Uygun konjonktür
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinde rol oynayan en önemli faktör, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti'nin yüzde 46,7 oy almış olmasıdır. Bundan hiç kuşku yok.
Seçimler 'etkileyici faktör' olmuştur. Ben hâlâ, nisan ayı başlarında yüzde 30'lar civarında gezinen AK Parti oylarının Abdullah Gül'ün adaylığının engellenmesi sonucu 16,5 puan arttığını düşünenlerdenim; bugüne kadar da bu kanaatimi değiştirmeye yarayacak herhangi bir gelişme veya somut bir belirti ortaya çıkmış değildir.
Bu böyle olmakla beraber, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 22 Temmuz'da alınan başarının tek başına belirleyici olmadığını da söylemek gerekir. Gül'ün cumhurbaşkanlığını sağlayan asıl gelişme, etkileyici faktör (seçimler) ile belirleyici faktörün (iç ve dış iradenin tecellisi) ortak noktada buluşmasıdır. Demokrasiler, halkın iradesinin en önemli göstergelerinden biridir; ama modern toplumda iktidar ilişkisinin düzenlendiği siyasetin değişmeyen tabiatından biliyoruz ki, en gelişmiş demokrasilerde bile halkın iradesi tek başına belirleyici olamıyor. İktidar elitleri, derin katlarda faaliyet gösteren resmî toplumun aktif güçleri, ekonomik güç odakları, medya, baskı grupları, bir ülkenin genel gidişatıyla yakından ilgilenen dış güçler (yani etkin ülkeler) ve tabii bizim gibi ülkelerde tarihsel bir miras üzerinden birtakım imtiyazlarla donatılmış atanmışlar, yani bürokrasi çoğu zaman demokratik tercihlerin önüne geçebilmektedirler. Hiç kimse Amerika'da bile George W. Bush'u ve neoconları salt demokratik seçimlerin iktidara getirdiğini, Irak'a karşı başlatılan işgal hareketinin yalnızca Amerikan halkının isteği ve kararı ile olduğunu söyleyemez.
Dünyanın katı gerçeği böyle iken, bazı medya mensuplarının, hâlâ Türkiye'de olup bitenin yeterince farkında olmadığı anlaşılıyor. Bu medya mensupları birtakım televizyon ekranlarından, "askerlerin ne oldu da 27 Nisan gecesi postmodern muhtıra verip sonra arkasını getirmediklerini" soruyorlar. Hatta bazıları, bu sayede "imajı zedelenen asker"in mutlaka imajını düzeltmeye çalışması gerektiğini iddia ediyor, böylelikle "darbe/müdahale kışkırtıcılığı" yapıyorlar. Bu çevreler müdahalelerden ümitlerini kesmiş değiller, hâlâ askerleri kışkırtarak eski sistemi devam ettirme ve sahip oldukları imtiyazları koruma beklentisi içindedirler.
Söylemek gerekir ki, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi, "devlet"in rağmına değildir, bu olayda sadece halkın iradesinin belirleyici rol oynadığını düşünmek naiflik olur. Elbette halkın iradesi etkileyici olmuştur. Devletin içinde dünyada, bölgede ve ülkede vuku bulmakta olan gelişmeleri doğru bir perspektiften okuyup kısa ve orta vadeli gelişmelerin seyrini tespit ve tahmin edenler, bugünkü statükonun bu haliyle sürgit devam edemeyeceğini yakinen görmekte ve anlamaktadırlar. Türkiye dahil olmak üzere bütün Ortadoğu'da rejimler "son kullanma tarihi çoktan geçmiş bulunan ilaç" hükmündedirler. Daha fazla devam etmeleri mümkün değildir, bünyeyi zehirlemektedirler, şifa yerine sorunları artırmaktadırlar. Zaman zaman en üst makamda görev yapan zatlar, bunun işaretlerini veriyorlar. Mesela bir hafta önce emekliye ayrılan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert'in, tören sırasında yaptığı konuşma son derece anlamlıydı.
Benzer teşhisler dış dünyada da yapılabilmektedir. Türkiye ile yakından ilgilenen ülkeler, nelerin olup bittiğini bazen içeridekilerden daha iyi görebiliyorlar. ABD ve AB canibinden gelen destekler sadece demokratik iradeye duyulan saygının ifadesi değildir. Burada yapılması gereken şey, uygun bir konjonktürde cumhurbaşkanı seçilen Sayın Abdullah Gül'ün "en iyi cumhurbaşkanı" olması için herkesin ortak bir çaba içinde olmasıdır. Çünkü "eski hal muhal" olmuştur. Eski dönemin son Cumhurbaşkanı Sayın A. Necdet Sezer idi. Görevini tam olarak yerine getirdi ve emekliye ayrıldı.
Zaman Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT