Uzmanından Prosedüre Uygun Cinayet
Kürtaj bağlamında yapılan tartışmaların İslami, ahlaki ve hukuki açıdan değil de ifsat edici bir hazcılık ve çürütücü bir özgürlük bağlamında yürütüldüğü malum.
Kürtaj sözde kadının cinsel tercih ve bedeni üzerinde kendisinden başka hiç kimseye söz hakkı tanımama hak ve kararlılığı olarak sunuluyor.
Cinsel hazzın tartışılmaz ve paylaşılmaz kalesi olarak sunulan beden ama özellikle de kadın bedeni perspektifi telafisi mümkün olmayan musibetlere yol açıyor.
Bu musibetler ahlaki ve hukuki açıdan olduğu kadar toplumsal açıdan da giderek artan yıkıcı bir hal alıyor. Ancak bu yıkıcı musibetlere felsefi-ideolojik açıdan olduğu kadar tıbbi-bilimsel açıdan da uzman desteği verildiği gözden kaçırılmamalı.
Prosedüre Uygun Cinayet
Adana’daki Balcalı Hastanesi’nde birkaç gün önce büyük bir felaket yaşandı. Öyle bir felaket ki değil acısını telafi etmek tarif etmek mümkün değil. Her ne kadar gazete haberleri arasında kaybolup gitmeye terk edilmek istense de hamile kadınlara karşı işlenmesi bir teamül haline gelmiş sistematik bir cinayetle karşı karşıya olduğumuz muhakkaktı.
Sadece bir örnek değil benzerlerinin ne kadar çok yaşandığını tam olarak bilemediğimiz emsal teşkil eden bir örnektir Hatice Demet Buzpınar’ın başına gelenler. Anne-bebek yaşam hakkına tıbbi-bilimsel müdahale için nasıl bir psikolojik operasyon yapıldığını ve bu operasyonun yasal prosedürle nasıl desteklendiğini gösteren ibret verici bir olaydır Hatice Hanım örneği.
Hatice Buzpınar beş buçuk ay önce ikiz bebeklere hamile kaldığı andan itibaren Çukurova Üniversitesihocalarından Prof. Dr. Cüneyt Evrüke’nin kontrolü altındaydı. Doktorun tavsiyesi üzerine yaptırılan ‘amniyosentez’ adlı tıbbî testle ikizlerden birinde ‘down sendromu’ olduğu söylendi kendisine.
Down Sendromlu bir çocuk sahibi olmak anne-baba açısından ömür boyu bakıma muhtaç bir çocuğun gölgesi gibi yaşamaya mecbur tutulmaktı. Bunun yanı sıra toplum tarafından “özürlü anne-babası” gibi psikolojik bir ezilmeye muhatap olmaktı. Özellikle sosyal-ekonomik statüsü yüksek modern-laik ailelerde tahammülü neredeyse imkânsız bir travmaydı özürlü çocuk sahibi olarak yaşamak.
Down Sendromu şüphesi aileye bildirilirken Prof. Evrüke Buzpınar ailesine şunları söylemiş: “Aileye isterlerse bebeklerden birinin down sendromlu, birinin normal doğabileceğini veya ikisini birden alabileceğimizi yahut bir gebeliği sonlandırıp diğerini devam ettirebileceğimizi söyledim. Aile, down sendromlu gebeliğin sonlandırılmasını istedi. Bunun risklerini biliyorlardı.”
Bu teklif karşısında ailenin içine düştüğü açmazın boyutlarını Eren Buzpınar şu cümlelerle anlatıyordu: “Bebeklerden birinin Down Sendromlu olduğunu öğrendikten sonra dünyamız yıkıldı. Doktor ya gebeliğe devam edip doğuracaksın ya da Down Sendromlu gebeliği sonlandıracağız dedi. Bizim için çok zor bir karardı. Eşim, Down Sendromlu bebeği istemedi.”
Özürlü Çocuk İçin Uzmanlar ‘Kürtaj’ Diyor
“Özürlü çocuk istemiyoruz” kararı üzerine karnında ikiz bebek bulunan anne Hatice Buzpınar ameliyata alındı.Down sendromlu çocuğun kalbi iğneyle durduruldu yani anne karnında gelişmesin diyerek öldürüldü. Fakat ameliyat sonrası taburcu edilen annenin durumu iki gün sonra kötüleşince hastaneye kaldırıldı. Sadece kalbi durdurulan bebek değil sağlıklı ikizi ve annenin rahmi de alındı bu kez. Annenin sağlık durumu bebekleri ve rahmi alındıktan sonra daha da kötüleştiği için yoğun bakıma alındı. Ancak gelişen komplikasyon sonucu anne Hatice Buzpınar kalp krizi sonucu vefat etti.
“Eşim aslında bir önceki gece dönülmez yola girmişti” diyerek baştan itibaren çıkmaz bir sokağa sürüklendiklerini ifade eden Eren Buzpınar “Doktorumuza sonsuz güveniyorduk, bize eşimin hayatıyla ilgili bir risk olduğundan hiç bahsetmedi. Bizi ters köşeden vurdu” sözleriyle de bilim ve bilim adamına duyduğu sonsuz güvenin ne kadar ağır bir maliyeti olduğu itiraf ediyordu.
Eşini ve ikiz bebeklerini kaybeden Eren Buzpınar’ın şu cümleleri modern insanın içine girdiği derin güven bunalımının itirafıdır adeta: “Doktorumuz Cüneyt Evrüke, Bize şuradan atlayın dese, atlayacak kadar inandığımız bir insandı.” Bütün ümitleri elinden alınmış, şüphe üzerine önce bebeği sonra onun ikizi ve nihayetinde on yıllık eşini kaybetmiş bir baba ve koca olarak Eren Buzpınar’ın hayatını karartan bu acının müsebbibi kimler acaba? Doktorun teklifine itiraz edebilir, özürlü de olsa çocuğuna babalık şefkatiyle sarılabilirdi elbette. Ancak Buzpınar ailesini hem psikolojik olarak hem de bilimsel olarak şartlandıran modern söylem ve çevreler içine ittikleri acılı karanlıkta şimdi onları yalnızlığa terk ettiler. Buzpınar ailesi bu söylem ve çevrelerin kurbanı oldu.
Peki, ikiz bebeklerin ve annenin ölümüne yol açan Prof. Evrüke ne diyor? Elbette ihmal iddialarını reddedip üzüntülerini bildiriyor öncelikle. Üzülmemiş olması düşünülemez. Ancak sorun sadece ihmal iddialarının araştırılmasından ibaret. Çünkü durumu izah sadedinde Evrüke’nin sarf ettiği iki cümle var ki felaketin asıl merkezini burası oluşturuyor. Şöyle diyor uzmanımız: “Her şeyin olduğu gibi ameliyata girerken de riski var. Ben aileye riskten bahsettim. Her şey prosedüre uygun yapıldı. Bu işi yıllardır yapıyoruz ama bu sefer kötü gitti.”
“Prosedür” isimli modern bildirime uygun yapılmışsa işlemler ortaya çıkan sonucu tartışmanın hiçbir anlam ve önemi kalmıyor artık. Ne İslami ve ahlaki ilkelerin ne de ölüme mahkûm edilen bebek ve annelerin prosedüre uygun işleyiş karşısında bir kıymeti harbiyesi var. Evet acı olur, kayıp olur, boşluk olur, bireysel ve toplumsal çöküntü olur ama prosedür ne yapsın, prosedüre uygun hareket eden bilim insanı ne yapsın? Böyle buyurdu prosedür hazretleri!
Karnındaki ikiz bebekleriyle birlikte ölüme sürüklenen Hatice Buzpınar’ın dramı üzerine ajansların geçtiği habere göre “uzmanlar” şöyle yaklaşıyorlarmış meseleye:
"Tedavisi mümkün olmayan, doğumdan sonra bebeğin ve ailesinin hayatına ağır hasar verecek sakatlıklar hamileliğin 10’uncu haftasından sonra tespit edildiğinde, ailenin isteği doğrultusunda ve tıbbi bir kurul kararıyla kürtaja izin veriyor.”
Uzmanlar ve onlara yasal yetki tanıyan prosedürler eşliğinde işleniyor anne karnındaki bebeklere ilişkin cinayetler. Sadece down sendromlu olduğundan şüphe edilen bebeğin ölümüyle sonuçlansaydı hatta diğer bebek düşük olsaydı bile biz bu “yasal cinayet” programından haberdar olamayacaktık.
Acaba yakın gelecekte sadece down sendromu şüphesi değil körlük, sağırlık, dilsizlik, topallık vs. gibi özür şüphelerinin tespit edilmesi halinde de anne karnındaki bebeğin kalbini durdurma veya kürtajla almak üzere yasal prosedürler genişletilecek mi? Oysa yasal prosedüre göre insanı ve insan hayatını tanımlama saplantı ve dayatmasına karşı ciddi ve kapsamlı itirazlar yükseltmenin zamanı çoktan geldi de geçti bile.
Hasta ve özürlülere tıbbi-bilimsel veya yükselen değerler adına hayat hakkı tanımayan bu ırkçı-ayrımcı ideolojinin adı Sosyal Darwinizm’dir. Bu noktada atlanmaması gereken bir huşu var: Irkçı-ayrımcı cinayetlere bilimsel gerekçeler bulma noktasında oldukça ustalaşanlar, iş yaşanan acı ve kayıpları izaha gelince nedense nutku tutuluyor. Basit bir üzüntü bildirimiyle kaldıkları yerden yeni acılara yol açmak için rollerini oynamaya devam ediyorlar.
Özürlü çocuklara yaşam ve tedavi hakkı tanımayan bu hazcı ve faydacı modern insan idrakine süslü bir takım isimler ve gerekçeler bulunsa da aslında en iğrenç ve acımasız yüzüyle tam da ırkçılık ve ayrımcılıktır. Hem de aydınlanma ve ilerlemeye dayalı bilimsel temelleriyle ırkçılık.
Bu anne ve bebeklere karşı işlenen suçların hesabı sorulmayacak mı sanılıyor acaba?
YAZIYA YORUM KAT