Voleybol asla sadece voleybol değildir!
Simon Kuper’in en popüler kitle sporu olan futbol için dile getirdiği “futbol asla sadece futbol değildir” sözü futbolun ortaya çıkış tarihinden itibaren var olan tartışmaları özetliyor. Aslında konu insanların ürettikleri araçlara karşı duydukları bağlanma hissiyle yakından alakalı. İnsanlar araçlara anlamlar yüklemeye başladıktan sonra eğlenme ve sosyalleşme aracı olan bir şey çok başka değer ve hisleri etrafında toplayarak kültür haline geliyor.
Konumuzun futbol ile doğrudan alakası yok. Sadece Kuper’in yaptığı tespitin genellenebilir bir muhtevası var. Üç gündür Türkiye Milli Voleybol Takımı’nın yaşadığı şampiyonluk sebebiyle bir takım tartışmalar cereyan ediyor. Bu tartışmalar bize gösteriyor ki voleybol da asla sadece voleybol değildir!
Bu tespiti yapmanın bir orijinalliği yok. Ancak bu tespiti yapamamanın oldukça orijinal bir o kadar da trajikomik bir durum olduğunu görmemiz gerekiyor. Muhafazakar-dindarların hâkim kültürle ilişkilerini anlamak için voleybol rüzgarı etrafında oluşturulan fırtınayı incelemek oldukça ilginç veriler sunuyor.
Türkiye’de modernliğin dayatılma biçimi Tanzimat romanlarından beri eleştirisi yapılan bir vasat ortaya çıkarttı. Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’i modern olmanın göstergesi olarak süslü ve şık giyimi ön plana çıkartıyordu. Batılı olmak Batının dış görünüşünü içselleştirmekle mümkündü özetle…
Cumhuriyeti kuran akıl ise “şapka inkılabı” ile Bihruz Bey’den aldığı sorumluluğu devam ettirdi. Türkiye'deki sol-Kemalistler için modern olmak ile kurulan bu ilişki biçimi giyim-kuşam alışkanlıklarının nasıl şekillendirildiği ile yakından alakalıydı özetle. Şapkayı bir topluma zorla taktıracak kadar akıl dışı bir zihniyete sahip olmak basit bir mesele değildir...
İşin özünde başörtüsü nefreti de buralardan bir yerlerden güç alıyor. Görüyoruz ki Türkiyeli modernler için doğdukları coğrafya ile hesaplaşma ve onu aşıp öykündükleri Batılı hayat formuna erişmenin ilk şartı nasıl giyindikleri veyahut giyinmedikleriyle yakından alakalı!
Belki voleybol ile Türkiye modernleşmesinin hikâyesi de bu noktada birleşiyor... Voleybol üniformaları mayo şeklinde ifade ediliyor. Mayo kelimesinin anlamı şu şekilde verilmiş:
Genellikle deniz banyosu sırasında giyilen, bacakları, kolları, sırtı açık bırakan, vücudun ancak çıplak görünmemesi gereken yerlerini örten özel giysi.
Voleybolcuların mayosu ise sadece bu tanıma ek olarak omuzları ve göğsü örten bir tişörtün giyilmesiyle tamamlanmış oluyor. Misal olarak plaj voleybolunda yukarıdaki tanıma göre giyiniliyor. Tanımlar sporun muhtevasını da belirleyen cinsten. Muhteva ile birlikte ise spora kimlerin ilgi duyup kimlerin mesafeli yaklaştığı da belirlenmiş oluyor.
Dindar insanlar için “neredeyse” çıplak oynanan bir “sporun” meşruiyeti tartışmaya açık bile değil. Tartışan muhakkak çıkar ancak cahiliyenin beden teşhirine karşı tesettürü esas alan bir dinin takipçileri bir şey spor olduğu için çıplaklığı normalleştirecek halde değiller! Bu durumu karşı cenahın belki anlaması çok zor ama anlamadıkları şeyi yargılamaya çalışmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Bunu yapmak ise fikirsel bir olgunluğun sonucunda mümkün olduğu için Türkiyeli modernlerden böyle bir şey beklemek abesle iştigal etmek anlamına geliyor. Karşımızda modernliğin çocukluk evresinde olan bir kesim olduğunu unutmayalım. Recaizade'nin eleştirisini yaptığı üzre Batılı giyinerek öyle olabileceğini zannedecek kadar sığ düşünen insanlar...
Vaziyet böyle olunca dindarların mesafeli duruşu geçmişten bu yana modernliğini çıplaklığı üzerinden göstermek isteyen Türkiye modernleri için voleybolu vazgeçilmez bir konuma eriştiriyor. Kadın ve erkek bedeninin teşhiri üzerinden Müslümanlar için kabulü mümkün olmayan birçok haram ve yasak da meşrulaştırılmış, normalleştirilmiş oluyor…
Sol-seküler kesim bu durumun o kadar farkında ki tartışmayı açıkça bir hesaplaşmaya getirmekten hiç çekinmiyorlar. Seküler cenah için durumu en iyi özetleyen konuşma bize kalırsa şu:
“Filenin sultanları bence asla filenin sultanları değil…” şeklinde başlayan uzun tiradıyla Ece Üner hamaseti tam kıvamında bir konuşma yapıyor. Ancak “filenin sultanlarının” daha büyük bir anlama geldiğini ifade etmesi önemli. Devamında ise zaten bu anlamın nasıl tamamlandığını izah ediyor:
“Atatürk’ün çağdaş, modern ve güçlü Türkiye’sinin güçlü kadınları…”
İbrahim Haskoloğlu da gerçek kaybedenin kim olduğu konusunda tavrını açıkça ilan etmiş:
Voleybolun sadece voleybol olmadığı konusunda sol-seküler cenah kendinden oldukça eminken sadece yarı çıplak oynandığı için bile bu spora mesafeli duran mütedeyyin kesimler durumun ne kadar farkında?
Türkiye’nin voleybol konusundaki “yükselişi” 15 yıllık bir süreci kapsıyor. Vakıfbank 4 kez Avrupa, 3 kez dünya şampiyonu olunca Voleybol Milli Takımı da Avrupa ve dünya klasmanlarında başarılar elde etti. Eczacıbaşı, Vestel, Orkid, Opet, AXA Sigorta, Misli.com, Amway, BTC Türk, Porçöz, İşbir Yatak, Supradyn… Özel şirketlerin desteği dışında ise iki devlet bankası Halkbank ve Vakıfbank voleybola milyonlar harcamaya devam ediyor.
Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) Başkanı Mehmet Akif Üstündağ, Türkiye'de voleybolun çok sevildiğini vurgulayarak, "Biz gerçekten bir voleybol ülkesiyiz. Voleybola karşı inanılmaz bir ilgi var. Hem kadınlarımızın hem erkeklerimizin oynadığı final serilerindeki seyirci reytingine bakıyorsunuz, her geçen yıl en az yüzde 80, yüzde 100'e yaklaşan bir artış ve talep var. Bu da bizi çok mutlu ediyor. İzlenebilir olması çok önemli. Edirne'den Hakkari'ye, köyden kente herkesin rahatlıkla şifresiz izleyebilmesi önemli etkenler. Kulüplerimizin yatırımı önemli. 'Sadece üst yapıda var olalım' demiyorlar, altyapı yatırımları da çok önemli. Aynı paralelde federasyonumuz da öncülük yapıyor." ifadeleriyle voleybol konusunda devletin üstlendiği “sorumluluğu” gözler önüne seriyor.
Peki bunu hangi devlet yaptı? Muhafazakarların oylarıyla iktidarı elde eden muhafazakar bir parti olarak kendisini tanımlayan AK Parti’nin iktidarda olduğu süreç voleybolun da inanılmaz bir yükselişe geçtiği döneme tekabül ediyor.
Demek ki sol-seküler kesimin anladığı şeyi birileri anlamamış… Hatta anlamaktan o kadar uzaklar ki yarı çıplak oynanan bir spora akıttıkları milyonlarla kendilerine düşman ve aynı zamanda “dünya şampiyonu” olan bir kültür inşa ettiler. Türkiye’nin halter ve güreş gibi sporlardaki üstünlüğü voleybola doğru kayarken muhafazakar iktidar partisi bu işin ekonomik ayağını oluşturdu.
Şimdi ise yarı çıplak olarak etrafta gezen Atatürk’ün kızları milyonlarca çocuğa rol model olarak sunuluyor. Çünkü başarılı oldular... Başarılı olmalarına ise Vakıfbank'ın milyonları katkı sağladı. Popülizm adına buradaki "başarıya" sevinen muhafazakarlar ise meşrulaştırılan ahlaksızlığa çanak tutarak suça ortak olmaya devam ediyorlar!
Cinsi sapkın oyuncuların dahi yer aldığı Voleybol Milli Takımı, muhafazakar iktidarın desteğiyle yürüyüşüne devam ederken tek bir kuruş bile harcamayan İslam düşmanı çevreler ise çıplaklık üzerinden inşa ettikleri kültürel atmosferin ekmeğini yiyorlar. Siyasi iktidarı ele geçirememiş olmanın ezikliğini dahi voleybol üzerinden neredeyse unutturacaklar... Bu kadar aptalca bir iş dünyanın başka yerinde görülmemiştir herhalde!
Neye sevinip neye üzüldüğünüz hayatınızı nasıl yaşayacağınızla yakından ilgili… Basit bir spor gibi görünen voleybolun sadece voleybol olmadığını anlayamazsanız kendi elinizle kendi kuyunuzu kazmış olursunuz. Hakim kültürün ne demek olduğunu bilmeyenlerin “iyi bir şey yaptıklarını” düşünerek giriştikleri işler yüzünden nesiller ifsad oluyor. Giyim kuşamla gelen modernlik geride kendisinden başka hiçbir şey bırakmıyor demek ki...
Atatürk’ün yarı çıplak çağdaş kızları Türkiye’nin görünen yüzü olmuş durumda. Türkiyeli modernler ise Bihruz Bey’den bu yana devam eden bir geleneğin takipçileri olarak ulaştıkları zaferi mutlulukla izliyor olmalılar… Taş atıp kolları bile yorulmadı netice olarak!
YAZIYA YORUM KAT