç olsa da gerçek şudur: Oralarda propaganda gerçeğe dayandırılır. Nedeni basit: Yalan ortaya çıkarıldığında propaganda çöker, oysa hakikate dayalı bir propaganda sürgit etkili olur.
Ergenekon soruşturmasının “asıl dayanağı”nın Tuncay Güney olduğu, yalana dayalı bir propaganda taktiğidir. Bu propagandayı çökertebilmek için Ergenekon iddianamesinden birkaç paragraf aktarmak yeter de artar bile...
2001 ifadesi “delil” değil ki!
Sanıkların adları ve onlara isnat edilen suçlar sıralandıktan sonra, bütün iddianameler gibi Ergenekon iddianamesi de “deliller”le başlıyor. İşte, iddianamenin 38. sayfasında yer alan delillerin tümü:
“Örgütsel içerikli dokümanlar, arama yakalama ve elkoyma tutanakları, iletişim tespit tutanakları, şüphelilerin beyanları, tanık beyanları, gizli tanık beyanları, mağdur beyanları, bilirkişi raporları, Kriminal Polis Dairesi Başkanlığı’nın raporları, bomba irtibat raporları, digital veri inceleme raporları, Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı’nın yazıları, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yazıları, MİT Müsteşarlığı’nın gizli belgelere ilişkin yazıları, eylem evrakları ve tüm dosya kapsamı olup ayrıca her bir şüpheli için ilgili bölümde ayrıntılı belirtilmiştir.”
Deliler arasında “Tuncay Güney’in 2001’de Emniyet’te verdiği ifade” var mı? Yok.
Devam ediyoruz... Delillerden hemen sonra, yine 38. sayfada soruşturmanın nasıl ve nelere dayanarak başlatıldığı aynen şöyle anlatılıyor:
“Soruşturmaya 12 Haziran 2007 tarihinde kollukça alınan bir telefon ihbarı üzerine başlanılmış, ihbar değerlendirilerek İstanbul Ümraniye ilçesindeki bir evde 27 adet el bombası ele geçirilmiş, el bombaları ile ilgisi tespit edilen kişiler yakalanmıştır. Yakalanan kişilerden bazılarının başta Cumhuriyet Gazetesine atılan el bombaları ve Danıştay saldırısı olarak bilinen eylemler olmak üzere, daha önce meydana gelen bazı adli olay ve olay failleri ile de bağlantılarının kurulması üzerine soruşturma genişletilmiştir. Bu kapsamda iletişimin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınması, yeni bağlantıların tespit edilmesi ve bunlar üzerine yapılan yeni yakalama, arama işlemleri, aramalarda ele geçen doküman ve dijital verilerin incelenmesi, ilgili kişilerin ifade içerikleri, süreç içerisinde alınan ihbarlar, tanık ve gizli tanık ifadeleri üzerine elde edilen yeni deliller, ilgili kurumlar ile yapılan yazışmalar ve tüm bunların analizi ile devam ettirilmiştir. Soruşturmada, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün her yıl güncellenen terör örgütleri listesinde yer almayan, örgütlenme biçimi, amacı ve faaliyetleri açısından bilinen terör örgütlerinden önemli farklılıklar gösteren, daha önce bir ceza davasına konu olmamış Ergenekon isimli Terör Örgütüne ulaşılmıştır.”
Bakın, iddianamede henüz Tuncay Güney’den (yani soruşturmanın sözde “asıl dayanağı”ndan) bahis yok ama, savcılık, elindeki bulgularla “Ergenekon isimli terör örgütüne ulaşıldığını” öne sürebiliyor.
Ve iddianamenin 48. sayfası... Şunu lütfen daha büyük bir dikkatle okuyunuz:
“Konu ile alakalı olarak geçmişte herhangi bir soruşturma yapılıp yapılmadığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı ile sorulmuştur. İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürlüğü’nce verilen cevapta, başka bir suç sebebiyle 2001 yılında gözaltına alınan Tuncay GÜNEY isimli şahsın bilgisayarında yapılan incelemelerde dosyada suretleri bulunan Aralık-1999 tarihli ERGENEKON-LOBİ yazılı doküman ile, İSTANBUL 29 EKİM 1999 tarihli ERGENEKON ANALİZ YENİ YAPILANMA YÖNETİM VE GELİŞTİRME PROJESİ (ERGENEKON’un reorganizesi, yeniden yapılandırılması)...”
Görüldüğü gibi, Ergenekon soruşturmasının asıl dayanağı “Tuncay Güney” değil Ümraniye bombaları ile Cumhuriyet Gazetesi’ne ve Danıştay’a yapılan saldırıları izleyen soruşturmada elde edilen bulgulardır. Savcı, bunlarla belirli bir sonuca ulaşmış, ardından konuyu Emniyet’e sorunca da oradan Ergenekon örgütlenmesinin temel belgeleri gelmiştir.
“Ergenekon fasa fisodur”culara çok sevdikleri cümleyle cevap verip bitireyim: Sapla samanı bilerek birbirine karıştırıyorlar.
Duyan da diyecek ki iddianame, Tuncay Güney’in 2001’de verdiği, enformasyonla dezenformasyonu birlikte ihtiva eden ifadeyi delil olarak kullanıyor ve esas olarak ona dayanıyor. İddianamenin neresinde var böyle bir şey? Öyle olsaydı, orada suçladığı herkesin gözaltına alınması gerekmez miydi?
“Tuncay Güney çuvalları”nda ele geçirilen ve bugüne kadar onun tarafından yazıldığını kimsenin öne süremediği belgeler ayrı fasıl! Onlar belgedir ve delildir. Fakat bu belgelerin en temel iki tanesi (yukarıda zikredilmişti) sadece Tuncay Güney’de ele geçirilmiş de değildir. Ergenekon sanıklarının bir bölümünde de aynı belgeler bulunmuştur.
Açsın, okusunlar iddianameyi...
---------------------------------
Hrant’ın “Türklüğe hakaret” metnini o hâkimler şimdi bir daha okusa?
Dün itibariyle ölümünün üzerinden iki yıl geçti... Kardeşimiz Hrant Dink’in vurularak öldürüldüğünü öğrendiğim ânı ve Rakel Dink’in Hrant’ın nâşı önünde yaptığı konuşmayı hariç tutarak söylüyorum: Onu ölüme götüren sürecin başlangıcını, hakkında “Türklüğe hakaret”ten dava açılması olarak alırsak, bu süreç zarfında ben en yoğun duyguyu (duygumun mahiyetini açıklamayacağım) onu mahkûm eden mahkemenin kararını öğrendiğimde yaşadım.
Ermeni Diasporası’ndaki “Türk nefreti”ni Ermenilerin kanındaki “zehir” olarak tanımlayan ve onlara bu zehirden kurtulmalarını sâlık veren Hrant Dink, ne aklın ne vicdanın kabul edeceği bir biçimde “Türklüğe hakaret”ten mahkûm edilmişti. Karardan sonra kendisiyle yaptığım söyleşide, yazdıklarını satır satır okuyup, “Buradan nasıl böyle bir sonuç çıkarırlar, ben alnıma kazıdıkları bu kara lekeyi nasıl temizlerim, ben artık bu topraklarda yaşayamam” diye yakınmıştı gözleri sulanarak...
Ölümünü izleyen hafta, Nokta’da “O metinden o sonuç çıkar mı” sorusunun peşine düştük (çünkü Hrant’ın o mahkeme kararı nedeniyle bu ülkeye gözleri açık veda ettiğine inanıyorduk). Fakat sorumuzu hukukçulara değil dilcilere sorduk, çünkü karar bir metnin hukukî açıdan değil, dil açısından yorumundan ibaretti. Sonuç “elbette o metinden ‘Türklüğe hakaret’ çıkmaz, tam tersi çıkar” şeklinde tecelli etti. Aslında uzmanlık gerektiren bir soru da değildi: Basit Türkçe bilgisi yeterdi bu sonucu çıkarmak için.
Bilmiyorum, o mahkemenin üyelerinin vicdanları rahat mı şimdi? Keşke diyorum, bazı meslektaşlarımız kendilerine iş edinseler, alıp o metni o üyelere götürseler, birlikte okusalar ve onlara “son kararlarını” sorsalar... Hiç fena bir gazetecilik olmaz, diye düşünüyorum.
Ölümünün ikinci yılında Hrant’ın Arkadaşları olarak kaleme aldığımız çağrıyla bitiriyorum:
“Meslektaşımız Hrant Dink haince katledileli iki yıl oldu. Cinayetin tasarlanması, işlenmesi ve cinayet sonrası delillerin saklanması veya yok edilmesinde rolü olan tüm kişiler ve bunların devlet kurumları içinde yer alan bağlantı ve uzantıları yargı önüne çıkarılmadıkça, açılan dava bu derinlikte sonuçlandırılmadıkça, cinayet kamu vicdanını sızlatmaya devam edecek; Türkiye Cumhuriyeti Devleti de aklanmamış olacaktır. Davanın takipçisi olmayı sürdüreceğiz.”
TARAF
YAZIYA YORUM KAT