1. YAZARLAR

  2. Yavuz Bahadıroğlu

  3. Yakın geçmişin ramazanları
Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Yakın geçmişin ramazanları

04 Ağustos 2012 Cumartesi 01:58A+A-

Çiftetelli Medyası yazarları da bugünlerde ramazan yazıları kaleme alıyor...

Çünkü yüzde doksan küsürü Müslüman olan bir ülkede yaşadıklarını, Müslüman nüfusun yüzde seksenbeşinin ise az ya da çok, ramazanda oruç tuttuğunu biliyorlar...

On bir ay süreyle, Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar bile, sırf bu yüzden ramazan ayında ramazan yazısı yazma zarureti hissediyorlar...

Ne de olsa gazetelerini Müslüman kitleye satacak, televizyonlarını Müslüman kitleye seyrettirecekler...

Sırf bu yüzden, zoraki iftar programları yapıp, ramazan ilâveleri dahi veriyorlar (Çoğu cin ve cinci konulu olmak üzere)...

Dağarcıkları ramazan, oruç, ibadet konusunda tamamıyla boş olduğu için de, Direklerarası’na takılıyorlar:

“Aaah nerede eski ramazanlar!..”

Hiç yadırgamıyorum. Din denilince “irtica”yı hatırlayanların, ramazan denilince kantocu hatırlamaları bana normal geliyor!

Size tarihçi kimliğimle şu kadarını söyleyeyim ki, bugün yaşadığımız ramazanlar, benim çocukluğumda yaşanan ramazanlardan, ramazanın ruhuna en az yüz kat daha uygundur.

Düşünün ki, sevgili dostlarım, çocukluğumun ramazanlarında halkın çoğu, bugün gıda yardımı yapılan ailelerden daha fakirdi...

Parası olan için bile ekmek karneye bağlıydı (kişi başına günde yarım ekmek); kaldı ki nüfusun kahır ekseriyeti (büyük çoğunluğu) parasız, pulsuz ve çulsuzdu...

Memurlar dışında kimsenin doğru düzgün işi yoktu. Tabiatıyla kimsenin doğru düzgün aşı (yemek) da yoktu!..

Öte yandan ülke semaları 1932’den beri “Ezan-ı Muhammedi”den mahrumdu. Ezan-ı Muhammedi yerine, minarelerden, çoğunluğun benimsemediği (benimsenseydi hâlâ devam ederdi) “Tanrı uludur” çığlıkları atılıyordu...

Ramazan, dönemin şartları icabı gazetelerde bile yer bulamıyor, “Müslümanların oruç ayı geldi... bu gece sahura kalkılacak” gibi başlıklar altında tek sütuna iç sayfalarda geçiştiriliyordu.

Mahya bile âdeta devletleştirilmiş, bugün minarelerden Müslüman yüreklere anlamlı sözler fışkırtan mahyalara, “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır”, “para biriktir” türünden devlet sloganları yerleştirilmişti.

İmam-hatipler ve Kur’an kursları zaten kapalıydı. Ramazan hürmetine fukara halk tarafından tutulan “Oflu hoca”ların çocuklara elif-be öğretmesi ise yasaktı!

Görevlendirilmiş öğretmenler tarafından köyler jandarma eşliğinde zaman zaman basılmakta, Müslüman anne-babaların çocuklarına Müslümanlık öğretilip öğretilmediğine bakılmaktaydı.

Bir hocanın bunu yaptığı tespit edilir edilmez, karakola çekilip falakaya yatırılıyordu (Bu tehlikeyi bertaraf etmek için, bizim köy camiinin avlusundaki kiraz ağacında sırayla nöbet tutar, jandarma kepi gözetlerdik).

Böyle bir dünyada vatandaşın keyfi, morali yerinde olabilir mi?..

Keyfi, morali yerinde olmayan insan, ramazanı coşkulu bir şekilde yaşayabilir mi?

Nitekim yaşanamazdı! İşte bu sebeple Çiftetelli medyatörleri “ramazan” dendiğinde, Direklerarası eğlenceleri dışında bir şey hatırlayamıyorlar.

Şunu bilmeliyiz ki, her ramazan kendi özellikleriyle ve güzellikleriyle gelir. Onu hissedip yaşamak en doğrusudur...

Zaten, yakın geçmişimizde, ramazan adına hasret duyabileceğimiz hiçbir şey yoktur.

YENİ AKİT 

YAZIYA YORUM KAT