Varlığın kemali, dünyanın kusuru
Her şey hareket ve değişme halindedir, mutlak değildir, mukayyettir, izafidir, fakat aynı zamanda mükemmeldir. Her daim hareket ve değişme içinde olan kemalini başkasına borçludur.
Bu kendinden kemal değildir. Varlık İlahi bir sanat olarak mükemmeldir. Kusur dünyanın kendisindedir. Mükemmel bir varlıkta, fakat kusurlu bir dünyada yaşıyoruz.
Yunanlı filozoflar ve hâkimler, insanın içinde bulunduğu dünyanın kusurunu temel alarak kaosu düşünmeye başladılar. Bu biraz da hikmetle irtibatlarının kesildiği bir zamana tesadüf eder. Aslında onlar da başlangıçta vahye göre ve hikmete uygun bir varlık görüşüne sahiptiler, fakat bir dönem sonra, dünyanın kusurunu referans alıp, varlığı da kaos olarak görmeye başladılar. Bu yüzden Yunan felsefesinin en temel sorunu köken, yani varlığın kökeni olmuştur.
Bunu şöyle formüle edebiliriz: Kusur dünyaya ilişkindir ve dünya, insana devamlı bir şekilde kusurlu bir varlık alanında bulunduğunu ve kendisinin de kusurlu olduğunu hatırlatır. Dünyanın kelime anlamı da, merkeze en uzak veya en aşağı varlık alan demektir. Merkezden uzaklaştıkça dünyanın kusuru artmaktadır. Biz bedenimizle bu dünyaya aidiz ama ruhumuzla buraya ait değiliz. O zaman kaos da insana aittir, varlığa ait değildir. Eğer bir kaos varsa, bu varlığa ait bir sıfat değil; insanın sıfatıdır. Çünkü insan, dünyanın kusurunu ve kendi eksik, yanlış ve hatalı eylemlerini -daha genel bir tabirle- günahlarını, kaos olarak görebilir ve bunu varlığa izafe eder. Bu açıdan kaos, insanın fesadıdır. İnsanın -iman ve salih amel sahibi değilse- yeryüzünde çıkarttığı da fesattır. İnsan mükemmel varlığa bakıp kendisi de ahlaki kemale yönelmesi gerekirken, kendi kusurunu, kaosunu varlığa yansıtıyor.
Varlıkta bir düzen vardır. Kur'an buna "mizan" der. Elbette bu, bir zanaatkârın nesneye verdiği şekil değildir; vaaz edilmiş hassas bir dengedir. Kur'an'da; "O (Allah), mizanı vaaz etti; sakın onu değiştirmeye, ölçüsünü aşmaya kalkışmayın" buyruluyor. Belki bugün, adına ekolojik denge dediğimiz varlığın üzerinde oturduğu şey budur. Beşeri hayatta mizan bozulduğu, denge aşıldığı ve çiğnendiği zaman kaos olur. Bu şu demektir: İnsan varlıkta kaos yaratmaya çalışır; bu sefer de varlık, ona tepkiyle cevap verir. Kanaatime göre Kur'an'da, beşeri hayattaki kaosa denk gelebilecek en uygun karşılık "dalalettir". Kelime manasıyla dalalet karışıklık, şaşkınlık, tereddüt, yanlışlık, unutkanlık ve sapkınlıktır. Dalaletin sonucu yeryüzünde fesadın yaygınlaşmasıdır.
Varlıkta tek bir ilah var ve onun düzeni, onun otoritesi, onun rububiyeti ve ulûhiyeti hakimdir. Eğer kâinatta, varlıkta iki ilah olsaydı, fesat (çatışma ve bozulma) olurdu; orada iradeler, otoriteler çatışırdı. Pekiyi, eğer varlıkta fesat yoksa yeryüzünde, beşeri hayatta kaosun olmaması için neye dikkat etmek gerekir? Elbette, bir Emr-i İlahi olan münzel şeriata bağlı kalmak gerekir. Münzel şeriat, aynı zamanda kaosun zıttı, kaosun karşıtıdır. Kelime manası olarak şeriat suya götüren yol, patika yol demektir, hayat verici olana götürüyor. İşte, eğer bundan saparsan, bunun dışına çıkarsan yeryüzünde fesat olur, kaos olur deniliyor. Nasıl yaratılışın başlangıcında "Kün" olan İlahi emir varlığa düzen verdiyse, varlık ağacının meyvesi olan insanın hayatına da düzen verecek olan İlahi emirlerdir.
Batı tefekkürünün temelinde kaos yattığı için, varlık akılla bilinebilir ve aynı zamanda akılla düzenlenebilir. O zaman aklın bir açıklayıcı projesi vardır. Kaos dolayısıyla efendisi olmayan evren, sırları/yasaların işleyişi keşfedildiğinde nasıl yeniden düzenlenebiliyor idiyse, aklın öngörüleriyle sosyal/beşeri hayat da projelendirilebilir. Bu proje nasyonel olmalıdır ve insanı mutlak efendi kılmalıdır. İnsanın efendi (birey) olabilmesi için başkasına ihtiyacı yoktur, sadece aklı ona yol gösterecektir. Bu sayede evrenden dışarı çıkardığı gibi Tanrı'yı dünyanın da dışına çıkaracak -Nietszche'ye göre tanrıyı öldürecek- ve kendi tanrılığını ilan edecektir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT