1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Üniversite ve öğrenciler arasındaki uçurum büyüyor
Üniversite ve öğrenciler arasındaki uçurum büyüyor

Üniversite ve öğrenciler arasındaki uçurum büyüyor

Prof. Dr. Bryan Turner verdiği röportajda; üniversitelerin, düşen doğum oranları, artan idari kadrolar ve yapay zekânın yükselişi gibi sorunlarla mücadele ettiğini belirtirken, eğitimin ticarileşmesinin tehlikesi üzerine analizler sunuyor.

16 Mart 2025 Pazar 02:06A+A-

Perspektif/Röportaj: Medine Tecan

Prof. Dr. Bryan Turner: “Üniversitedeki Profesörler Öğrencilerle Temas Kurmuyor”

Yaşadığımız çağda yükseköğretim kurumlarının büyük krizler içinde olduğu söyleniyor. Sizce üniversitelerin karşılaştığı en büyük sorun nedir?

Üniversitelerin karşı karşıya kaldığı sorunlar içinde, Batı toplumlarının demografik sorununu, özellikle de doğum oranlarının düşmesini oldukça önemli buluyorum. Bu düşüş 1980’lerden itibaren devam ediyor ve nüfus her yıl daha da azalıyor. Gelişmiş toplumların çoğunda, mevcut üniversitelerin sürdürülebilirliğini sağlayacak yeterli genç nüfus yok. Mesela benim yaşadığım Avustralya’da aslında çok fazla üniversite var ama bu üniversiteleri dolduracak yeterli sayıda öğrencimiz yok. Bu ciddi bir sorun. Doğum oranlarının artacağına dair ise hiçbir işaret yok. Daha çok aynı seviyede kalmaya devam edeceği öngörülüyor.

Genç çiftler için yaşam maliyetleri çok yüksek. Sadece tek gelirle geçinmek neredeyse imkânsız. Bu nedenle eşlerin ikisi de çalışmak zorunda kalıyor. Hükûmetler doğum oranlarını artırmak için vergi indirimleri gibi teşvikler sağlasa da bunlar işe yaramıyor. Üstelik yaşlanan nüfus, sağlık ve yaşam desteği gibi çok fazla desteğe ihtiyaç duyuyor.

Üniversiteler bu sorunu, daha fazla yabancı öğrenci alarak çözmeye çalışıyorlar. Bu bir dereceye kadar işe yarıyor. Bu yabancı öğrenciler de Avustralya, İngiltere ya da Amerika’da eğitim aldıktan sonra kendi ülkelerine dönüp oldukça başarılı üniversiteler tesis ediyorlar. Bu üniversiteler Batı’daki üniversitelerle rekabet edebiliyor. Hatta artık Avustralyalı öğrenciler, eğitim almak için Asya’daki üniversitelere gidiyorlar çünkü orada eğitim almak buradaki bir üniversitede eğitim almaktan daha ucuz.

Bu nedenle üniversiteler, yeterli sayıda öğrenci çekebilmek için akademik personel sayısını azaltarak giderlerini düşürmeye çalışıyorlar. Aynı zamanda üniversitelerin iyi yönetilmesini sağlamak için daha fazla yönetici işe alıyorlar. Benim üniversitemde, akademik personelden daha fazla yönetici olduğunu düşünüyorum. Bu durum, üniversite sisteminde garip bir tıkanıklık yaratıyor.

Bence profesörlere düşen görev, üniversitedeki yönetim denetiminin büyümesine direnmek. Dünyanın dört bir yanındaki tüm akademisyenler, her bir akademisyene karşılık beş yönetici düştüğünü söylüyor. Üniversitelerde araştırma yapmayı, öğrencilere nasıl yaklaşmak gerektiğini ya da nasıl hibe alınacağını öğretmeye çalışan yöneticiler var.

Bu, üniversitelerde yönetim ağırlıklı bir yapı oluşturulması demek. Avustralya’da bu tür gelişmelerle mücadele eden profesörlerden oluşan bir dernek var. Ayrıca üniversitelerdeki bu değişikliklere karşı oldukça güçlü bir sendikamız da mevcut.

Bunun yanı sıra, çoğu insan için eğitim maliyeti oldukça yüksek, özellikle de iyi bir üniversiteye gitmek istiyorsanız. Üniversiteler, istihdam sağlayamayan alanları kapatma eğiliminde. Örneğin İskoçya’daki Aberdeen Üniversitesi son zamanlarda tüm dil programlarını kapattı çünkü dil programlarının, insanlar yerine yapay zekâ tarafından daha iyi bir şekilde karşılanabileceğini düşündüler. İskoçya’nın yerel dili olan Keltçe’yi kapatmaya çalıştılarsa da ulusal bir tepki nedeniyle yalnızca bu bölümü açık tuttular. Bunun dışındaki tüm dil programlarını kapatarak iş dünyası ve yapay zekâ alanında uzmanlaşmaya yöneldiler.

“Üniversite Yapak Zekâ Tarafından Domine Edilmeye Başladı”

Yapay zekâ demişken… Yapay zekânın gelişimi ile üniversitenin geleceği arasında nasıl bir bağlantı kurarsınız?

Ben araştırma ve eğitim faaliyetlerinin birçoğunun, yavaş yavaş yapay zekâ tarafından üstlenileceğini düşünüyorum. Gelecekte, bilimsel dergilerin editörlüğü yapay zekâya devredilecek. Yapay zekâ, bir makalenin intihal olup olmadığını, özgün olup olmadığını veya hangi yüzdelik oranda özgün olduğunu bize söyleyebilecek. Dolayısıyla, yapay zekâ yavaş yavaş üniversitedeki programlara daha fazla nüfuz etmeye başlıyor. Benim çalıştığım üniversitede de durum böyle. Üniversite yaklaşık 15 tarihçi ve sanat öğretmenini işten çıkardı ve iş dünyası ile yapay zekâ üzerine odaklanan bir okul oluşturdu.

Böylece, üniversitenin insan eğitimini gerçekleştiren bir sistem olmaktan çıkıp, yapay zekâ tarafından domine edilen bir sisteme dönüştüğünü görüyoruz. Çoğu üniversite bu konuda pek düşünmüyor. Yapay zekâ konusunda hevesli olan üniversiteler, yapay zekânın nihayetinde tüm akademisyenleri yerinden edip, tamamen yapay zekâ tarafından yönetilen ve yapay zekâ için var olan bir üniversiteye dönüşeceğini ne yazık ki görmüyorlar. 

Bilim insanları, yapay zekânın potansiyel problemleri hakkında uyarıyor. Bu noktada belki en büyük endişem, teknolojinin hayatımız üzerindeki artan kontrolü.

“Profesörler Öğrencilerle Yeterince Temas Kurmuyorlar”

Eğitimin giderek ticarileşmesi, üniversitelerin temel misyonunu nasıl etkiledi sizce?

Özellikle Amerikan üniversiteleri, büyük ölçekte ekonomik girdiye, büyük kuruluşlara ya da büyük bağışçılara oldukça bağımlı. Mesela, benim üniversitemin finansmanı kısmen Katolik Kilisesi tarafından, kısmen de hükûmet tarafından sağlanıyor. Bu durum, hükûmetin belirli bir tür öğrenci istediği algısını oluşturabilir.

Benim üniversitem, personelin çoğunun evden çalışabileceğini fark etti. Çevrimiçi eğitim verdikleri sürece, personelin evde mi yoksa yurtdışında mı olduğu pek önemli değildi. Önemli olan, işlerini düzenli olarak yapmaları ve öğrencilerin memnun kalmasıydı. Ama kişisel olarak, bir akademisyenle yüz yüze görüşmenin, onu çevrimiçi görmekten tamamen farklı olduğunu düşünüyorum.

Mesela, ben ilk kez ünlü bir profesörle yüz yüze tanıştığım anı hâlâ hatırlıyorum. Sanırım 16 yaşındaydım ve bu durum benim için oldukça etkileyiciydi. Bugünkü üniversitelerde profesör görmeniz ise çok zor, çünkü çoğu sadece araştırma yapıyor.

Eğitimde bir öğretmen ile öğrenci arasındaki yüz yüze, bire bir insan etkileşimi eşsiz bir deneyimdir. Ben ilk kitabımı, Max Weber’in İslam’a dair görüşü üzerine yazmıştım. Bu kitap fikri, Anglikan bir rahibin verdiği dersten ilhamla oluşmuştu. Max Weber’in Budizm, Konfüçyüsçülük ve Protestanlık üzerine ünlü olduğunu, ancak İslam üzerine görüşlerinin ihmal edildiğini ya da göz ardı edildiğini söylemişti. Bu fikir doğrudan beynime kazındı ve “Bu, benim ilk araştırma projem olabilir.” diye düşünmüştüm.

İlham verici öğretmenler, dünyayı deneyimleme şeklimizi birçok açıdan değiştirirler. Bunun özellikle üniversitelerde korunması gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde ise Boston Üniversitesi gibi yerlerde profesörler genellikle yalnızca araştırma yapıyor ve öğrencilerle yeterince temas kurmuyorlar.

Sorunuza geri dönecek olursam, kendi üniversitemden bir örnek verebilirim: Benim çalıştığım üniversite Felsefe Enstitüsü’nü ve ilginç bir şekilde Teoloji Bölümü’nü kapattı. Katolik bir üniversitenin teoloji birimini kapatacağı düşünülmez, ama buradaki tüm parayı iş dünyası ve yapay zekâya yatırdılar. Bence bu büyük bir hata. Sonunda yapay zekâ, üniversiteleri yok edecek çünkü akademisyenlere neden ihtiyaç duyulsun ki? Yapay zekâ her şeyi yapabilir hâle gelecek.

Sizce yükseköğretimin misyonu gelecekte nasıl evrilecek?

Benim gibi düşünen, genelde emekli olmuş profesörlerden oluşan bir grupla çalışıyorum. Hepimiz üniversitelerin gelişimi konusunda kızgınız ve bu gelişmelerle rekabet edebilecek bir çevrimiçi üniversite yaratmaya çalışıyoruz. Çevrimiçi olarak, üniversitelerin dışında bir alternatif akademik buluşma yeri ya da üniversite ortamı oluşturmayı hedefliyoruz.

Bazı şeyler teknolojiyle yapılamaz. Mesela insan bedenleriyle ve hastalarla temasa geçmeden hemşire yetiştirmek mümkün değildir. Öğretmenlerin de canlı insanlarla temasa geçmesi gerekir çünkü bir robotla konuşarak öğretmenlik öğrenemezsiniz.

Bu nedenle ben bağımsız akademik aktivitelerin bir şekilde sürdürülebileceğini düşünüyorum. Ama muhtemelen bu, mevcut üniversite sisteminin dışında bir yapıyla mümkün olacak.

Peki sizce bir üniversite diplomasının gelecekteki değeri ne olacak? Daha esnek ve pratik odaklı modeller, geleneksel diploma programlarının yerini alabilir mi?

Modern üniversitede öğrencilerin mutsuz olmaması ve eğlendirilmesi gerektiği yönünde bir algı var. Ancak benim görüşüme göre, üniversitede öğrencilerin mutsuz olması aslında iyi bir şeydir. Çünkü dünyamız zaten oldukça kötü bir yer. Eğer Trump ya da sağ popülizmle ilgili rahatsızlık duymuyorsanız, ortada bir sorun var demektir. Trump’ın Grönland’ı satın alabileceğini ya da Kanada’nın temelde bir Amerikan eyaleti olduğunu ve istediği zaman el koyabileceğini söylemesi çoğu insanı mutsuz etmeye yeter.

Amerikan siyaseti bir eğlence politikasına dönüşmüş durumda. Trump gibi bir palyaço başkan oldu. Trump’ın halka açık toplantıları ciddi politik etkinlikler değil, eğlence etkinlikleri.

Ben akademisyenlerin, üniversitenin ne olması gerektiğine dair eleştirel düşünceyi korumak için bir çeşit savunma eylemi yapması gerektiğini düşünüyorum. Eleştirel düşünebilen bir kurum olmak, hükûmet yanlısı olmamayı gerektirir.

Peki akademik deneyiminize dayanarak, sizce günümüzde yükseköğretim sisteminde en acil reform ihtiyacı nedir?

Üniversiteler, miraslarını korumaya çalışmalı. Ben Cambridge’de çok şanslıydım. Cambridge, tarihi, politik etkisi ve parası sayesinde hükûmet müdahalesinden nispeten bağımsızdı. Büyük bir araziye sahip olduğu için kendi gelir kaynağı vardı ve bu durum tamamen hükûmete bağımlı olmamasını sağlıyordu.

Akademisyenler, modern teknolojiyi kullanarak birbirleriyle küresel çapta iletişim kurmalı. Ancak hâlâ yüz yüze, doğrudan insan temasının özellikle gençler için oldukça ilham verici bir şey olduğunu unutmamalı.

HABERE YORUM KAT