“Verirsem azalır diye mi korkuyorsun?”
Adam olsaydık içimizde bir tek yoksul bile olmayabilirdi. Sistem bozukmuş, gelir dağılımı adaletsizmiş, sosyal devlet aslında sosyal-mosyal değilmiş, bilmem neymiş de bilmem neymiş, o yüzden bu kadar yoksul varmış; hikâye! Kendi sorumsuzluğumuza toz konduramadığımız için bütün sorumluluğu devlete yükleyip, olmayan vicdanımızı rahatlatıyoruz.
Devlet devlettir, insan değildir. Suçu-günahı olsa ne yazar? Din Günü'nde devletler mi hesaba çekilecek?
“Ama efendim, devleti insanlar yönetiyor; devletin suçlu olduğunu söylerken onu yöneten insanları kastediyoruz.” Öyleyse, devleti yönetenlerin insanlığına karşı bizim insanlığımız! Hodri meydan!
Ailemizdeki yoksula, sokağımızdaki yoksula, arkadaş çevremizdeki yoksula adam gibi sahip çıkıyor muyuz? Adam gibi sahip çıksak, o yoksulun yoksulluğu devam eder mi? Eline ayda-yılda üç-beş kuruş sıkıştırmaktan bahsetmiyorum. Olağanüstü bir toplantı düzenleyip “Bu kardeşimizin, bu akrabamızın, bu komşumuzun, bu arkadaşımızın durumunu düzeltelim. İş mi bulacağız, aramızda para toplayıp iş kurması için sermaye mi vereceğiz, doğru dürüst bir maaş mı bağlayacağız, hemen karar alalım ve aldığımız kararı hemen uygulamaya koyalım. Yoksa Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) 'Bizden değildir' diye andığı tiplerden oluruz” deyip, yanı başımızdaki yoksulun çilesine anlı-şanlı bir nokta koymaktan bahsediyorum. Bunu yapmamızı devlet mi engelliyor?
Her aile, her apartman, her arkadaş çevresi, her cami cemaati, her mahalle kendi yoksullarına örgütlü bir şekilde sahip çıksa, onlarla doğru dürüst ilgilense, onları kalkındırsa, devletin sosyal adaletsizliği filan vız gelip tırs gitmez mi? İşine yarayacak bürokratlara veya siyasetçilere lüks bir lokantada yemek verirken 10 yoksul aileyi bir ay boyunca doyuracak miktarda parayı gözünü kırpmadan gözden çıkaran ve yemek boyunca neşeli kahkahalar atan, ama bir yoksula üç kuruşluk yardımda bulunması istenince fevkalade ince eleyip sık dokuyan ve bu arada suratını fena halde asan milyoner veya milyarder işadamlarının vicdansızlığı da vız gelip ters gider. Orta halli veya orta halden hallice vatandaşların -iyi örgütlenerek- altından kalkabileceği bir iştir sözünü ettiğim.
Biz bir vakıf medeniyetinin çocuklarıyız ve bu medeniyetin emarelerini hâlâ taşıyoruz; bir kazadan sağ salim kurtulduğumuz zaman “Verilmiş sadakamız varmış” dediğimize göre, kendimizi ancak başkalarına yardım ederek kurtarabileceğimize inanmaya devam ediyoruz; lakin sonuç almaya, meseleyi halletmeye, olayı bitirmeye dönük yardımlaşma anlayışından çok uzaklaştığımız, yardımı iyice sembolik hale getirdiğimiz de bir gerçek. Çoğumuz, sadra şifa olacak bir yardıma gücümüz yetse bile sadra şifa olmayacak bir yardımla yetinebiliyoruz; yaptığımız yardımın sadra şifa olup olmayacağını önemsemiyoruz; sadece vicdanımızı rahatlatma amacı güderek vicdansızlık ediyoruz.
Mustafa İslamoğlu Hoca'nın nefis bir sözü var: “Verirsem azalır diye mi korkuyorsun? Öyleyse sen Allah'ı tanımıyorsun.”
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT