1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Wilders’in zaferi ve Avrupa’nın geleceği
Wilders’in zaferi ve Avrupa’nın geleceği

Wilders’in zaferi ve Avrupa’nın geleceği

Turgay Yerlikaya, ırkçı hareketlerin yükselişiyle birlikte Avrupa'nın geleceğini tartışmaya açıyor...

27 Kasım 2023 Pazartesi 09:15A+A-

Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak

Avrupa’da aşırı sağın normalleşmesi: Geert Wilders

Batı’da kurumsal bir hal alan aşırı sağın yükselişi, başta Müslümanlar olmak üzere bütün yabancılar açısından büyük sorunlara yol açmaktadır. Müslümanların özellikle Batı Avrupa olmak üzere neredeyse bütün kıtada demografik olarak en büyük yabancı kitleyi oluşturması, Müslümanlar açısından riskin daha büyük olmasını beraberinde getirmektedir. Nitekim son yıllarda artan İslam karşıtlığının boyutu da dikkate alındığında, İslam ve Müslümanlara yönelik nefretin çok katmanlı olduğu görülebilmektedir. Özellikle sosyal medya platformlarının esnek denetiminden kaynaklı filtreleme sorunları, Müslümanlara yönelik karşıtlığın daha fazla hissedilmesine neden olmaktadır. İnteraktif medyanın bütün imkânlarını kullanan aşırı sağ ve popülist siyasetin çevrimiçi alanlardan sosyal hayata taşıdığı bu karşıtlık, Müslümanların doğrudan hedef alındığı bir sosyo-politik ortamın doğmasına yol açmaktadır. Rasyonellikten ziyade duygulara hitap eden aşırı sağ ve popülist siyasetçiler, nihai kertede politik yabancılaşmayı artırmakta ve demokrasiler açıdan ciddi tehditlere yol açmaktadır.

Son zamanlarda İsveç’in NATO üyeliği üzerinden tartışılan ve Türkiye’nin de eleştirilerine konu olan Kur’an yakma eylemleri, Batı’da söz konusu karşıtlığın nasıl bir hal aldığını göstermektedir. Bahse konu eylemlerin ifade özgürlüğü gerekçesiyle herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmaması, Batı’da yükselişe geçen İslam karşıtlığı olgusunun kurumsal düzeyde kendisine destek bulduğunu göstermektedir. Öyle ki iş hayatında, eğitimde ve sosyal hayatın hemen her alanında dini pratiklerini yaşamaktan mahrum bırakılan ve her türlü ayrımcılığa maruz kalan Müslümanlar, adeta bir nefret objesine dönüştürülmekte ve siyasetçilerin popülist politikaları için araçsallaştırılmaktadır. Son dönemlerde ikincil bir konu ya da tali bir gündem olmaktan ziyade ana akım siyasetin sonuna kadar kullandığı yabancı karşıtlığı kartı, çok kültürcü tezler ve birlikte yaşama yaklaşımlarını derinden sarsmaktadır.

Avrupa’da aşırı sağ’ın ana akımlaşması

Hatırlayacak olur isek son yıllarda Almanya, Avusturya ve Fransa seçimlerinde aşırı sağ partiler önemli kazanımlar elde etmiş ve ana akım siyasete doğrudan etki etmişlerdir. Örneğin 2017 Fransa seçimlerinde Macron’un rakibi olan Le Pen ikinci turda oyların yüzde 33.90’nı almıştır. 2017’den bu yana bu ivmesini yükselten Le Pen 2022 seçimlerinde Macron’un en önemli rakibi olmuş ve ikinci turda oyların yüzde 41.45’ini alarak önemli bir başarı sergilemiştir. Macron gibi merkeze daha yakın bir siyasetçinin seçimler öncesinde Le Pen’den rol çalarak aşırı sağ bir dil benimsemesi, ana akım siyaset açısından bu söylemin ne denli etkili bir parametre olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Benzer bir eğilim Almanya’da AfD’nin yükselişi üzerinden gözlemlenebilir. Nitekim son aylarda yapılan anketlerde AfD, ilk sıradaki Hristiyan Birlik Partilerinin ardından yüzde 21’lik oy oranı ile ikinci sırada yer almaktadır. Yeşiller ve Sosyal Demokratların da üstünde bir oy oranı ile kendisini ayrıştıran AfD son seçimlere göre neredeyse oylarını ikiye katlamış durumda.

Wilders’in zaferi ve Avrupa’nın geleceği

2008 yılında Fitne isimli bir kısa filmle gündeme gelen Wilders’in son yıllardaki yükselişi, Avrupa demokrasilerinin nasıl bir cendereden geçtiğini gösteren somut bir örnektir. Fitne’de temellerini attığı ve günümüze kadar sürdürdüğü siyasetinin temelinde İslam ve Müslümanlara yönelik nefret yatmaktadır. Müslümanları terörist İslam’ı da her türlü şiddetin kaynağı olarak gösteren Wilders, Kur’an’ın anti-semitik bir dile sahip olduğu gerekçesiyle nefret ve şiddeti motive ettiğini savunmaktadır. 11 Eylül başta olmak üzere birçok terör olayı üzerinden İslam ve Müslümanları ötekileştiren Wilders gibi bir siyasetçinin Hollanda’da seçimleri kazanması, Avrupa’nın nereye gittiği tartışmaları açısından da önemli bir deneyim olacaktır.

Başörtüsü yasağı, camilerin kapatılması ve göçmenlerin sınır dışı edilmesi gibi vaatler üzerinden seçim politikasını yürüten Geert Wilders’in, seçimlerden açık ara birinci parti olarak çıkması yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Seçimin nasıl kazanıldığı ile ilgili analizlerde göçmen karşıtlığı başat konu olarak ön plana çıksa da temel de tartışılmaz olan şey, Wilders’in seçim zaferi ile Avrupa’da aşırı sağ siyasetin normalleştiği gerçeğinin bir kez daha teyit edilmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye hakkındaki söylemleri ile Türkiye’de kendisinden sıklıkla bahsettiren Wilders’in temel özelliği tipik bir Müslüman karşıtı olmasıdır. Bu tutumunu siyasetinin ana gündemi haline getiren Wilders, 2015 seçimleri öncesinde Türk seçmene özel bir çağrı yapmış ve Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu gerekçesiyle Avrupa Birliği’ne alınmaması gerektiğini söylemiştir. Aynı Wilders, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaptığı açıklamada, darbenin gerçekleşmemesine üzüldüğünü ifade etmiş ve askeri darbe rejiminin her halükarda Erdoğan yönetiminden daha iyi olacağını savunmuştur. Histeri derecesinde Erdoğan ve Türkiye karşıtı olan Wilders’in Avrupa’nın göbeğinde neden ve nasıl iktidar olabildiği sorusu artık bir orijinallik taşımıyor. Zira Avrupa’da her geçen gün yukarıda da verdiğimiz örneklerde görüleceği üzere aşırı sağ ve popülist siyasetin ana akım haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum