1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. ‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’
‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’

‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’

Ahmet Kerim Artuk kardeşimiz, M. Ertuğrul Düzdağ’ın ‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’ adlı eserini Haksöz-Haber okurları için özetledi.

21 Nisan 2020 Salı 16:02A+A-

AHMET KERİM ARTUK / HAKSÖZ-HABER

Türkiye Cumhuriyeti, siyasetten sosyal hayata, ekonomiden kültürel faaliyetlere kadar bireysel ve toplumsal hayatın her alanını kuşatan batıcı ve milliyetçi paradigmayı benimsemiş bir ulus-devlet olarak tarih sahnesine çıktı. Bir ümmet toplumu olan Osmanlı Devleti’nden ulus merkezli kurgulanmış Türkiye’ye geçiş tepeden inmeci bir tavırla gerçekleşmişse de ulus, kavmiyet, Türkçülük gibi kavramların etrafındaki tartışmalar daha öncesine dayanıyordu. 

Osmanlı Devleti’nin son dönemi, özellikle İkinci Meşrutiyet’i izleyen yıllar çeşitli fikir akımlarının aydınlar arasında hararetle tartışıldığı; Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık gibi cereyanların gündemde olduğu bir zemine sahipti. Söz konusu cereyanların mensupları, artık son dönemini yaşadığını iyiden iyiye hissettiren devletlerini kurtarmak için hem kendi düşüncelerini sıkı bir şekilde savunuyor hem de kendi fikriyatlarının dışarıda bıraktığı kesimlere ulaşmak maksadıyla çeşitli sentezlere gidebiliyorlardı. Örneğin Türkçüler, Türk olmayan vatandaşları bir arada tutmak için yerine göre Osmanlıcı tezleri savunabiliyor, diğer Müslüman unsurlara ulaşmak için ise İttihad-ı İslam fikrini kullanışlı bir yol olarak görüyorlardı. 

Bu dönemin en tartışmalı hususlarından olan milliyetçilik, hem Batı menşeli olması, hem de Türkçü-İslamcı diye nitelendirilen bir kesimi içermesi hasebiyle diğer fikri cereyanların da sıklıkla gündemine geliyordu. 

m.-ertugrul duzdag’in yakin-tarihimizde-irkcilik.jpgM. Ertuğrul Düzdağ’ın ‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’ adlı eseri, tam da bu noktada ekseriyeti sözünü ettiğimiz dönemin İslamcı yazarlarına ait olan ırkçılık/milliyetçilik merkezli metin ve makalelerinin derlemesinden oluşuyor. Meseleyi İslam nazarından ele alan bu metinlerin ortak gayesinin Türkçülüğün bir kurtuluş değil tam aksine bir kahroluş mefkuresi olduğunu, özellikle bu akıma kapılan Müslümanları uyandırmayı hedeflediklerini söyleyebiliriz. 

Avrupa’da eğitim almış, Batı edebiyatının ve modern fikirlerinin tesiri altında kalmış ‘aydın’lar Batıcılık ve Türkçülük cereyanlarının başında bulunuyordu. Bu aydınların akıl hocaları David Leon Cahun gibi müsteşriklerden, Rusya’da bulunan Türkologlardan oluşuyordu. 

 Babanzade Ahmed Naim, 1914 tarihli İslam’da Davayı Kavmiyyet adlı makalesinde kavmiyet davasını Avrupa’dan edinilen zararlı ve İslam’ın varlığı için kanser denecek kadar tehlikeli ve yabancı bir bidat olarak tanımlar. Bütün İslam diyarlarının elden çıktığı bir vasatta zaten bir avuç kalmış Müslümanların ‘ben Türküm, ben Kürdüm, ben Çerkezim' gibi yeni heveslere kapılarak ümmet bağlarını gevşetmelerini cinnet hali olarak nitelendirir. 

Türkçüleri iki kısımda inceleyen Babanzade, Halis Türkçüler’i uyarmaya dahi layık görmez, zira bunlar İslam’ı ikinci plana ittiklerini açıkça söyleyen, İslamı antika mefkure olarak gören bir dinsizlik fikriyatının savunucularıdır. 

Biz yalnız Türkçü İslamcılarla dertleşebiliriz diyen Ahmed Naim Bey, ne yardan ne serden geçemeyen bu ikinci kısım Türkçülere İslam tarihinden, Kur’an ve hadislerden örneklerle vazgeçemedikleri kavmiyet davasının diğer vazgeçilmezleri olan İslam tarafından ne büyük bir şiddetle yasaklandığını anlatmaya çalışır. İki zıddın bir arada bulunamayacağını belirttikten sonra Türkçü-İslamcılara hitaben ‘ya müfrit arkadaşlarınız gibi halis Türkçü olun yahut da dobra İslamcı, zira aynı anda hem cahiliye hem de İslam sancağı altında bulunmak muhaldir’ der. 

Türk unvanı altında temayüz eden bir gaye edinmenin, diğer Müslüman kavimlere karşı her halükarda bir ayrılık fikri vereceği, bu ayrılığın da gittikçe diğer Müslümanlara karşı bir kaygısızlık, ardından husumet ve akabinde de düşmanlık doğuracağını söyleyen Babanzade’ nin bu değerlendirmelerinde ne kadar haklı çıktığını bugün daha iyi görebiliyoruz. Zihinleri çocuk yaştan itibaren Türkçü tezlerle yıkanmış olup kendisini İslam dairesinde gören ciddi bir kesim, günümüzde ümmet coğrafyasına karşı derin bir kaygısızlık ve umursamazlık içerisindedir. Babanzade’nin yüz yıl evvelki uyarılarındaki isabet, bugün tamamına yakını Müslüman olduğunu söylenen toplumumuzun dindaşı olan Suriyelilere ve Suriye’de yaşananlara bakışı üzerinden çok net bir şekilde okunabilir. Tüm milliyetçi söylem ve kuşatmalara rağmen mültecileri kardeşi olarak görüp kollayan insanlarımız elbette var. Fakat ulusçu bakış açısına kendisini teslim etmiş, evvela Türkleri Araplardan tarihi ve toplumsal olarak ayrı bir pozisyona konumlandırmış, ardından uydurma efsanelerden kaynaklanan tarihsel bir husumete inanmış ve peşinden bu husumeti Suriyeli nefreti ve düşmanlığına taşımış insanlar da bir hayli fazla. Anlaşılan o ki, tıpkı bir çorap söküğüne benzeyen milliyetçilik, masumane gerekçelerle kabullenilse bile sonucunda insanı getirdiği nokta itibarı ile bir canavara dönüştürme potansiyeli de taşıyor.

Kitapta görüşlerine yer verilen bir diğer önemli isim Mehmet Akif Ersoy’dur.  Rahmetli Akif’in Hucurat suresi 10. ayetinin (Müminler birbirlerinin kardeşlerinden başka bir şey değildir; onun için iki kardeşinizin arasını bulunuz. Allah’tan korkunuz ki, rahmetine nail olabilesiniz.)  tefsirinde değindiği hususlar meselenin derinleştirilmesi açısından önemlidir. Müslümanın haline aldırmayan, Müslüman değildir hadisi şerifini hatırlatan Mehmet Akif İslam dünyasını kırıp geçiren felaketlerden haberdar olunmamasının nedenini din bağını ihmal etmek ve kavmiyet hissiyatıyla hareket etmek olarak açıklar. 

Aslen Arnavut olan Akif, Arnavutların kavmiyetçi bir gerekçeyle ayaklanmalarını şiirlerinde çok şiddetli bir şekilde eleştirirken Müslümanları parçalanmışlığa ve sefalete sürükleyen ırkçılık belasını yerden yere vurur: 

Hani milliyetin İslam idi, kavmiyyet ne! 

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine 

‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı şeriatte yeri? 

Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri 

Arabın Türk’e; Lazın Çerkese, yahut Kürde 

Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde! 

Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer 

Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber  

Yeniden birlik olmayı başarabilirsek cephemizin sarsılmayacağını, ‘ Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz’  gibi fevkalade veciz bir şekilde ifade eden Akif, ümmeti teşkil eden unsurların birbirlerine muhtaç olduğunu şu dizelerle anlatır: 

Türk Arapsız yaşamaz. Kim ki ‘yaşar’ der delidir! 

Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir. 

Veriniz baş başa, zira sonu hüsran-ı mübin 

Ne Hılâfet kalıyor ortada, billahi ne din!

Osmanlı’nın son döneminde devletin pek çok kademesinde önemli görevler ifa eden Said Halim Paşa ‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’ kitabında İslamlaşma ve milliyetçilikle ilgili metinlerine yer verilen bir başka isim. İslam’ın sosyal sahada yaptığı işi eşitlik ve hürriyet esasına dayanan, beşerî yardımlaşma ve dayanışmayı en samimi şekliyle tesis eden bir sosyal yapı kurmak olarak tanımlayan yazar, dünyanın değişik yerlerinden çeşitli ırklarından yüz milyonlarca insanın bu yolla ‘İslam kardeşliği’ çatısı altında birleştiğini vurgular. Bu noktada ırkçılığın söz konusu sosyal dayanışmayı ortadan kaldırarak yerine kin ve rekabeti ikame edeceğini söyler ve ekler:    

İslam ahlakının gayesi bütün ırki hasletleri, doğru ve faydalı olanın merkezinde birleştirmektir, ırkların İslam’a zıt mahalli damgaları kabul edilemez.

Said Halim Paşa, İslam’ın milletleri inkar etmediğini fakat ırkçılığın sapıklığına, hurafe ve bencilliğine hücum ettiğini belirtir. Yegane çıkışın ve kurtuluşun Batıda değil kendi prensiplerimizde olduğunu belirttiği şu paragraf hayli önemlidir: Bizim dinimizin esasları, Batı’nınkilerle kıyas kabul etmeyecek kadar üstündür. Bizler, İslam dünyasının bugünkü durumuna son vermek istiyorsak İslam prensiplerini daha iyi anlamaya, o büyük dinin ahlaki olduğu kadar sosyal olan esaslarını da daha iyi tatbik etmekten başka çare aramayalım.

Günümüzde halen revaçta olan Batı’ya karşı hissedilen aşağılık kompleksi, İslam’ı sosyal hayattan tecrit ederek yerine Batılı paradigmaları ikame etmek gibi sapmalara karşı Said Halim Paşa’nın uyarı ve tavsiyelerinin bugün de geçerli olduğu ortadadır.

Kitapta görüşleri aktarılan bir diğer önemli isim Said Nursi’dir. O da, diğer mütefekkirler gibi milliyetçiliği Avrupalı zalimlerin bir fitnesi olarak görür. Velediyet fikrini kabul eden, azizlerine ve büyüklerine de Rablik addeden Hristiyanlıkla milliyetçiliğin uyuştuğunu, oysa tevhidi esas alan İslamiyette böyle bir düşüncenin söz konusu olamayacağını belirtir. Yalnızca cemiyetin ihtiyaçlarından ileri gelen bir müsbet milliyetçiliğin söz konusu olabileceğini belirten Said Nursi, bunun da ancak İslam’a hizmet etmesi şartıyla kabul edilebileceğini ve hiçbir suretle İslam’ın önüne geçirtilemeyeceğini vurgular.

Zikrettiğimiz isimler dışında kitap, Halil Halid Bey’in Türk ve Arap halklarına dair değerlendirmelerinden oluşan bir bölümün yanı sıra İmam Gazzali’den Sezai Karakoç’a dek uzanan farklı alim ve fikir adamlarının konuyla ilgili seçilmiş kısa yazılarını da ihtiva ediyor.

‘Yakın Tarihimizde Irkçılık’, İslam’ın milliyetçilik meselesine bakışını hem İslam düşüncesinin kaynaklarını merkeze alarak tartışan, hem de Osmanlı’da meselenin gündeme geldiği buhran dönemi itibarıyla tarihsel bağlam ve etkilerini ortaya koyan metinlerin titiz ve kapsamlı bir derlemesinden oluşuyor.

İlk ortaya çıktığı günden bu yana gündemde olan milliyetçilik meselesi, bugün de siyasal ve sosyal her olay ve alanda karşımıza çıkmayı sürdürüyor. Akıllara değil duygulara hitap eden tezlere sahip olması, resmi ideoloji tarafından dayatılan bir düşünme biçimi olması belki milliyetçiliğin bu kadar geniş kitlelere ulaşmasını açıklayabilir. Ancak Müslümanların ulusçu tezleri kabullenmesi ve bakış açılarında ona merkezi bir yer ihdas etmesi asla kabul edilemez. İncelediğimiz kitaptaki yazıların da bu fikirde birleştiğini, Müslümanları bu hususta ikaz etme gayesi taşıdıklarını bir kere daha belirtelim.

Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et buyuran Efendimize sahabelerden birisi ‘zalime nasıl yardım edeyim’ diye sormuş. Efendimiz cevaben ‘onu zulümden men edersin, ona yardım etmek budur’ buyurmuşlardır. Bu noktada, farklı isimlerde karşımıza çıkan ama aynı kapsamı ifade eden milliyetçilik/ulusçuluk/ırkçılık zulmüne karşı insanlarımızı uyarmak boynumuzun borcudur.

 

 

HABERE YORUM KAT

11 Yorum