Var mısınız yok musunuz
15 Temmuz 2010.
Taraf, Ramazan Ateşkesi sürmanşetiyle çıktı.
Kanın gövdeyi götürdüğü günlerdi. Art arda baskınlar yaşanıyordu. Ölümler referandum gündemini bile ikinci sıraya itmişti.
O âna kadar tek bir kişinin bile telaffuz etmediği, bugün pıtrak gibi ortaya çıkan arabulucu namzetlerinden hiçbirinden duymadığımız bir öneriydi bu. Ortam ve şartlar bir ateşkes için hiç de uygun görünmüyordu. Yine de gazetenin yazıişleri risk alıp ve bana güvenerek bu haberi sürmanşete çekti.
Habere çok az kişi inandı. Dalga geçenler, tufaya düşürmüşler sizi diyenler çoğunluktaydı.
Ve bir ay sonra Öcalan ve PKK referandum süresince ateşkes ilan ettiklerini açıkladı.
Haber bir ay sonra patlamıştı. Herkes beni ve 1996-1999 yılları arasındaki PKK-devlet görüşmeleri üzerine yazdığım bir yazının ardından telefonla araması üzerine tanıştığım, bir köprü altındaki balıkçıda buluştuğum namı diğer Balıkçı’yı arıyordu...
12 yıl sonra devlet yeniden bir barış planıyla balıkçıya uğramış ve şu mesajı vermişti: Ramazan’da ve referandum kampanyası süresince ateşkes olsun, ardından somut adımlar atılacak.
Bütün bunları Balıkçı’dan öğrendik
İmralı’da Öcalan ve devlet arasında görüşmelerin başladığını, ateşkes sürecinde askerlerin sessiz kalacağını, operasyonların azalacağını Türkiye ilk kez Balıkçı’dan ve Taraf’tan öğrendi.
Bugün Türkiye’de herkes devletin İmralı’da Öcalan’la görüştüğünü artık biliyor. Operasyonların azaldığını, askerlerin bu süreçte sessiz kaldığını da görüyor.
Bunu ne Öcalan’dan, ne PKK’dan, ne devletten, ne istihbarat örgütlerinden çok iyi haber alan gazetecilerden, ne de arabulucu namzetlerinden değil, Balıkçı’dan öğrendik.
Temmuzdan bu yana herkes Balıkçı’dan bahsederken ne devletten ne de PKK’dan bir Balıkçı yalanlaması geldi.
Çünkü bu görüşmeleri yapan kişi Balıkçı’ydı.
Tıpkı bundan 12 yıl önce ilan edilen ve 2004’e kadar süren 1998 ateşkesinin görüşmelerini yapan iki kişiden birinin o olduğu gibi.
1998’de ilan edilen ve 2004’e kadar süren ateşkesin gerçek hikâyesini onun anlatımıyla ilk kez Taraf’ta okudunuz. Yine tek bir yalanlama gelmedi, haklarında çok ciddi iddialar ileri sürülen isimlerden hiçbiri tekzip göndermedi, dava açmadı.
Medyaya da bölük pörçük yansıdı o süreç. Enis Berberoğlu’nun 1999’da Hürriyet’te, Saygı Öztürk’ün 2000’de Star’da “devletin Öcalan’a oyunu” zannettiği, Faruk Bildirici’nin Maskeli Leydi’de görevden alınmadan birkaç saat önce Meral Akşener’in masasına bırakılan dosyada anlatıldığını söylediği o ateşkes süreciydi.
1998’deki ateşkesin, aralarında Genelkurmay Başkanlarının da olduğu onlarca, yüzlerce tanığı var. O tarihlerde köprü altındaki balıkçıya yolu düşmeyen üst düzey devletli, Kürt siyasetçi yok gibi.
O sürecin en somut tanığı bizzat Öcalan’ın o dönemde kendisiyle görüşen arabulucu olarak açıkladığı, yakalandıktan sonra ısrarla avukatı olmasını istediği Selim Okçuoğlu’ydu.
Geçen hafta Hasan Cemal’e konuşan o dönem Sabri Ok’la birlikte cezaevinde yatmakta olan PKK’nın yeni Avrupa sorumlusu Muzaffer Ayata’nın “Görüştüğümüz askerler çok iyilerdi” dediğine bakmayın. O süreçte PKK ve Öcalan’la tüm görüşmeleri avukat Selim Okçuoğlu yürüttü. Bu görüşmeleri devlete ve o iyi askerlere iletme görevi ise Balıkçı’nındı.
2010 yılında bu kez tek başına barış denen sıcak kestaneyi kucağında buldu Balıkçı. Eğer o araya girmese referandum süresinde daha çok kan akacaktı. En başından itibaren kendisine madden ve manen çok zarar veren bu arabuluculuk işine soğuk bakıyordu. Zorla, birkaç kez bırakmak isteyerek sürdürdü bu işi.
Neşe Düzel röportajından sonra
Dönüm noktası Neşe Düzel röportajı oldu. Oradaki kapsamlı barış projesi ve barış dili birilerini ürküttü. Belki erken bulundu. Belki bu görüşmelerin bu kadar alenileşmesinden her iki taraf ta rahatsız oldu seçime kadar bu sürecin daha düşük profilli götürülmesine karar verildi. Kötü niyetli bir yorum yaparsak bu süreçte inisiyatifi kimseyle paylaşmamak, barışın gelmekte olduğundan korkup köprüleri atmak için artarda “Balıkçı yok” açıklamaları gelmeye başladı.
Balıkçı’nın anlattıkları üzerine yazdığım 1998 ateşkesinin hikâyesinden görüşme notlarında övgüyle bahseden Öcalan, ülke dışına çekilmek üzerine anlaştığı haberlerini soran avukatlarına “Anlaşmadım. Balıkçı bir kurgu olabilir” dedi.
Önce Selahattin Demirtaş, Roj Tv’ye sonra da “Ben de bunu açıklamak istiyordum” diyerek Kongra-Gel Başkanı Zübeyr Aydar Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a “Balıkçı diye birinin olmadığını açıkladı. (2006 yılında İsviçre’de yürütülen ve Öcalan’ın “beni kandırdılar diye pek de hoş şeyler söylemediği devletle görüşmeleri yürütenlerden biri Aydar’dı.) Devletin istihbarat örgütlerine yakın internet sitelerine de bir kampanya izlenimi veren bir zamanlamayla “Balıkçı’nın kimliği şu, yalancı, sahtekâr” gibi haberler düşmeye başladı.
Dün akşam Balıkçı ve Selim Okçuoğlu ile yemek yedim. Doğrudan “Var mısınız yok musunuz” diye sordum” Balıkçıya: “Telefonla joker hakkımı kullanmak istiyorum” dedi.
Şaşkın değil. 18 yaşında bir ay arayla devlet ve PKK tarafından vurulduğunu hatırlattı. İlk kez “yok” ilan edilmiyor. 1999’da Öcalan İmralı’daki duruşmada görüşmeleri açıklayınca da “yok” ilan edilmiş, gözlerini bir hücrede açmıştı.
1998 ateşkesinde Balıkçı’nın bu rolünün şahidi, o süreçte epeyce zarar görmüş Selim Bey artık bu işlerden uzakta duruyor ve birlikte çok büyük badireler atlattıkları Balıkçı’yı da en başından itibaren “dikkatli ol” diye uyarıyor.
Köprü altındaki balıkçıda gördüğüm üst düzey askerî yetkililer, görüşmeleri izlemek için balıkçının biraz ilerisinde açılan MİT ofisi, küçük çay ocağında Balıkçı ile istişare ederken rastladığım BDP’nin çok üst düzey parti yetkilileri ve Balıkçı’yla görüşen, köprü altına gelip giden daha onlarca, belki yüzlerce kişi onun varlığına şahit olabilir.
En başta ben şahidim. Balıkçı diye biri var. Ama kutuda okuyacağınız mesajı bırakarak bir süre kapsama alanı dışına çıkıyor...
Balıkçı’nın mesajı: Uzaktan izleyeceğim
Ben bu topraklarda bir gün iki halkın ve onları temsil eden siyasi yapıların da onurunu koruyan sahici bir barışın gerçekleşeceğine tüm yüreğimle inanıyorum. Hem 1998 ateşkesi hem de 2010 Ramazan ateşkesi, kendi alanlarında saygın ve şu anda yaşayan onlarca tanığın doğrudan, yüzlerce tanığın da dolaylı olarak “ben biliyordum, benim haberim ve emeğim de vardı” diyeceği arayışların bir toplamıdır. Benim gibi kıymeti kendinden menkul biri bu kadar saygın ve yoğun emeği gölgeleyemez. Yakın bir zamanda ortak bir dili ve ortak bir duygunun yakalanmasını umut ediyorum. Bu barış sürecinin en önemli sonucu kimseyi dışlamayan bir sivil iradenin ortaya çıkıp ortak vicdan ve ortak akıl adına devreye girebilmesidir. Ben de herkes gibi süreci uzaktan izlemeye devam edeceğim.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT