Vahşet dolu bir dünyada iyiliğin taşıyıcısı olmak...
Yasin Aktay, Gazze, Ramazan hoca, taksici cinayeti üzerinden dünyanın fotoğrafını çekerken sorumluluklarımızı da hatırlatıyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Şehir üzerine düşünmek: Gazze, Ramazan hoca, taksici cinayeti
Hazır şehirlerimizin kimin tarafından ve nasıl yönetileceği üzerine bir seçime gidiyoruz, vesile edinip bir süre şehir üzerinde düşünmekte büyük fayda var.
Daha önce de yazdığım bir yazıdan, yine yeri tekrar gelmişken uzun bir iktibastan önce şehirle ilgili güncel imtihan sorularımıza bir bakalım:
Tamamen özgür insanların, belki de dünyadaki en özgür insanların, dünya tağutlarına boyun eğmeme dirayetini gösteren tek şehir halkının, Gazze’nin üzerine 120 gündür bombalar yağıyor. 30 bine varan ölümler, dörtte üçü çocuk ve kadın, 70 bini bulan yaralısı ve yaşanamayacak hale gelmiş bir şehir olarak Gazze orada o halde soykırıma maruzken “ben varım” diyen insanların gündemlerine başka bir şeyi almasını aklınız alabiliyor mu?
Soykırım yapılırken başka her şeyin durması, insanların, cemaatlerin, toplulukların, şirketlerin, ülkelerin, liderlerin bütün çabalarını, bütün önceliklerini önce bu soykırımı durdurmaya vermeleri gerekmez mi?
Aklı, vicdanı, bedeni esir şehrin taşrasından gelen bir haberci, olabilecek en sahih, en gösterişiz, en yalın haliyle ve kendi halinde insanları gelmekte olan felaketleri konusunda, tamamen kendi iyilikleri için uyarırken, sadece “rabbim Allah, sizin de rabbiniz aslında Allah” dediği için şu güzelim şehrin içinde katledildi. Alimi katleden onun peygamberi katletmiş gibi değil midir? “Gariban Diyarbakırlı Ramazan hoca ne zaman alim oldu?” dediğinizi duyar gibiyim. Sizce âlimlik nedir, her şeyden önce kendini bilmek değil mi, sonra rabbini bilmek? Ramazan hocadan daha fazla kendilik ilmine, rabbinin ilmine vakıf kaç insan yetişiyor şehirlerimizde?
Alimlerini, dervişlerini, zahitlerini katleden şehirde çoluk çocuğunun rızkının peşinde koşan taksiciyi öldüren canavarlığın ortaya çıkmasını kim önleyebilecektir? Hangi medresenin mollası, hangi tekkenin şeyhi, hangi örgütün lideri veya hangi üniversitenin profesörü?
Şehir üzerine düşünmek insanın kendisi üzerinde düşünmesi, hatta bu düşüncede önemli bir aşama kaydetmesi demek. İnsan, tabiatı itibariyle kendisi üzerinde düşünebilen tek varlık.
Düşünebiliyor olması, bu imkanını kullanıyor olduğu, yani düşündüğü anlamına gelmiyor tabi. Tıpkı düşünebiliyor olması her düşündüğünün isabetli, sağlıklı olduğu anlamına gelmediği gibi.
İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, kendini tanıması, kendinin farkında olması, aklının sınırlarını bilmesi, kişiliğinin güçlü ve zayıf yanlarını öğrenmesi, iyi duyguları kadar kötü duygularının farkına varması; mesela kibrinin, nankörlüğünün, kıskançlığının ve çekememezliğinin, bencilliğinin ve sadizminin, bir dizi kompleksinin canlandığı anları izlemesi, dolayısıyla kendini kontrol etmesi. Bütün bu farkındalığı sağlayacak bir şehirlilik mi arıyoruz?
Aslında şehir içinde yaşayanın en canlı ve en yoğun şekilde yaşadığı bütün bu duyguların farkına varmak kendi üzerinde düşünmenin bir erdemi. İnsan salt akıldan ibaret değil tabii. İnsan salt felsefi metinlerde adını sıkça zikrettiğimiz şu büyük harfli “İnsan” da değildir.
O resimlerde çizilen bir insan da yok aslında.
İnsan hep ete kemiğe bürünmüş bir anne ve bir babadan doğmuş, kendi özel hikayesiyle, kendini mutlaka başkalarından ayırt eden özel yanlarıyla temayüz etmiş, bir yaşı, bir cinsiyeti, bir mesleği, bir memleketi, bir tipi, bir kendine özgü bedeni, bir dili, bir cemaati, bir akrabalıklar bağı, bir sosyal çevresi olan bir özne olarak var oluyor.
Şehir böyle insanların toplamının oluşturduğu bir birliktelik. Bu birliktelikler de yine büyük harfli her yerde aynı özelliklerle temayüz eden bir şehir ortaya çıkarmıyor. O şehirleri oluşturan küçük harfli insanların oluşturduğu, organize ettiği, renklerini, karakterlerini ve canlılıklarını verdikleri yerdir şehirler.
Oysa daha önce yine bir vesileyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın büyük bir edebi zarafetle resmetmiş olduğu Beş Şehir’den geleceğin Türkiye’sinde bir eser kalıp kalmayacağını sormuştuk. O Beş Şehirin temsil ettiği, her birini ayrı bir gezegen farklılığında, canlılığında ve kimliğinde mütemayiz kılan o şehir ruhu, betonarme binalar, her biri birbirine benzeyen cadde, sokak, alışveriş merkezleri ve sair modern kent mekanlarıyla nasıl da klonlanmış gibi durmaya başlamıştı.
Artık bir şehri merak etmenize, merak etmişseniz onu zahmet edip gidip gezmenize gerek yoktur Anadolu’da, birini gördüğünüzde hepsini görmüş gibi oluyorsunuz nasılsa. Hepsi birbirinin aynısı bu türden binalar ve mekanların serpiştirmeleri.
Buraya kadar mıdır peki? İnsanın bu dünyadaki hikayesinin sonuna mı gelmiş olacağız? Bütün insanların da birbirine ulandığı yerde insanın da sonuna gelmiş olmaz mıyız?
Tam olarak böyle olması mümkün değil tabii, ama bu sözde modern dünyada ortaya konulmaya çalışılan şehir pratiklerinde hayat boyutunu yok sayan, bütün şehirleri birbirine benzetirken, şehrin hayatına kasteden bir yaklaşım söz konusu
Neticede şehirleri bu hale getiren, kendi hayatiyetinin tam aksi bir noktaya getirip donduran, canlı olan insanın kendisi. Bir tercihle olmuştur her şey ve bir başka tercihle başka bir yere doğru gelişebilir.
Tarih boyunca bu dünyaya dair bir iddiası olan bütün medeniyetler, iddialarını, kurdukları şehirler üzerinden göstermeye çalışmışlardır. Şehirler sadece kurulan medeniyetlerin görkem şovlarının ifadesi olmamıştır. Böyle olanları da olmuştur tabii. İnsanın kibrinden, başka toplumlara, medeniyetlere hatta Tanrı’ya meydan okumaktan başka bir anlamı ve amacı olmayan şehirler de kurmuştur insanoğlu.
O tür şehirler sadece böylesi bir iddiaya dayanmışsa onları kuran irade ömrünün sonuna geldiğinde, kurdukları şehirler de kendileriyle birlikte sönüp gitmiştir. Çünkü İbn Haldun’un dediği gibi, onları besleyen badiyeler de yoksa hele, o şehirleri ayakta tutacak bir gerçeklik de olmadığı için önce zayıflamış sonra yok olup gitmiştir.
Şehirlerin yönetimi olayını elbette kimin şehirler üzerinde iktidar kuracağı basitliğinde almamamız gerek. Şehirler insanların bütün medeniyet iddialarını gösterme imkânı bulabilecekleri yegâne mekânlardır.
Medeniyet iddiası lafı oldum olası pek yakınlık duyduğum bir deyim olmamıştır, ama bir netice olarak içimizde ne varsa dışa vuranın da o olduğu gerçeğinde anlaştığımız takdirde, bugünkü şehirlerimizde şikâyetçi olduğumuz ne varsa bunun bizim içimizdekinin bir yansıması olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Kendi üzerimizde düşünmemize yol açacak olan şehir üzerine düşünmeye belki buradan başlamamız lazım.
HABERE YORUM KAT