Yağmurdan kaçarken
Can yakan Kürt sorununu anlama ve tanımlama konusunda başvuracağımız referans çerçevesi, çözüm kadar önemlidir.
18. ve 19. yüzyılın milliyetçi ideoloji ve buna dayalı teşekkül eden ulus devlet formları, Batı dışı dünyanın neredeyse her bölgesinde benzer sorunlar doğurdu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Halife'nin yanında, Türklerle beraber ve Mustafa Kemal'le anlaşarak mücadeleye katılan Kürtler, kuruluştan sonra hem umduklarını bulamadılar hem devam eden zamanlarda kavim (etnik) kimlikleri inkâr edildi, dilleri yasaklandı.
12 Eylül askerî rejimi yaraya tuz ekip azdırdı. Diyarbakır Cezaevi'nde olan insanlık dışı kötü muamele, bölgede 1 milyonun insanın sorgudan geçirilip işkence görmesi, 3 bin köyün yakılması, 3 milyon insanın zorunlu göçe tabi tutulması, binlerce faili meçhul cinayet ve yıllar süren olağanüstü hal uygulamaları sorunu bugüne getirdi.
Bütün bu iç karartıcı süreci, zaman zaman ırkçılık ve şovenizm olarak tanımlanabilecek "ezen milliyetçilik"in karanlık dönemi olarak görmek gerekir. Bölge halkı ne çektiyse, başına "Türk" kelimesinin yerleştirildiği devlet destekli milliyetçili ideoloji ve uygulamalardan çekti. Türk milliyetçiliğinin bölge halkına reva gördüğü haksızlıklar, genel milliyetçi ideoloji ve politikaların ürünüdür, kavim olarak Türklerin tercihi veya Kürtlere layık gördüğü politikalar değildir. Çünkü biliyoruz ki, devlet destekli bu milliyetçi ideoloji içinden ulus devlet formunu yüceltenler, "Türkleri de Türkleştirmek" için özel uygulamalara başvurmuşlardır ki, diğer etnik kökenden gelen kavimler ve etnik gruplar da (Boşnak, Arnavut, Çerkez, Gürcü, Arap vs.) bundan nasiplerini almışlardır.
1) Bu olay, belki herkesten daha çok zulme maruz kalan Kürtleri anlamamızı gerektiren ahlaki bir duruma işaret eder. Ama bu, "ezen milliyetçilik"e "ezilen milliyetçilik"le cevap vermenin veya "Türk milliyetçiliği"ne karşı "Kürt milliyetçiliği"ni mazur görüp yüceltmenin gerekçesi olamaz. İnkâr, ret, asimilasyon, baskı, zulüm ve haksızlıklar milliyetçi ideolojilerin tabiatında vardır. Altını çizmemiz gereken ilk husus budur.
2) Son iki yüz senedir dünya, ama özellikle bölgemiz ve Müslümanlar milliyetçi ideolojilerden büyük acılar çekti. Hind yarımkıtasında yaşanan çatışma ve kargaşa milliyetçiliğin ürünüdür. Bugün İran İslam devriminin idealleri milliyetçi ideolojiyle tahrip edilmek istenmektedir. Arapları bozguna uğratan, baskı rejimlerini, monarşileri ve mütegallibe güçleri başlarına musallat eden Arap milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliğinin bizi karşı karşıya getirdiği sorun ortada. Ancak bugün dünya milliyetçi mecrada akıp gitmiyor. Milliyetçilik yükselen trend değildir. Aksine acıları, iç çatışma ve savaşları azdırarak her gün biraz daha gözden ve itibardan düşmektedir. Bu, haklı olarak çektikleri acıyı dile getiren Kürtlerin, Türk milliyetçiliğinden kaçarken, Kürt milliyetçiliği tuzağından uzak durmalarını gerektiren mucbir sebeptir.
3) Ulus devlet formu, Türk, Arap veya başka kavim milliyetçiliğin yol açtığı sorunların çözümü değildir. Yerel kimliklerin öne çıkması, bölgesel entegrasyon ihtiyacının kendini bir beşeri havzada yaşayan farklı kavimlere kendini dayatması ve küreselleşme ulus, devletleri zayıflatmaktadır. Süreç yerel olanın güçlendirilmesi, bölgesel birleşmeler ve küresel vizyonlara doğru gelişirken, geçen iki yüzyılın ideolojisi ve formu olan ulus devlet ve milliyetçiliğe geri dönüş, Kürtleri anakronik kılar sadece. Kürtler de, Türkler, Araplar ve İranlılarla beraber yeni sürecin kurucu unsurları olarak yeni bir bölgenin ve yeni bir dünyanın özneleri olurlarsa, sorunlarını çözebilecekler.
Bütün bunlar, hiç kuşkusuz Kürtlerin yaşadığı sorunun tabii boyutunun (etnik kimliklerinin tanınması, anadilde eğitim ve yerel olanın güçlendirilmesi gibi) görmezlikten gelinmesi anlamına gelmiyor. Aksine bölge halklarının yaşadığı acı tecrübelerden ders çıkarıp aynı hatayı tekrar etmekten kaçınmayı gerektiriyor. Müslüman Kürt halkının feraset ve basireti, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmaya izin vermeyecektir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT