VAHÖP’ten Açlık Grevi Açıklaması
Van’daki çeşitli STK’ların bileşiminden oluşan VAHÖP, 52. gününe giren açlık grevleriyle ilgili duyarlılık çağrısı yaptı.
Van Hak ve Özgürlükler Platformu (VAHÖP), bir basın açıklaması yaparak 52. gününe giren açlık grevleriyle ilgili duyarlılık çağrısı yaptı. Eylemi yapanlardan ziyade eylemin kendisi ve mesajına odaklanmak gerektiğinin vurgulandığı açıklamada Hükümet de takındığı tavır dolayısıyla kınandı.
Açıklamanın tam metni:
Basına ve Kamuoyuna
Sonda söylenecek sözü baştan söyleyerek başlayalım. Anadil, her zaman ve zeminde tartışılmaksızın kabul edilmesi gereken temel bir haktır. Türkiye gerçekliğinde anadilde savunma ve eğitim hakkı; hiçbir gerekçe ve sebeple engellenemez ve politik malzeme haline getirilemez değerdedir. Bunun üzerinde yapılacak her tartışma, zulmün ve haksızlığın hanesine yazılacaktır.
Bu coğrafyada insan yaşamı hak ettiği değeri bulamamış, bir istatistikten öte bir anlam ifade etmemiştir. Aynı şekilde insan hayatı bu toplumların tasavvurunda çoğu zaman hedefler ve kutsallar için feda edilebilecek bir araç gibi muamele görmüştür. Davası uğruna yaşamaktan çok ölmeyi göze alanların hikâyeleri destanlaşarak anlatılır kuşaktan kuşağa. Geçmişe gitmeden bile bilhassa Diyarbakır cezaevi cehennemi bu vakıanın ne kadar içeride bir yerlerde temellendiğini göstermek için kâfi bir örnektir. Dün ‘Hayata Dönüş’ adı verilen ve insan hayatını ciddiye alan (!) yaklaşım, açlık grevi olarak başlayan ve ölüm orucuna evrilen ve elli ikinci gününe giren güncel eylem için aynı bakış açısının daha titiz (!) sürdürüldüğünü görüyoruz. Geçmişte ölen ve sakat kalan insanların acı tecrübeleri tüm gerçekliğiyle gün gibi önümüzde duruyorken, bu eylemin önünü alacak tedbirlerin alınmaması, duyarsızlıktan öte bir zaafı, hatta bir kastı işaret etmektedir. Açlık eylemini değerlendirmekten öte, bu eyleme sevk eden unsurların zemini ve sebeplerini görmeden, eylemcilerin haklılığı veya haksızlığı üzerinde bir değerlendirme yapmak doğru olmamalı diye düşünüyoruz. Bu noktada insanî, adil ve ahlaki olanın eylemin niteliğinden öte; onu doğuran sebepler üzerinde yoğunlaşmak ve bunun üstünü örtmek çabasında olan tartışmalardan uzak durarak, eylemi sonuçlandırması gereken tavrın, bu taleplerin haklılığına dair bir kanaate ulaşılması ve bunun ikirciksiz ve ivedilikle yaşama geçirilmesidir.
Bu eylem karşısında iktidar partisinin, hatta başbakanın şahsında somutlaşan tavrın kabul edilemez olduğunu net bir şekilde ortaya koymak gerekir. Sık sık vurgusunu yaptığı insanı yaşatması gereken devletin, insan yaşamına bu kadar kayıtsız kalması, yaşamı küçümseyen ifadelerin rahatlıkla dile getirilmesi, hala bazı insanların devlet için bir yakıt olarak telakki edildiği yönündeki yargıyı güçlendirmektedir. Açlık grevine giren insanların sayısına bakmaksızın, insan tekinin küçük bir kâinat olduğu unutulmamalıdır. Cezaevleri, bir toplumun örtük kimliğidir. Cezaevleri ile ilgili tutum ve yaklaşımlar aynı zamanda insana verilen değer ile paralel bir görünüm arz eder. Buna göre devletin cezaevlerindeki insanları gözden çıkarması ve değersizleştirmesi kabul edilemez. Çünkü yine başbakanın ifadesiyle cezaevlerindeki insanlar devlete emanettir ve devletin bu emanetleri gözetmek yükümlülüğü vardır. Yani bir kimsenin suçlu (!) olması onun insan olmadığı anlamına gelmez.
Bir devletin devlet olmasının en belirgin niteliklerinden biri de makbul (!) vatandaşlarının hukukunu koruduğu gibi, tutuklu ve hükümlü vatandaşlarının da hakkını gözetmesidir. Bu çerçevede hükümlü vatandaşlarına karşı tecrid uygulamak en hafif tabir ile kendini sınırlandırdığı kanun-hukuk hükümlerine kayıtsız kalmaktır. Hiçbir insanın tecridi makul görülemeyeceği gibi, bunun kanuni ve meşru bir kaynağı da yoktur.
Politik hedefler ve kendini kabul ettirmenin şiddet dışı yolları her zaman vardır ve insan zekâsı her koşulda bunu üretecek kapasiteye sahiptir. Okullara yapılan saldırı ve kundaklama eylemlerinin, üniversiteyi basıp yakmanın, halkın kendini güvende hissetmesi gereken mekânların politik bir şiddet enstrümanı olarak kullanılması kabul edilebilirlik eşiğinin çok ötesindedir. Yıldırma ve tedhiş faaliyetinin halka yönelik olması, davası ne olursa olsun haklılık gerekçelerini yok eden ve bindiği dalı kesen bir mantıktır. Yine sivil halkın bu politik ve şiddete dayalı hesaplaşmada hedef tahtası haline getirilmesi, onların ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak mağduriyetine yol açan kepenk kapatma türü yaptırımlara maruz bırakılması, fillerin tepişip çimlerin ezildiği bir gerçekliğe tekabül etmektedir.
Diliyor ve umuyoruz ki, insan hayatının pazarlık konusu yapılmaksızın bu ölüm yolculuğunun önüne geçecek adımların hükümet tarafından acilen atılması, talebi olanların da insan hayatını bir silah gibi kullanmaksızın haklı taleplerini ifade edebilme imkânı oluşturabileceği bir ortam oluşsun. Çünkü anadilde eğitim ve anadilde savunma hiçbir koşulda pazarlığı yapılmayacak haklı bir taleptir.
Ölümle ve öldürmeyle değil yaşamla ve yaşatmayla kendini var edebilecek iradeler, bu mutsuz coğrafyanın özlemini duyduğu zaruri bir ihtiyaçtır.
Sözümüzü hepimizin rabbinin sözüyle sonlandıracak olursak; “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir insanı yaşatan bütün insanlığı yaşatmış, gibidir.” 5-Maide/32
VAHÖP adına Şehvan Karakoyun
HABERE YORUM KAT