
Üniversiteler otoriter taleplere boyun eğiyor
Üniversiteler tarafından gizli disiplin soruşturmalarında genellikle paralel süreçler işletilmesi, öğrencilerin (ve diğerlerinin) devlet tarafından daha sonra zulme uğramak üzere hedef alınmasına zemin hazırlamaktadır.
Charles H.F. Davis III’ün electronicintifada’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
İki akademik yılın büyük bir bölümünde, birçok kolej ve üniversite, Filistin'deki İsrail soykırımına karşı örgütlü çalışma ve mücadeleye - destek olmak yerine - tepki gösterdi. En dikkat çekici olanı da, ilgili öğrencilerin, personelin ve öğretim üyelerinin kampüs ve belediye polisi tarafından kriminalize edilmesini ve gaddarlaştırılmasını teşvik eden ve yönlendiren idari kararları içermesidir.
Bunu yaparken, bu kurumlar ahlaki otorite konumlarını kâr ve siyasi güce yakınlık karşılığında terk ederek, Columbia Üniversitesi'nden yeni mezun olan Filistinli Mahmud Halil'in 8 Mart'ta federal Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) ajanları tarafından kaçırılmasına yol açan koşullara zemin hazırladılar.
‘Seçici İlk Değişiklik’ savunucuları ve anayasa hukuku uzmanlarının bile kabul ettiği üzere, Halil'in başına gelenler hepimizi, özellikle de üniversitedekileri derinden kaygılandırmalıdır.
En azından, yasal bir daimi mukimin (yani yeşil kart sahibinin) nasıl olup da federal ajanlar tarafından hukuki süreç işletilmeksizin alıkonulduğu ve esir tutulduğu sorusu yeterince cevaplanmamıştır. Yine de, üniversite yetkililerine ICE ya da diğer “tehlikeli kişilerin” evine gelmesi konusundaki endişelerini dile getirmesine rağmen gerçekleşen kaçırılması, yasallığa odaklanmanın, yasanın yorumlayıcı doğasını ve otoriter güç tarafından şekillendirilebilirliğini nasıl gizlediğini göstermektedir.
Eleştirel hukuk ve eleştirel ırk teorisyenlerinin bize öğrettiği gibi, hukuk statükoyu değiştirmek için değil, korumak için inşa edilen ve yaygın olarak kullanılan (ya da göz ardı edilen) bir araçtır. Halil'in durumunda ve diğer daha az görünür ve belki de daha korkunç örneklerde olduğu gibi, hem vatandaşlık hem de öğrenci statüleri, hukuk ve ırk politikaları tarafından sınırlandırılmış ve yerel dış politika rejimleri altında her zaman zaten güvencesiz kategorilerdir.
Diğer bir deyişle, bu statüler şartlı olarak verilir ve bu nedenle üniversiteler de dâhil olmak üzere belirlenmiş makamların ve aracıların takdirine bağlı olarak iptal edilebilir. Bu nedenle Halil'in gözaltına alınması için oluşturulan bahane, yasal bir suç işlendiğine dair herhangi bir maddi kanıt olmaksızın varlığını sürdürmektedir.
Dahası, üniversiteler tarafından gizli disiplin soruşturmalarında genellikle paralel süreçler işletilmesi, öğrencilerin (ve diğerlerinin) devlet tarafından daha sonra zulme uğramak üzere hedef alınmasına zemin hazırlamaktadır.
Palestine Legal'ın kurucusu ve direktörü Dima Halidi'nin bu ayın başlarında ‘The Nation’ için yazdığı gibi, üniversite sadece sivil özgürlüklerin basit bahanelerle dışarıdan gelen taraflarca rutin olarak ihlal edildiği bir alan değildir. Aksine, üniversite, itibarına ve kamusal alanla gelecekteki ilişkisine zarar verecek şekilde, yasal sürecin, ifade özgürlüğünün (ve akademik özgürlüğün) ve ortak yönetişimin neo-McCarthyist erozyonunda aktif bir işbirlikçi ve kolaylaştırıcı olmayı seçmiştir.
Görev ihmali
İlgili üniversite ‘bünyesinde bulunanların onurunu ve maddi güvenliğini koruyamamak’ bir görev ihmalidir ve özellikle de Birinci Değişiklik haklarını kullandıkları için sistematik ve orantısız bir şekilde zarar ve şiddete açık hale getirilenler için tehlikelidir. Daha da kötüsü, Siyonizm karşıtı Yahudi öğrenciler de dâhil olmak üzere Filistin yanlısı aktivistlerin bahaneli gözetim, polis şiddeti, cezai gözaltı ve sınır dışı edilmeye maruz bırakılması, sivil özgürlüklere ve kamu güvenine kurumsal ihanetin korkunç bir biçimidir.
Acil ve güçlü bir yönlendirme yapılmadığı takdirde, tekrarlanan bu kurumsal ihmal ve suiistimal vakaları, yükseköğretim kurumunun asla tam olarak iyileşemeyeceği bir pozisyon olan ortaöğretim sonrası gayrimeşrulaştırmayı güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Unutmayalım ki, kolejlerin ve üniversitelerin anti-demokratik direktiflere ve faşist icra emirlerine zorunlu (ve öngörülü) uyumu, meşruiyet ve kendini koruma açısından zayıf bir strateji olduğunu kanıtlamıştır.
Bu uyum, otoriter iktidarı kısıtlamak ya da ona karşı çıkmak yerine onu genişleten, izin verici ve gerici bir jest olarak işlev görmüştür. Örneğin, bu tür dürtüler Columbia, Harvard Üniversitesi ve Pennsylvania Üniversitesi'ni Biden'ın başkanlığı sırasında ABD Kongresi'nde kamuoyu önünde alay konusu olmaktan kurtarmadı.
Düzinelerce başka kurumu da Trump yönetimi tarafından tehdit edilmekten, kınanmaktan ve -Columbia örneğinde olduğu gibi- fiilen yaptırıma uğramaktan korumadı.
Aslında Columbia bugün Trump yönetiminin 400 milyon dolarlık federal fonu kesme tehdidine, öğrencilerinin daha fazla kriminalize edilmesini ve Orta Doğu, Güney Asya ve Afrika Çalışmaları Bölümü için akademik özgürlüğün ortadan kaldırılmasını kabul ederek boyun eğmiştir. Columbia yönetimi, federal fonları kurtarmak için bile hiçbir kesinliği olmayan muazzam tavizler verdi.
Columbia'nın bu kararı, özellikle federal hibelere ve hükümet programlarına daha fazla bağımlı olan kolej ve üniversitelerde, siyasi etkiye, yasama yetkisinin aşılmasına, parasal çıkarlara ve operasyonel özerkliğin azalmasına karşı kurumsal duyarlılık için yeni bir emsal oluşturmuştur. Ancak daha da önemlisi, aylarca süren uyum ve teslimiyetin ardından kaybedilen kamu güveninin yerine konması, araştırma ve program finansmanından çok daha zordur.
Sanılanın aksine, sosyal sermaye ve kamu güveni sonsuz ve koşulsuz kaynaklar değildir; birçok kolej ve üniversitenin alışkın olduğu performatif retorik (Söylemin dinleyici üzerinde belirli bir eylemi gerçekleştirecek şekilde etkili olması anlamına gelir.) ve performatif olmayan jestlerle kolayca harekete geçirilemezler.
Peki, öğrencilerinin ve çalışanlarının iyi niyetini tüketirken kaynakları elinden alınan üniversiteye ne olur? Uyum, üniversite ve üniversite araştırma işlevlerinin yetersiz kalmasını önleyemediğinde gerçekte ne gibi bir değer sunar?
En önemlisi, ahlaki otoriteden vazgeçmek ve ahlaki iflası kabul etmek, giderek artan otoriter yönetim altında belirsiz bir gelecek için çok mu maliyetli bir bedel?
Bunlar, yükseköğretim yöneticilerinin önümüzdeki haftalarda ve aylarda eylemlerinin fayda-maliyetini değerlendirirken göz önünde bulundurmaları gereken can alıcı sorulardır. Mevcut başkan ve dışişleri bakanının da açıkça ortaya koyduğu üzere, halihazırda yaşananlar sivil özgürlüklere ve bu özgürlükleri korumakla görevli kurumlara yönelik pek çok hakaretin ilki.
Kolej ve üniversitelerin bundan sonra mahkemelerde ve kampüslerinde yapacakları, yüksek öğretimin ve Amerikan demokratik projesinin kurtarılabilir bir gelecek için yeterince uzun süre hayatta kalıp kalamayacağını belirleyebilir.
*Charles H.F. Davis III, Michigan Üniversitesi'nde Yüksek ve Ortaöğretim Sonrası Eğitim Çalışmaları Merkezi'nde profesör ve Kampüsün Kaldırılması Araştırma Laboratuarı'nın direktörüdür.
HABERE YORUM KAT