Ya ordu savaşa da gitmezse!
Türkiye bunu da gördü. Ordusu yargıyı boykot edip tatbikata çıkmadı. Soru şu; peki ordu, yarın bir saldırı karşısında savaşmayı da reddeder mi acaba?
Orduya siyaset bulaşmışsa ihtimal dışı değildir bu. Balkan Savaşı'nda İttihatçı subayların yaptıkları hatırlarda. Edirne'yi bile terk etmişlerdi, İstanbul'da iktidara biraz daha yaklaşmak uğruna. Siyaseten kazanmak adına cephede kaybetmeyi göze alan bir ordu zaten ordu olmaktan da çıkmıştı. Düştükleri siyaset batağından bir daha kurtulamadılar. Kendileriyle beraber imparatorluğu da batırdılar.
Cumhuriyet döneminde de bitmedi askerin iktidar hırsı. Mehmet Ali Birand'ın ifadesiyle dışarıdan laik kesimin 'kışkırtmalarıyla' darbeler yaptı, siyasete yön vermeye kalktı. 27 Mayıs darbesinin 51. yıldönümü şu günler. Cumhuriyetin İttihatçı subayları devleti batıramadılar ama demokrasiyi imha ettiler; yeni cumhuriyete demokrasi aşılama hamlesini adeta biçtiler 27 Mayıs darbesiyle.
Gırtlaklarına kadar siyasete battıklarında silahı sadece milletin alnına değil, birbirlerinin kafasına da doğrulttular. Altı ay içinde cunta içindeki cunta ötekini tasfiye etti, Alparslan Türkeş liderliğindeki 14 komite üyesini sürgüne gönderdi. O günlerde cunta mensuplarının bir kısmı öteki grubun korkusundan kışlalarda yatıyordu. Devletin bütün makamlarına 'erken gelen' oturmuş, ordudaki generallerin neredeyse tümü tasfiye edilmişti. Emekli edilen subay sayısı da 6 bin civarındaydı.
Zorbalıkla yıktıkları meşru hükümet mensuplarına yaptıkları zulümleri anlatmıyorum dikkat ederseniz, birbirlerini nasıl imha etmeye çalıştıklarından söz ediyorum. Hiç bitmedi bu kavga. Silahlı Kuvvetler Birliği adlı bir başka cunta kuruldu; bu defa da kışlaya ve silaha hâkim olan bu cunta 'komitecileri' tehdit etmeye, yönetmeye kalkıştı. Yetmedi, Albay Talat Aydemir iki defa fiili darbe girişiminde bulundu. İş, 12 Mart darbesine, ondan önce de 9 Mart darbecilerine kadar geldi.
27 Mayıs'la aklına, silahını kullanarak iktidara ve imtiyaza ulaşma virüsü bulaşanlar iflah olmadılar. 12 Mart da, 12 Eylül de onların eseri. Hatta 28 Şubat ve de 27 Nisan'ı da bundan elli bir yıl önce siyasete bulaşanlar yaptı. Ergenekon ve Balyoz'dan yargılanan 'başarısızlar'ın da ilham kaynağı 27 Mayıs.
Ne yapacaklardı yani? Birileri darbeyi yapmış, başarmış, iktidar düzeneğini ona göre kurmuş, üzerine oturmuş, kimse de onlara bir şey yapamamış. Hatta darbeyi yapanlar cumhurbaşkanı olmuşlar, saygı görmüşler. Darbecilere 'saygın devlet adamı' muamelesi çekilen bir ülkede darbecilik biter mi?
Darbecilik virüsüyle mücadele etmenin tek bir yolu var; yargı. Bu işe kalkışanları, hatta geçmişte 'başaranları' yargılamak... Son yıllarda yapılan da bu. Ama ordunun içinde bir kesim buna direniyor. Direnenler yargıya müdahale etmeye çalışıyor, mahkemeden önce sanıkları aklamaya gayret ediyorlar. Bir ara da 'ordu evleri'nde misafir etmiş ve darbe davalarında adli destek de sağlamışlardı.
Şimdi de 'işe çıkmama' eylemi yapıyorlar. Acaba bu, 'gerekirse ülkeyi savunmasız bırakırım' tehdidi mi? Son tatbikat erteleme 'eylemi' hiç masum ve normal değil; en azından yargıyı etkileme girişimi. Ayrıca hükümete de bir mesaj... Bugün yargıya mesaj vermek için tatbikata direnen, yarın siyasi iktidara mesaj vermek, onu yıpratmak için başka işler yapmaya kalkışırsa ne olacak?
Mesele şudur; ordu hükümetten bağımsız, bağlantısız bir kurum mudur, yoksa emirleri meşru siyasal iktidardan mı almaktadır?
Başbakan Erdoğan, ordunun 'protestosu'nu alttan alıp, 'Ordu işini yapıyor, dışarıdakiler tahrik etmesinler' diyerek emrinde bulunan (bulunması gereken) kurumu korumaya çalışıyor olabilir. Bunu anlarım; ama bu sözlere hakikaten inanıyorsa o zaman durum çok nazik demektir. Başbakan'a, konuşmalarında sık sık atıfta bulunduğu Adnan Menderes'in yaptığı ve bedelini hayatıyla ödediği temel hatayı iyi incelemesini tavsiye ederim.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT