1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Vesayete bir kere boyun eğerseniz...
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Vesayete bir kere boyun eğerseniz...

27 Ekim 2008 Pazartesi 03:46A+A-

Hafta içinde Anayasa Mahkemesi (AYM) çok tartışılacak bir gerekçeli kararı açıkladı. Tartışmalı; çünkü kamu vicdanına da sığmıyor bu karar; hukuk kurallarına da. O yüzden onlarca makale yazıldı, AYM gibi çok önemli bir kurum yerden yere vuruldu.

Yargının bu kadar sık tartışıldığı bir dönem hiç yaşanmamıştı. Yükselen siyasî tansiyonun da bunda payı var; ancak yargıyı tartışmanın tam göbeğine yerleştiren bizzat yargının kendisidir. Yargı, laiklik gibi tam bir uzlaşma sağlanamayan bir kavramı 'yaşam biçimi' olarak dayatıyor ve diğer yaşam biçimlerini tehdit olarak algılıyor. Yargı bu mantıkla hareket ederse adalet sağlanabilir mi? Hatalar zinciri o kadar açık ve o kadar rahatsız edici ki, AYM Başkanı Haşim Kılıç bile yapılana tahammül edemiyor ve bir hukuk manifestosu mahiyetinde itirazlar yapıyor. Bir mahkeme kendisiyle bu kadar çelişir mi, kendini imha edecek yanlışları peşi peşine yapar mı?

Mesele sadece bir hukuk tartışması değil; bir özgürlük mücadelesine dönüşmüştür. Başörtüsü düşmanlığı 'öteki'ni yok etmeye yönelen faşizan bir eğilim haline gelmiştir. En azından görüntü budur. 'Yaşam biçimi' dayatması hangi renk ve hangi görüntü altında yapılırsa yapılsın, varacağı son nokta faşizmdir. Uzun zamandan beri birileri 'çoğunluk diktatoryası'ndan bahsediyordu. Şimdi bu kara propagandanın aslî sebebi anlaşıldı. Demek ki demokrasi ve sandık üzerine düşürülen 'çoğunluk diktatoryası' gölgesiyle yürütülen kara propaganda 'azınlık diktatoryası'nı gizlemek içinmiş.

'Ergenekon terör örgütü'ne üye olmaktan tutuklu Doğu Perinçek ve adamları mahkemede bas bas bağırıyor ve 'Bizi AYM yargılasın' diyor. Niçin? Kendi düşünce dünyasını Mahkeme'nin içtihatlarına yakın buluyor. 'Biz siyasî partiyiz.' demeleri sadece bir kılıf. Dikkatle bakıldığında AB üyeliğinden özelleştirmeye kadar iki damar arasında bir paralellik görülüyor. Maalesef görüntü budur. Bir başka üzücü manzara da şu: AYM'nin hemen her konuya yaklaşım biçimi ile çağdışı siyaset anlayışından çok uzak CHP'nin keskin yaklaşımında ürkütücü bir benzerliğe rastlanıyor.

Gerekçeli karardaki düşünceler, bunun en bariz misalidir. CHP ne diyorsa AYM onu tasdik ediyor. Toplumdaki algı budur. O yüzden AYM bir adalet mekanizması gibi düşünülmüyor; CHP'nin Parlamento'da yapamadığı muhalefeti yargı yoluyla yapmaya çalışan bir kurum gibi algılanıyor. Çünkü gerekçeli karar aynen CHP ağzıyla yazılmış. Akıl tutulması bu olsa gerek. Bu manzara yanlış! AYM, harakiri yapıyor. Sadece kendi saygınlığını tehlikeye atmakla kalmıyor; aynı zamanda bu ülkedeki adalet kavramını imha edecek algılara sebep oluyor. Çok açık bir şekilde yetkisini aşan AYM, yargı yoluyla kurulmak istenen bir diktatörlük algısına neden oluyor. Demokrasimiz adına korkunç bir hata, affedilmez bir yanılgı.

Pek çok aydının da açıkça ifade ettiği gibi AYM'nin 'Meclis'in yetkisini gasp etmesi' sonuçta bir vesayet sistemini dayatıyor. Buna 11 üyeli bir mahkemenin hakkı var mı? Olmaz, olamaz; olursa bu adaletsiz düzene 'juristokrasi' adını verenler haklı bir tespitte bulunmuş olur. Bu, Türkiye'ye verilecek en büyük zarardır; bunun altından kimse kalkamaz...

Türk medyası, yargı vesayetine boyun eğmeyeceğini çok net bir şekilde ifade etti. Toplumdaki talep de budur. Medya daima özgürlüklerin yanında yer almalı. Bugün başörtüsü konusunda eğilip bükülenler, yarın diğer özgürlük taleplerinde de dimdik duramayacaklar. Bugün aşırı laikçilik hesabıyla AYM karşısında kem küm edenler, yarın kendi özgürlükleri kısıtlandığında da bir şey diyemeyecekler. Daha kötüsü; varlık sebebini ve gücünü temel hak ve özgürlükleri savunmaktan alan aydınlar (ve tabii ki gazeteciler) bu sınavdan geçemezse bir daha hiçbir sınavdan geçemeyecek. Çünkü bir defa vesayet sistemine boyun eğenler, bir daha özgürlük mücadelesi yapamaz!


Özkök mü haklı Çölaşan mı?

Aydın Doğan'ın Emin Çölaşan hakkında açtığı davaya Üsküdar Asliye Mahkemesi'nde geçen hafta devam edildi. Tanık olarak dinlenen Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, eski köşe yazarları Çölaşan hakkında bazı açıklamalar yaptı ve suçlamalarda bulundu. Özkök, eski yazarını paragöz olmakla itham ediyor ve buna örnekler sıralıyor. Sansür konusundaki iddialara ise Doğan Grubu'nun genel yayın ilkeleri olduğunu, buna göre davranıldığını; dolayısıyla sansür yapılmadığını söylüyor. Hatta daha öteye gidiyor ve Çölaşan ile yaptığı her görüşmede 'Grubumuzun menfaatleri yönünden hükümet aleyhine yazmamızı istemiyor musunuz?' diye sorduğunu naklediyor ve bu ısrarlı sorunun kendisinde bir şüpheye yol açtığını ifade ediyor. 'Sanki üzerinde teyp var' kuşkusuna kapılmış Ertuğrul Bey...

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni'nin açıklamaları Çölaşan'ı çok kızdırmış olacak ki internet sitelerinde gördüğüm sert cevaplar gecikmedi. 'Şıracının şahidi bozacı' diyen Emin Bey, doğruların söylenmediğini ifade ediyor. Kendisine defalarca sansür yapıldığını iddia eden yazar, telefon görüşmelerinin Hürriyet tarafından kaydedildiğini, hatta özel mektuplarının bile habersizce görüntülenip yayınlandığını söylüyor. Akla ziyan iddialar bunlar...

Karşılıklı suçlamaların önemli bir bölümü bizi ilgilendirmiyor; şirket içi dengeler ve rekabetler söz konusu belki de. Mahkemeye intikal etmiş bu davanın bu köşeyi ilgilendiren kısmı sansür, denetim, yayın özgürlüğü ve yayın sorumluluğu gibi bölümlerdir.

Aslında bu gibi tartışmalarda herkes kendi işine geleni anlatıyor. Bu açıdan baktığınızda Çölaşan'a hak veren de olur; Özkök'e hak veren de. Neden? Çünkü bu tür sıcak kavgalar çıkmadan bu konuları açıkça tartışmıyor medya. Denetim nedir, sansür nedir, yayın yöneticisi köşe yazarına ne kadar müdahale eder, nereden sonrası sansürdür?.. Bu soruları normal zamanlarda tartışmayanlar ya da bu konularda tutarlı bir tutum sergilemeyenler inandırıcı bulunmuyor. 'Genel yayın ilkelerimiz var' demek yetmiyor mesela. Onu herkes için ve her şart altında uygularsan inandırıcı oluyorsun. Örneğin, bir yazara 'hakaret edici yazı yazıyorsun' diyorsanız başka hakaret edenlere de bir şey demeniz gerekiyor. Hangi konu olursa olsun habere konu edilen kişilerin görüşü alınmadan haber yapılması tam bir gazetecilik faciasıdır; mesela bu ısrarla yapılmamalı. Aksi takdirde haklıyken haksız duruma düşebilirsiniz...

Köşe yazılarına bazı şartlarda müdahale edilir; bu, dünyanın her yerinde (basın özgürlüğünün en gelişmiş sembol ülkeleri de buna dâhildir) böyledir. Prensipler bellidir; o çerçevede yapılan müdahale sansür değildir. Yalan bilgiye müsaade etmez editör. Eksik bilgiyi düzeltir. Hakaret ifade eden ve eleştiri sınırlarını aşan yazıyı yayınlamak zorunda değildir yayın yöneticisi. İftira mahiyeti taşıyan yazıya da izin verilmez. Kanunen suç sayılan ayrımcılık, ırkçılık gibi suçlara ortak olmaz gazete...

Sansür ile yayıncılık sorumluluğu arasındaki belirgin farkı ve yetki paylaşımını dürüstçe tartışmayan medya, kavga çıktığında kimin haklı olduğuna karar veremiyor; veremez de. Asıl olan zamanında konuşmaktır; hatta daha önemlisi yayın ilkelerini hayata geçirmektir; o ilkeler üzerinden manevra yapmak değil...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT