Üsküdar'da "28 Şubat'ın Şahitleri Konuşuyor" Paneli
28 Şubat darbesinin mağdurları bir panelde bir araya gelerek, darbenin kendileri ve toplum üzerindeki etkilerini konuştular.
İstanbul/ Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde düzenlenen "28 Şubatın Şahitleri Konuşuyor" adlı seminer Üsküdar Belediyesi tarafından organize edildi.
Panele İstanbul Üniversitesi Ortaçağ Kürsüsü Başkanı iken başörtüsü yasaklarına karşı direndiği için üniversitedeki görevine son verilen Prof. Dr. Ahmet Ağırakça; başörtüsü mağdurlarının avukatlığını yaptığı için sembol bir isim haline gelen Av. Şeyma Döğücü, öğretmenlik görevine son verilen Gülşen Özer; İ.Ü. Sanat Tarihi Bölümünde öğrenci iken son sınıfta okulu bırakmak zorunda kalan ve öğrenim hayatını tamamlayamayan Zehra Kaya; İ.Ü. Fizik Bölümü son sınıfta iken okuldan atılan Fatma Gökçen Tuncer katılarak yaşadıklarını anlattılar.
Gülşen Özer'in yönettiği panele ilgi büyüktü. Özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin yoğun bir katılım gösterdiği panelde ilk sözü Gülşen Özer aldı. Özer, 17. yılında postmodern bir darbe olan 28 Şubat'ın 1000 yıl süreceğini söyleyenlere inat, darbenin direnen Müslümanların iradesi sayesinde yıkıldığını, fakat tortularının hala sürdüğünü ifade etti. Başörtüsü üzerinden iradelerin teslim alınmak istendiğini ve modern dizaynı bir kez daha kadınlar üzerinden yapmaya çalıştıklarını ifade etti. Bu sürecin medya, sermaye, ordu gibi birçok unsurun işbirliğiyle yaşandığını ama bugün sadece askeri ayağının yargı önüne çıktığını ama bu yargının da sahici olmadığını ifade etti. "Ayrıca Salih Mirzabeyoğlu’nun hale F tipinde olması, Yakup Köse ve arkadaşlarına mahkumiyet verilmesi atama bekleyen başörtü mağdurları 28 şubatın sonlanmadığını göstermektedir." dedi.
Özer daha sonra şahitliğini anlatmak üzere sözü Prof. Dr Ahmet Ağırakça'ya verdi. Ağırakça üniversitede yasakların başladığı dönemi anlattığı konuşmasında, yasakçıların tüm baskılarına karşı direndiğini ifade ederek: "öğrencilerimle beraber eylem kortejinde bizi çeken kameraya 'rektör çakalı kestiremez sakalı' demiştim zira ilk dönem bu yasağı bir kılık kıyafet düzenlemesi gibi göstermek istemiş ve erkekler için sakal yasağı da koymuşlardı. Tabi sonra yasak sadece başörtüsü olarak devam etti. Benimle ilgili olarak o dönemde şeriat devleti kurma teşebbüsü laik düzeni yıkma tarzı iddialarla yargı önüne çıkardılar. Kendi yaptığım savunma da yaptıkları şeyin evinde bıçak bulunan bir kişinin bunu yanlış kullanma ihtimaline karşı idam edilme kararı gibi olduğunu ve hukuksuz olduğunu ifade ettim. Ayrıca o dönemde başörtüsü direnişi yapan kızlarımızın tavrı yanında hatırlamamız gereken bir tavır da başörtüsüne furuuattır diyen tavırdır. Bu ifade ile direniş kırılmak zihinler karıştırılmak istendi. bu günlerde bu tavrı da hatırlamak gerekmektedir." dedi.
İkinci olarak konuşan Şeyma Döğücü bir avukat olarak o dönemin hukuki bir zeminde işlemediğini hatta insanların hayatlarının yönetmeliklerle karartıldığını, yönetmeliklerin de birkaç kişinin düzenlemesi olduğunu söyleyerek: "Biz o dönemde arkadaşlarımızla başörtü komisyonu kurmuştuk. Bir telefon zinciri kurarak kriz yönetimi gerçekleştirdik. Başörtüsüyle alakalı yaşanan sorunlara oraya en yakın arkadaşımız giderek müdahale ediyordu. Çok acı şeyler yaşandı. Küçücük çocuklar arabalara bindirilip ıssız yerlerde bırakıldılar. Yaşanan zulümler anlatmakla bitmez. Bu programda bu mücadelenin direği olarak tanımlayabileceğim avukat arkadaşım Macide Göç'ü de rahmetle anmak ve fatiha okumak isterim. O bu davaya çok şey kattı. Özgür-Der’e de bu davayı sahiplendiği için ve Kenan Beye de bu programı düzenlediği için teşekkür ederim." diye konuştu.
Panelde üçüncü konuşmacı olarak söz alan Zehra Kaya, "28 şubat darbesine maruz kalan bir kardeşiniz olarak karşınızdayım" diyerek başladığı konuşmasında: "O günlerde televizyondan, gazetelerden, askerden, polisten, yargıdan, ADD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyelerinden, her an sözlü yada fiili tacize uğrayabilirdiniz. Önemli bir zaman diliminde, önemli bir mekanda zamanın şahitliğini yaptık, direnişin lokomotifi olduk, rabbimiz kabul etsin, ahirette mazeretimiz olsun inşallah." dedi.
Kaya, iki konu üzerine vurgu yaptığı konuşmasına şu şekilde devam etti: "Direniş kararını almak; üniversite çağları hayatın sorgulandığı, kimliğimizi belirlediğimiz zamanlardır. Yasak bizim bu sorgulamayı derin şekilde yapmamızı sağladı. Ben hiç tereddüt etmedim, benim için namazım orucum ibadetim gibi imanımdan bir parçaydı başörtüsü. Ve başörtüsü uğruna bedeller ödeyeceğimiz bir takva örtüsüydü. Birlikte olduğumuz arkadaşlarımız için de böyleydi. Erkek arkadaşlarımız için de bu önemli bir imtihandı."
Zehra Kaya ilahiyat hocaları ve cemaat liderlerine de yüklendi: "Dini bilgi sahibi olmak doğru tepki vermeyi getirmiyor, o zaman yüzlerce ilahiyat hocası onlarca söz söylese etkili olabilecek akademisyen vardı ama biz Ahmet hocam dışında biz kimseyi aramızda görmedik. Resmi rakamlarla 30-40.000 kişilik eylemler yaptık, direnişi yasakçıların zorlaması kıramadı direnişi kıran malum cemaatin "başörtüsü furuattır" açıklaması ve Müslüman ailelerin çocuklarının başörtülerini zorla çıkartamaya çalışmaları oldu." dedi.
Son konuşmacı olan Fatma Tuncer, o dönemde yaşamış olduğu sıkıntıları ve başörtüsü yasağıyla birlikte hayatının nasıl değiştiğini anlattı. Tuncer, 4. sınıfa devam ederken uygulamaya konulan başörtüsü yasağı nedeniyle, okuldan mezun olmasına çok kısa bir zaman kala okulundan atılması üzerine yaşadıklarını şu şekilde ifade etti: "28 Şubat 1997 tarihi bir darbenin başlangıç tarihiydi ve o gün alınan MGK kararlarıyla Türkiye halkının inançları ve değerleri hedef alındı. Başörtüsü yasağı da bu darbenin bir sonucuydu. İmam-hatiplerin kapatılması, Kuran kurslarının boşaltılması, inançlı insanların işlerinden atılması gibi başörtüsü yasağı da Türkiye'de o dönemde yükselen İslami uyanışın önünü kesme ve insanları dinden soğutma amacını güdüyordu" diye başladı.
Başörtüsü yasağının İstanbul Üniversitesi'nde nasıl başladığı ve uygulamaya konulduğunu anlatan Tuncer, direnişlerinin iki yıla yakın alanlarda sürdüğünü ve bu eylemlerin tüm Türkiye'deki gençlere örnek teşkil ettiğini söyledi.
Başörtüsü yasağını insanlık boyu devam edegelen Hak-Batıl mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirdiğini kaydeden Tuncer, bu tarz engelleme veya baskıların İslami bir yaşam tarzını yaşamayı şiar edinmiş insanların hayatında değişik şekillerde her zaman karşısına çıkabileceğini, o noktada da müslüman kişiye düşen görevin inancına ve değerlerine sahip çıkmak olduğunu kaydetti.
Programda konuşmacılar ortak olarak 28 Şubat darbesinin unutulmaması, unutturulmaması gerektiğini, 28 şubat davasının genişletilmesini ve bugün yaşanan olayları okurken 28 Şubatta kimin hangi tavırda bulunduğunun hatırlanmasının elzem olduğu vurgulandı. Program soru ve cevaplarla son buldu.
8 Şubat'ın Şahitleri Üsküdar'da Konuştu (Resimler) Programın ardından "1000 Yıllık Kara Ütopya" başlığıyla dönemin gazete manşetleri üzerinden sürdürülen psikolojik harbi içeren bir sergi de açıldı. Sergi kartel medyanın siyaset ve topluma karşı giriştiği hukuksuz mücadeleni
HABERE YORUM KAT