Ya PKK vesayeti?
Özgür olsak da susacaksak bile özgür özgür sussak.
Böyle bir şeydir özgürlük. İlle konuşmak, yazmak için lazım değildir. Susmak için dahi lazımdır.
Susmak için özgürlük istemek, komik görünebilir. Allah, kimseyi susmak için özgürlüğe ihtiyaç duyacak hale düşürmesin.
İşin susmakla ilgili tarafına dalıp gitmeyelim. Zamanımızda, özgürlüğü konuşmak için istemek daha yaygın bir şey ve bizim mevzumuz da konuşmak, eylemek üzerine.
Kürt sorununu konuşabiliyor muyuz? Böyle bir özgürlüğümüz var mı?
Biraz var. Eskisine göre, mesela üç-dört yıl öncesine göre daha kolay konuşuyoruz.
Bu nisbi özgürlüğü bir çok şeye borçluyuz.
Uzun yıllar sonunda, devletin sorunu daha doğru tanımlamaya başlaması özgürleştirici bir değişimdi.
Devlet, faili meçhul cinayetlerle, köy boşaltmalarla, köy yakmalarla çözmeye çalışıyordu sorunu.
AK Parti döneminde bu eğilim değişti. Başbakan Erdoğan, sorunun adını ilk defa telaffuz etti. Sonra da, hem sorunu çözmeye, hem de konuşulabilir hale getirmeye dönük adımlar attı.
Kürt dili, büyük ölçüde özgürleşti. Pek giden olmadıysa da, isteyenler Kürtçe kursu açtı.
Kürtçe, üniversitelere de girdi. Başbakan'ın zaman zaman seçim meydanlarında hatırlattığı gibi, anneler, cezaevlerindeki oğullarını ziyaret ettiklerinde, dillerini konuşabildiler.
Devlet, Kürtçe televizyon kanalı açtı.
Devlet, Kürtçe kitap yayınladı.
Ben, toplumsal zeminin, Kürt sorununun tartışılmasına eski zamanlara göre çok daha müsait olduğunu düşünüyorum. Hala dokunulması zor alanlar var, bunu görüyorum.
'Dokunulması zor alanlar' daha çok Türkler'le ilgili. Ama azaldı. Ve bu alanlar, şiddet azaldıkça genişliyor. Şiddet azaldıkça, Türkiye, Kürt sorununu daha soğukkanlı bir şekilde konuşabiliyor.
Ama madalyonun bir de öteki yüzü var.
Çünkü, Türkler kadar, Kürtler'in özgür konuşması da önemli.
Geçen yazılarımdan birinde değinmiştim, devlet, özgürlük alanını genişlettikçe, PKK, Kürtler'in özgürlük alanını daraltıyor.
PKK, BDP'lilerin de özgürlük alanını daraltıyor.
İşitiyoruz.
PKK'lı hademe, BDP'li belediye başkanını örgüt adına yargılıyormuş. Cezalandırıyormuş. Böyle bir realiteyle karşı karşıyayız.
Diyarbakır'da veya Şırnak'ta, Hakkari'de, eminim, gönüllü olarak kepenklerini kapatan esnafların sayısı çoktur.
Ama, şundan da eminim, kepenklerini istemeyerek kapatanların sayısı, gönüllü olarak kapatanlardan daha az değildir.
Sadece kepenkler kapatılmıyor, örgüt tehdidiyle.
Ağızlar da kapatılıyor.
Diyarbakır'da, bir fikir dünyası var, biliyorum.
Bu fikirlerin hepsinin özgürce dile getirilemediğini de biliyorum.
İnsanlar, dillerini, hallerini, örgüte göre ayarlıyorlar. Konuşan özgür değil, susan özgür değil.
Eskiden, Ankara'da, bir 'askeri vesayet'ten sözediliyordu. Türkiye, görece normalleşti. O vesayet eski etkisini kaybetti.
Şimdi, Kürtler üzerinde bir PKK vesayeti var ve bu vesayet, Ankara'daki askeri vesayetin en şiddetli günlerinden daha şiddetli.
Evet, kendisini örgütle özdeş hissedenler var. Kepenklerini gönüllü olarak kapatanlar olduğu gibi, PKK politikalarını gönüllü ve özgür olarak dillendirenler var.
Ama çözüm için, sadece onların özgürce konuşması yetmez.
Düşünen herkesin düşüncesini özgürce ifade edebilmesi gerekiyor.
BDP'deki 'fikir sahibi' bir çok insan da buna dahil.
Özgür olmadığı, kendini özgür ve güvende hissetmediği için susan bir çok insan buna dahil.
Kürt sorunu, ancak, özgür Türkler'in ve özgür Kürtler'in katkısıyla çözülür.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT