Varlıklı kesimle ilgili haberler
Bildiğiniz gibi Çekmeköy (İstanbul) yeni ve gözde yerleşim alanları arasında akla ilk gelen bölgelerden birisi.
Gazetelerin artık neredeyse yarısını kaplayan ve her biri Genelkurmay'ın hiç mi hiç hoşlanmadığı "yabancı" adlardan birisini taşıyan proje ilanları içinden geçen gün birisi özellikle dikkatimi çekti.
Çekmeköy/Taşdelen'de bir "Dream City" projesinin ilanıydı bu.
8 bin 600 metrekare arazi üzerinde kurulan ve 144 daireden oluşan bu projenin öne çıkan özelliklerinden birisi "geniş güvenlik önlemlerine ağırlık verilmesi" imiş.
İyi güzel tabii, proje aynı zamanda güvenli de olmalıdır.
Ama bakın nasıl:
"Projenin çevresinde oluşturulacak koruma duvarının üzeri, koruma çitleri ve jiletli teller ile kaplanacak. Birbirini gören gece görüşüne sahip, belirli aralıklardaki kameralar ise güvenlik kulübesine bağlanarak, güvenli bir yaşam oluşturulacak."
Siz ne düşünüyorsunuz bilemem; projeyi yeterli ölçüde "güvenli" buldunuz mu bilmiyorum.
Bana sorarsınız şöyle derim: Yeterli değil tabii ki. Bu zamanda bir "city"nin sadece "duvar+ koruma çitleri+ jiletli teller+ kameralar+ güvenlik kulübeleri"le güvenliğinin sağlanabilmesi mümkün mü? Dolayısıyla, projenin adına ("Dream City") layık olabilmesi için "koruma çitleri"ne mutlaka koruyucu elektrik akımı da verilmelidir...
İsterseniz konunun-hikayenin hatırlattığı "moralite"yi de unutmayalım:
Demek ki bu ülkenin "varlıklı kesim"i ülkenin "varlıksız kesim"i karşısında aldığı "güvenlik önlemlerini" buralara kadar vardırdı... Demek ki iş, proje ilanlarında-reklamlarında "jiletli tel"in hatırlatılmasına kadar vardı.
Her şey bir yana, "varlıklı kesim"in bu açık sözlüğü, tek başına, yol haritamızda çizili olduğu söylenen bir AB ülkesini değil de, varlıklı kesiminin "jiletli teller"i çoktan eskittiği Brezilya'yı filan hatırlatıyor.
Şimdi konuşacağımız haberin üzerinden iki ay geçmiştir herhalde. Ama haberin arkası gelmediğinden benim açımdan ilginçliğini hâlâ ilk günkü gibi koruyor.
Sabancı Holding'in CEO'su Ahmet Dördüncü Şanlıurfa'daki Harran Üniversitesi'nde düzenlenen konferansta öğrencilere deneyimlerini ve başında bulunduğu grubu anlatmış.
Güzel bir fikir ve girişim doğrusu. Harran Üniversitesi öğrencileri böylece, ülkenin en büyük (kaçıncı?) gruplarından birinin en yüksek yöneticisinin anlattıklarından gelecekleri için ders çıkaracak, CEO'yu belki bir model olarak alacaklar.
Neyse, konferans bitmiş ve sıra gelmiş soru-cevap faslına.
Harran Üniversitesi'nden bir öğrenci:
"Ahmet Bey, 57 bin çalışanınız olduğunu söylüyorsunuz. Bunlar arasında hiç Harran Üniversitesi mezunu var mı?"
Güzel soru doğrusu. Holding'in CEO'su Harran'da konferans verdiğine göre,bu üniversitenin öğrencilerinin aklına bu soru tabii ki gelecek. Eğer o güne kadar holding bünyesinde tek bir Harran'lı mezun yer almıyorsa, bu kadar zahmete ne gerek var?
Ahmet Dördüncü, haklı olarak, 57 bin çalışanı içinde kaç Harran mezunu olduğunu bilmediğini ama "muhtemelen" olduğunu söylüyor.
Öğrenci inatçı: "Sanmıyorum Ahmet Bey. Sizin gibi büyük şirketler Harran Üniversitesi'nden mezun olanları beğenmiyor, iş vermiyor."
Ahmet Dördüncü:
"İddia etmeyeyim ama baktırayım. İstersen seninle bahse girelim. Harran Üniversitesi mezunlarını tümüyle görmezden gelmek gibi bir tavır içinde olmayız. (...) Eğer 57 bin kişi arasında bir Harran mezunu bile çıksa, iddiayı ben kazandım demektir."
Harran'daki olayı aktaran köşe yazarı (Vahap Munyar) yazısının sonuna şu notu düşmüştü:
"Ahmet Dördüncü şimdi holdinge bağlı şirketlerin hepsine baktırıyor. 57 bin kişi arasında Harran Üniversitisi mezunu çıksa da çıkmasa da (sonucu) bahse girdiği öğrenciye bildirecek."
Bahsi Ahmet Bey mi, yoksa Harran'lı öğrenci mi kazandı? Aslına bakacak olursanız merak edilecek bir sonuç da yok ortada. Holding bünyesinde Harranlı çoktur belki ama Harran Üniversitesi mezunu olup da öğrenimine uygun bir iş tutmuş kimse ile karşılaşabilmek imkansız olsa gerek. Dolayısıyla, eğer sonuçlanmamış ise, bahse ben de katılıyorum...
Söz konusu diyaloğun geçtiği salonda öğrenci olarak bulunmak istemezdim doğrusu. "Varlıklı kesim"in önemli bir CEO'su "varlıksız kesim"in üniversitelilerine deneyimlerini ve başında bulunduğu grubu anlatmaya gelmiş; ama CEO ile salonda bulunan mezun adayları ve salonda bulunmayan eski mezunları arasındaki mesafe o kadar uzak ki, birbirlerini anlamaları neredeyse imkansız...
Rahmi Koç'un Ayşe Arman'a (Hürriyet) verdiği röportajdan:
- "Ne tür insanları kesinlikle işe almazsınız?"
- "Sakallı, bıyıklı adam katiyen almam. Kirli sakal da sevmem. (...) Buranın da kendine göre bir ciddiyeti var...."
- "Tişört giyilebiliyor mu?"
- "Yok. Tişört olmaz, gömlekle gelecek, bir yakası olacak. Çorabı düşük adam da sevmem. Eti gözükmeyecek. ..."
- "Evdeki personel?"
- "Ben üniforma severim. Evde çalışanlar üniforma giyerler. Akşam başka, gündüz başka...."
- "Bütün ev işlerinden sorumlu kahya gibi biri var mı?
- "Tabii tabii, o da çizgili lacivert elbise giyer. O housekeeper'ımız. İngilizce de bilir, otelden aldım, kat sorumlusuydu."
- "Sadece banyodayken mi yalnızsınız?"
- "Yatak odamda da. Ama beni yatırıncaya kadar birileri olur. Ben yattıktan sonra giderler."
Hoşunuza gitti ise devamını da kaçırmayın bayağı eğlenceli.
Röportajda Rahmi Koç'un "adam" sözcüğünü son derece rahat kullanması özellikle dikkatimi çekti. "Bıyıklı adam", "çorabı düşük adam" vs.
Ankaralı bir ailenin biraz daha ısrar etse bir İngiliz soylusu sanacağımız bu tek oğlunun röportaj boyunca hemen herkesten birer "böcek"mişcesine –kendisi dışında tabii ki- gibi söz ettiği izlenimi edindim.
Bu röportajdan da şu "moralite"yi çıkardım:
Bu zamana kadar yıllarca yatıp kalkıp "Bizdeki varlıklı kesim ile burjuvaziyi karıştırmamak gerekir, nerede o kültür, nerede o hayat tarzı vesaire" diye şikayet edenlerin hakkını yemişim.
Haksız değillermiş, sahiden karıştırmamak gerekirmiş.
Söz konusu itirazı dile getirenler öne sürdükleri başlıca delil açısından da haksız değillermiş.
"Burjuvazi yoktur, bizde asıl olan üniformadır" demiyorlar mıydı?
İşte buyurun...
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT