1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. ‘Uyanış Selçuklu’ dizisindeki Sultan Sencer karakteri gerçeği yansıtıyor mu?
‘Uyanış Selçuklu’ dizisindeki Sultan Sencer karakteri gerçeği yansıtıyor mu?

‘Uyanış Selçuklu’ dizisindeki Sultan Sencer karakteri gerçeği yansıtıyor mu?

Prof. Dr. Haşim Şahin, Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman ve Uyanış Selçuklu gibi tarihî dizilerde işlenen karakterlerle alakalı kurgu ve gerçeklik sorununu mercek altına aldığı yazısında Sultan Sencer’in gerçek kimlik ve kişiliğine dikkatleri çekiyor.

17 Aralık 2020 Perşembe 01:12A+A-

Sakarya Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Haşim Şahin’in Star Açık Görüş ekinde yayımlanan yazısını ilginize sunuyoruz:

Simurg'un son kanat sesi Sultan Sencer

Gerçek Sencer nasıl birisiydi? Babası hayatta iken onunla savaşlara katılmış, başarılar elde etmiş bir kişilik miydi? Yahut annesinin ve vezirin Sultan Melikşah'tan sakladıkları kendi başına zorluklar altında büyütülmüş ve saray yüzü görmemiş bir Selçuklu şehzadesi miydi? Saltanat mührüne tasavvufi düşüncenin önemli esaslarından birisi olan Allah'a tevekkülün bir nişanesi olarak “tevekkeltü alellah” ibaresini kazıtması Sultan Sencer'in mutasavvıf kişiliğinin bir ifadesiydi.

Son günlerde TRT 1’de yayınlanan Uyanış Selçuklu dizisi, tarihe meraklı insanların hayli dikkatini çekti. Ancak başta dizinin başrolünü temsil eden Sencer karakteri dahil olmak üzere pek çok kişi, olay ve kronoloji üzerine dikkate değer bir tartışma süreci de başladı. Dizide yer alan Sencer, babası Melikşah’ın kendisini tanımadığı, Vezir Nizâmülmülk tarafından gizlice büyütülen, sonrasında cesur bir savaşçı haline gelen, aşkı, kahramanlığı ile herkesi büyüleyen bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

‘Acımasızca’ bir dönüşüm

Dizilerin doğasında kurgu ve reyting kaçınılmaz bir unsurdur. Daha fazla insan tarafından izlenmek, süreklilik sağlamak ve daha pek çok kaygıyla dizi ve film yapımcılarının tarihi şahsiyetleri istedikleri gibi, bazen “acımasızca” farklı kişilikler haline dönüştürebildiklerini yahut isimleri gerçek kendileri hayali olan kahramanlar yaratabildiklerine de şahit oluyoruz. Bu dizi de ana hatlarıyla bu şekilde değerlendirilmeli bana göre. Dizideki Sencer karakterinin de bu şekilde hayali bir karakter, gerçek Sencer’in ise dizidekinden çok farklı bir kişilik olduğu izleyici ve okuyucunun gözünden kaçmamalı.

Peki gerçek Sencer nasıl birisiydi? Babası hayatta iken onunla savaşlara katılmış, başarılar elde etmiş bir kişilik miydi? Yahut annesinin ve vezirin Sultan Melikşah’tan sakladıkları kendi başına zorluklar altında büyütülmüş ve saray yüzü görmemiş bir Selçuklu şehzadesi miydi?

Sultan Sencer’e derdini anlatan yaşlı bir kadın. Dizideki Sencer karakterinin hayali bir karakter, gerçek Sencer’in ise dizidekinden çok farklı bir kişilik olduğu izleyicinin gözünden kaçmamalı.

Melikşah öldüğünde çocuktu

Sultan Sencer, 5 Kasım 1086 tarihinde Sultan Melikşah’ın eşlerinden Tâceddin Seferiye Hatun’dan doğdu. Doğumundan itibaren ona kutsiyet yüklendi. Rivayete göre, Hz. Peygamber’in: “Ahir zamanda bir insan zuhur edecek. Ceyhun sahillerine ve Şark haricine büyük ordu ile yürüyecek. Horasan sahibini bozguna uğratacak. Bu adam esmer yüzlü, büyük karınlı ve kafalı, gür sesli ve çiçek bozuğudur. Sağ elinde bir ya da iki ben vardır; Horasan’a galip gelecek, bunun ismi Cezire’de bulunan bir memleket ismidir. Merv’e nazil olacak, onun süvarileri ve piyadeleri burayı istila ve melikleri kahredecek ise de sonra Doğu’dan ve Çin’den gelen askerler onu kahredecekler, bilâhare zaafa uğrayacak ve Horasan’da karışıklık ortaya çıkacak” şeklindeki hadisiyle Sencer’i tarif etmişti.

Çok güzel yüzlü bir çocuk olarak tarif edilen Sencer, çocukluk yıllarında o dönemin yaygın hastalığı olan ve pek çok çocuğun ölümüne neden olan çiçek hastalığına yakalanmış, Ömer Hayyam tarafından tedavi edilerek hayatta kalmış ise de yüzünde bazı lekelerin oluşmasına engel olunamamıştı. Sultan Melikşah öldüğü sırada hayatta olan oğullarının en küçüğü olan Sencer henüz altı yaşındaydı.

Sultan Sencer’in aktif olarak siyaset sahnesine çıktığı dönemde, Selçuklular ihtişamlı günlerinden hayli uzaklaşmışlar, hanedan üyeleri arasında meydana gelen taht kavgaları yüzünden içte ve dışta sıkıntılı bir sürecin içine girmişlerdi. Melikşah’ın en büyük oğlu Berkyaruk, sultanın eşi Terken Hatun, onun oğlu Mahmud ve müttefikleri Tutuş, İsmail b. Yakuti gibi hanedan üyeleriyle taht kavgalarına giriştiği sırada en büyük yardımı Sencer’den görmüştü. Sultan Berkyaruk Terken Hatun başta olmak üzere diğer rakiplerini bertaraf edip Selçuklu tahtına çıkınca bu yardımlarının karşılığı olarak Merv şehri merkez olmak üzere Horasan bölgesinin idaresini Sencer’e verdi. Horasan, sultan olduğu dönem de dahil olmak üzere Sultan Sencer’in en önemli harekât merkezi, sonrasında da devletin başkentini taşıdığı bölge oldu. Bu bölge onun iktidar kariyerini belirleyen başlıca coğrafyaydı.

Sencer, Sultan Berkyaruk ile kendi ağabeyi Muhammed Tapar arasında taht kavgası başladığı sırada yine ilkini desteklemeyi tercih etmişti. Ancak 1100 yılında bazı bölgelerin hakimiyeti konusunda aralarında anlaşmazlık çıkınca Berkyaruk, Sencer’in üzerine yürüdü. Ağabeyinin ordusunu mağlup eden Sencer için bu savaş bir kırılma anlamına da geliyordu. O bu olaydan sonra aynı anneden doğduğu ağabeyi Muhammed Tapar’ı destekleme kararı aldı. Onun desteğini alan Muhammed Tapar Selçuklu tahtına önce ortak, Berkyaruk’un ölümünden sonra da tek başına Sultan oldu. Sencer ise büyük dedesi Çağrı Bey’in Selçuklu idaresinin temellerini attığı Horasan’da gücünü pekiştirmeye devam etti. Bölgede Selçuklular’a karşı faaliyet gösteren Karahanlılar’ı ve Gazneliler’i kesin olarak itaat altına aldı.

İhtişamlı günlere dönüş

Simurg İran mitolojisinde ölümsüzlüğü niteleyen bir kuştur. Ölümsüzlüğü, yeniden dirilişi, bir anlamda küllerinden yeniden doğuşu simgeler. Sultan Muhammed Tapar 18 Nisan 1118 tarihinde vefat ettiği zaman Selçuklu tahtına sultan olarak oturan Sencer, taht kavgaları nedeniyle yıkılmaya yüz tutmuş ve hayli zayıflama belirtileri göstermiş Selçukluları tekrar eski ihtişamlı günlerine geri döndürdü. Onun saltanat devri Selçuklu tarihinin önde gelen isimlerinden merhum Mehmet Altay Köymen’in deyimiyle “Selçukluların İkinci İmparatorluk Devri” idi. Halife tarafından kendisine “es-Sultanü’l-âzâm” (Kudretli Sultan) ve “es-Sultânü’s-Selâtin” (Sultanların Sultanı) unvanları verilen Sencer, ilk olarak babasının ölümünden sonra tahta çıkan yeğeni Mahmud b. Muhammed Tapar’ın üzerine yürüdü. Onu mağlup edip sultanlığına son vermekle birlikte, cezalandırmak yerine akrabalık kurmayı tercih etti. Kızı Mahmelek Hatun’u onunla evlendirdi ve kendisinden sonra tahta çıkması için veliaht tayin etti.

Sultan Sencer sultanlık yaptığı dönemde iç isyanları büyük ölçüde yoluna koydu. Abbasi Halifeliğinin otoritesini zayıflattı. Yeğeni Mahmud’un kendi yüksek otoritesini tanıması şartıyla Irak Selçuklu Devleti’ni kurmasına müsaade etti. 1135 yılında Mahmud’un ölümü üzerine bölgeye diğer yeğenleri Mesud ve Tuğrul Şah’ı gönderdi. Sultan Sencer’in kazandığı siyasi başarılar neticesinde Selçuklu Devleti’nin sınırları Kaşgar’dan Yemen’e, Umman Denizi’nden Kafkasya ve Anadolu’ya kadar genişledi. Sultan, Selçuklular ve İslam dünyası için büyük tehdit oluşturan Haşhaşiler’e karşı da mücadele etmiş, bu yüzden açıkça tehdide maruz kalmış, hatta veziri Ebû Nasr Ahmed Bâtınî fedaileri tarafından öldürülmüştü.

Kazandığı bunca başarıya rağmen Sultan Sencer Selçuklular’ın son sultanı oldu. Seleflerinin aksine uzun sayılabilecek bir ömür süren Sultan, ömrünün sonlarına doğru bazı siyasi hamleleri doğru tahlil edememesinin bedelini ağır ödedi. Selçuklular ve Sencer için sonun başlangıcı 9 Eylül 1141 yılında Katvân Savaşı’nda Karahıtaylara mağlup olmasıyla başladı. Savaş öncesinde Selçuklular’a tabi olan Batı Karahanlılar ile Karluklar arasında siyasi çatışmalar baş göstermiş, bu süreçte Sultan Sencer Karluklar’a karşı sefer hazırlıklarına başlamıştı. Sultanın karşısında duramayacaklarını anlayan Karluklar, Karahıtay hükümdarı Gür Han’a başvurarak yardımını istemişlerdi. Gür Han, elçileri vasıtasıyla Sencer’den Karluklar’ı bağışlaması talebinde bulundu ise de gücüne çok güvenen Sencer’in bunu reddetmesi üzerine savaş kaçınılmaz hale geldi. İki taraf arasında yapılan savaş Selçuklular’ın hezimetiyle sonuçlandı. Savaşta 30 bin Selçuklu askeri öldürüldüğü gibi, sultanın Karahanlılar’ın soyuna mensup eşi Terken Hatun da esir edildi. Sultan ise yanındaki üç yüz asker ile güç bela Tirmiz’e kaçabildi.

Böylece küçük bir kıvılcımla başlayan yangın kısa sürede bütün Selçuklu ülkesini sarmış oldu. Onun otoritesinden çekinen emirler bu yenilgiden cesaret alarak başlarına buyruk hareket etmeye başladılar. Harizmşah Atsız başta olmak üzere, bazıları ise kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bununla birlikte Selçuklular’ı yıkılışa götüren asıl olay Oğuz İsyanı oldu. Kendileri de bir Oğuz boyuna mensup olan, devletin kuruluşunu Oğuzların korkusuz savaşçılıkları sayesinde gerçekleştiren Selçuklular’ın yıkılışı de yine Oğuzlar’ın elinden oldu.

1151 yılında Selçuklular’ın Belh valisi Kamaç vergi ödemek istemeyen Oğuzlar ile sorun yaşamış, bu sorun Sultan Sencer’in uzlaşmaz tavrı nedeniyle daha da büyümüştü. Oğuzlar üzerlerine gönderilen Kamaç’ı öldürünce, bu kez Sultan Sencer af dilemelerine ve diyet teklif etmelerine rağmen Oğuzlar’a hücum etti. Oğuzlar Sultan’a karşı büyük bir hürmet beslemelerine rağmen onun uzlaşmak istemeyen tavrı karşısında boylar halinde toplanarak Selçuklu ordusunun karşısına çıktılar. 1153 senesinin Nisan ayında yapılan savaş Sultan Sencer’in mağlubiyeti ve esir edilmesiyle sonuçlandı. Sultan’ı Merv’e götüren Oğuzlar onu tahta oturtarak Sultan olarak tanıdıklarını ilan ettiler. Sultan yaklaşık üç yıl Oğuzlar’ın elinde esir hayatı yaşadıktan sonra nihayet emirlerden Müeyyed Ay-aba tarafından kurtarıldı. Ancak artık yaşlanmış, eski gücünü ve otoritesini kaybetmişti. Esaret sonrası devleti toparlamaya çalıştı ise de pek başarı sağlayamadan, önce kulunç ardından da dizanteriye yakalandı ve bu hastalıkların etkisiyle, Oğuzlar’ın elinden kurtulduktan bir yıl sonra yetmiş bir yaşında olduğu halde huzura kavuştu. Hayatının tamamı aksiyon filmlerini aratmayacak şekilde mücadele ile geçen Selçukluların son kudretli sultanı, Merv yakınlarında ölümünden önce bizzat inşa ettirdiği türbesine defnedildi. Sultan Sencer siyasetin bir devlet adamına sunabileceği izzeti de zilleti de görmüştü.

Mezhep kavgaları

Sultan Sencer tarih kaynaklarında çalkantılı siyasi kariyeri kadar âlim, edip ve şairlere karşı yakınlığı ile de yer edinmişti. Meclisinde ilmî tartışmalar yaptırdığı bilinen Sultan, mezhep kavgalarına siyasetin karışmasına karşı çıkmış, bu tür meseleleri âlimlere ve fakihlere havale etmeyi daha uygun bulduğunu bizzat uygulamalarıyla ortaya koymuştu. Her fırsatta âlimleri sarayına çağırır, onlarla ilmi konularda fikir alışverişinde bulunur, İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesine katkı sağlayacak eserlerin yazılması için âlimleri teşvik ederdi. İmam Gazzâlî, Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Muizzî, Senâî, Reşidüddin Vatvat, Abdurrahman el-Hazînî, Şehristânî Sultan Sencer devrinin önde gelen âlim, şâir ve sufilerinden bazılarıydı. Onun adına bazıları maalesef günümüze ulaşmayan bazı eserler de kaleme alınmıştı. Ömer b. Sehlan’ın Risâletü’s-Senceriyye’si, Abdurrahman el-Hazînî’nin Zîcü’l-Mu’teberi’s-Senceri es-Sultânî’si ve Muizzi’nin günümüze ulaşmayan Siyer-i Fütûh-ı Sultan Sencer adlı eserleri bunlardan bazılarıydı. Sultan Sencer’in bir görüşme sırasında İmam Gazzâlî’yi kendi tahtına oturtması onun ulemâ zümresine karşı saygı ve hürmetinin açık bir ifadesidir.

Mutasavvıfların dostu

Sultan Sencer dönemindeki mutasavvıfların da yakın dostluğunu ve saygısını kazanmıştı. Meselâ, cezbeci tavrıyla tanınan Ahmed Gazzâlî, Kalenderi dervişi Zâhid-i Âbapûş, zahid ve fakih kimliğiyle tanınan Abdurrahman b. Abdüssamed, Ebû İshak Kâzerûnî ve Ahmed Yesevî’nin şeyhi Yusuf Hemedânî Sultan’ın saygı duyduğu ve zaman zaman ziyaret ettiği mutasavvıflardı. Vefatından önce yaptırdığı türbesine Dârü’l-Âhire yani ahiret evi adını vermesi onun mütevazı ve sufi-meşrep kişiliğinin bir yansıması, aynı zamanda dünya kadar ahirete de önem verdiğinin somut bir ifadesidir. Onun bu tavrında bu şeyhlerin büyük tesiri vardı. Sultan Sencer’in Şeyh Yusuf Hemedânî’ye mektup yazarak “kendisi için bir Fatihâ niyaz etmesi” ricasında bulunması bu konudaki hassasiyetini ortaya koyan güzel bir örnektir. Bazı kaynaklara göre Sencer’in sufiler ile bu derece yakın ilişki içerisinde olması onun mutasavvıf kişiliğinden kaynaklanıyordu. O, İmam Ali er-Rıza, Bayezid-i Bistâmî, İbrahim b. Edhem, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Saîd Ebi’l-Hayr ve Gazneli Mahmud ile birlikte tasavvuf tarihindeki yedi sultandan birisi olarak kabul ediliyordu. Saltanat mührüne tasavvufi düşüncenin önemli esaslarından birisi olan Allah’a tevekkülün bir nişanesi olarak “tevekkeltü alellah” ibaresini kazıtması da yine onun mutasavvıf kişiliğinin bir ifadesiydi.

Cömert, âdil, cesur ve dindar bir şahsiyet olarak kaynaklara yansıyan Sultan Sencer’in vefatıyla birlikte Selçuklular da tarihin tozlu sayfaları arasında kudretli satırların sahibi olarak tarihçilerin kalemiyle hayat bulma sürecine dahil olan şanlı devletlerden birisi haline geldiler.

 

HABERE YORUM KAT