Vesayet ve Cesaret
3 Temmuz 2013 askerî darbesinden sonra yargı önüne çıkarılan Mısır Cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursî’nin geçtiğimiz hafta yapılan ilk duruşması, tuhaf ve anlamlı bir şekilde bana 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra tutuklanıp yargılanan Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Yassıada duruşmalarındaki tavırlarını hatırlattı.
Mursî de, Bayar ve Menderes de, Mısır ve Türkiye halkının oylarıyla iktidara getirdiği meşru devlet ve hükümet başkanlarıydı; Mursî de, Bayar da Menderes de, bir askerî darbeyle devrilmişlerdi ama Yassıada’daki ilk duruşmaları, hiç de Dr. Muhammed Mursî’nin yargılandığı ilk duruşmaya benzemiyordu…
Mursî, ilk duruşmasında mahkemenin ‘yasa dışı’ olduğunu bildiriyor, de facto, yani fiilen olmasa bile de jure, yani hukuken Mısır Cumhurbaşkanının kendisi olduğunu hatırlattıktan sonra, yargıcın, Mısır Cumhurbaşkanı ile konuştuğunu, dolayısıyla da ayağa kalkmasını istiyor ve şöyle diyordu: “Ben, Dr. Muhammed Mursî. Mısır Cumhurbaşkanıyım ve darbe sebebiyle buradayım. Mısır Cumhuriyeti’nin başkanı olarak, burada zorla tutuluyorum. Siz yargıçlar, meşru bir cumhurbaşkanını yargıladığınız için, yargılanacaksınız.” Gazeteler, Mısır’ın devrik ama meşru cumhurbaşkanının, sanık giysisi giymeyi reddettiğini ve kendisini deviren askerî cuntayı ‘suçlu, hain ve yıkıcı’ olmakla itham ettiğini de bildiriyorlar.
27 Mayıs 1960’ta 24 yaşında ‘Vatan’ gazetesinin siyasi muhabiriydim ve Yassıada’daki ilk duruşmayı değilse de, sonraki bazı davaların duruşmaları sırasında orada, Yassıada’daydım. Celâl Bayar’ın eski bir komitacı kimliğiyle yaptığı birkaç çıkış hariç tutulursa, Demokrat Parti’nin tutuklu bakanları, milletvekilleri ve bürokratlar, sanki mahkemenin legalitesini zımnen kabullenmiş ve onaylamış gibiydiler. Evet, sanki, darbeyi gerçekleştiren askerî cuntanın atadığı yargıç [Salim Başol] ve savcının [Altay Ömer Egesel] önünde değil de meşru bir mahkemede yargılanıyorlarmış gibi, kendilerini savunmakta idiler… Menderes’in tavırları gözümün önünden hiç gitmiyor. Hele o boynunu büküp yana eğerek ve ellerini önünde kavuşturarak, biraz da titrek bir sesle ve nazikçe ‘Hatırlamıyorum, Reis Beyefendi!’ deyişleri! Bir direnme, mahkemenin meşruiyetini sorgulama, askerî cuntayı ihanet ve yıkıcılıkla suçlama yok! Salim Başol’un Bayar’a ve Menderes’e karşı kaba, küstah ve apaçık aşağılayıcı bir tavırla ‘Sen!’ diye hitap edişine itiraz yok! Yassıada komutanı Albay Tarık Güryay’ın zulmünü ve despotluğunu mahkemede dile getirme, yok!
Şöyle düşünebilir miyiz? Tanzimat’ın sivil bürokrat paşalarıyla başlayıp Cumhuriyet’le devam eden bürokrasinin, bir hâkim tabaka olarak, başta Bayar ve Menderes olmak üzere, bizim insanımızın bilinçdışını vesayet altına almış olduğu… Sanki Cumhuriyet’in elitleri olan bürokratların kararlarının, icraatlarının, karakuşî hükümlerinin nasıl olursa ve hangi kayıt ve koşulda olursa olsun, bir mukadderat imiş gibi bilinçdışı bir teslimiyetle kabullenilmiş olması!
Gazeteler, Mursî’nin duruşması sırasında Müslüman Kardeşler’in dışarıda protestolarla kıyameti kopardıklarını yazıyor. Bayar ve Menderes, ülkenin meşru cumhurbaşkanı ve başbakanı tutuklanıp yargılanırken, bizim halkımızdan ‘tık!’ bile yoktu!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT