Utanmışlarmış
Bu ülkede insana sürekli olarak bir söz fısıldanır.
“Sen değersizsin...”
“Varlığın ehemmiyetsiz.”
“Yangında ilk kurtarılacaklardan değilsin.”
“Her an gözden çıkarılabilirsin.”
“Bunu kabul et ve hazır ol!”
Andımızdaki “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözü ile küçücük çocuklara, kendi beden ve ruhlarından daha değerli bir şeylerin olduğunu ezberletirler.
Hâlâ kaldırmadılar!
Burada “Türk” sözcüğünün de bir ehemmiyeti yok benim için. Oraya “Türkiyeli” veya “panda” kelimesini de koysanız, sonuç değişmez.
Bugünlük konu o değil.
Ailede kız çocukları birer geyşa gibi erkek efendileri için yetiştirilir. Hayatları vücutlarını kocalarına sunmak, yemek yapmak ve dayak yemekle geçecektir. Bir aile, hem de bizim pek mutaassıp, pek bir ahlaklı ülkede, kız çocukları böyle ahlaksız bir zihniyetle, “elverişli” hale getirilir, bizzat babaları anneleri tarafından.
Elverişli olmayanların da başına nelerin geleceği bellidir. Önce ruhen öldürülürler, baskıyla kişilikleri linç edilir, ehlileştirilirler, “tüketilmeye” uygun hale gelsinler diye. Dünyada hâlâ çarkları döndüren motor, kadın kanıyla çalışır çünkü.
Olmadı, Ayşe Paşalı olurlar, o resim hepimize bakar. O bakış... Yüzü mosmor, katili yanında, Paşalı’nın o bakışı, her şeyi özetler, yavaş çekim cinayeti anlatır...
Bir durakta görürsünüz sonra, bir başkasını... Meral Tahta’yı. Dört gün boyunca dövülmüş, işkence görmüş, komada durağa bırakılmıştır. Yüzünü görürsünüz, şöyle yana düşmüştür. Size bakar sanki. Sonra, beyin kanaması ve böbrek yetmezliğinden ölür.
Sonra Şefika Etik...
Habertürk’ün sürmanşetindeki o feci fotoğraf...
İnsanın o fotoğrafı gördüğünde aklına ilk olarak “gazetecilik etiği” filan gelmez kardeşim! Onu gördüğüm anda, aklıma gelen ilk şeyi yazdım tweeter’a. “Onu bu hale getiren adamla, üzerimize kilitlenmiş küçük bir odada sadece bir saat geçirmek istiyorum...” dedim.
İnsan hakları, gazetecilik ilkeleri, kişinin öldükten sonra da hakkı olduğu, bıdı bıdı bıdı...
Gazetenin bazı yazarları da hızlı davranmış hemen kınamışlar haberi; sanki bilmiyoruz neyin doğru neyin yanlış olduğunu. Utanmışlarmışmış.
Basan da, başında Eren Keskin’e “Askerler taciz ediyor” dediği için “Ben bu Eren Keskin’e ilk gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim” diyen Altaylı gibi birisinin bulunduğu Habertürk...
“PKK seks partileri yapıyormuş. Ben de Rojin’i dağa kaldırır, seks kölem haline getirirdim” diyen Serdar Turgut gibi birine köşe yazdıran bir Habertürk!
Utanmışlarmış. Hadi canım!
Altaylı savunma yazısında tahmin ettiğimi yapıp “Şiddetin boyutuna dikkat çekmek istedik” diyor. Bütün riskleri almış da, bıdı bıdı bıdı. Kim inanır sana! Kim olduğun ortada. Madem o resmi basıyorsun, madem amacın bu, “Kadına şiddette son nokta” diye başlık atmazsın. Kadına şiddette son nokta o değil çünkü, öğren! Bu ülkede kadınları çok daha feci şekilde öldürüyorlar. Memelerini, kafalarını kesiyorlar, parçalara ayırıyorlar onları, yakıyorlar.
Hadi madem bastın. Altını adam gibi yaz. Meramını anlat. Bir manifesto hazırla. Hatta kendi adınla bir başyazı, de ki “Biz bu resmi basarak risk alıyoruz, bazı ilkeleri bilerek çiğniyoruz. Ama resmi görünce isyan ettik. Bu olay, üçüncü sayfalarda bile zor yer bulacak ‘sıradan’ bir cinayet haberiydi. Ama aslında yaşanan gerçeklik bu, göstermek istedik” filan de. Ot gibi altını doldurmuşsunuz. Şöyle oldu, böyle oldu. Sadece resmin groteskliğine yüklendiğin ve samimi olmadığın öyle belli ki...
Resim hoşuna gitti, kafanda şeytani bir şimşek çaktı, ses getirir diye bastın, uzatma.
Ben o resmi basmazdım. Benim gazetem de basmazdı.
Ama ben basılmasının kötü olmadığını düşündüm ve yüreğim aklımın önüne geçti. "O" kadının öldürülmesi ve haberin nasıl verildiğine değil de, böyle rezil bir medyası bulunan bir ülkede gazetecilik etiğine böyle abanılmasından rahatsız oldum. Bir kadın soykırımının güle oynaya yaşandığı bir ülkede, bu tartışma bana bulantı verdi.
Hâlâ da bulanıyorum.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT