Umut ve ciddiyet
Siz “İskoç duşu” denen işkence metodunu bilir misiniz?
İnsanın üstüne buz gibi soğuk suyla, kaynar sıcak suyu aynı anda fışkırtırlar.
Buna çok benzeyen zihinsel bir “işkence” döneminden geçiyoruz.
Umut ve umutsuzluk aynı anda çarpıyor zihnimize.
Son birkaç haftadır müthiş ümitsizlik yaratan mesajlarla karşılaştık.
Şimdi “ümitli” bazı gelişmeler ve açıklamalar var.
Başbakan Erdoğan, “İyi niyete iyi niyetle cevap veririz” dedi.
KCK bir açıklama yapıp, “barış sürecinin devam edeceğini” söyledi.
Kurtuluş Tayiz’in görüştüğü bir Kürt siyasetçisi, “silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesinin görüşüldüğünü” açıkladı.
Kürt meselesi dendiğinde, ardında kırk bin ölünün yattığı ve yeni ölümlerin de olabileceği bir sorundan söz ediyoruz.
Bu sorunun “ölümsüz” çözümlenmesini ve barışı isteyen herkesin ciddiyetle ve dürüstçe davranması gereken bir dönemden geçiyoruz.
Çünkü iki tarafta da kafalar karışık görünüyor.
İki taraf da “barışla savaş arasında” gidip geliyor.
Barış isteyenler, bunun için çaba göstermek, uğraşmak, barışı canlı tutmak için çabalamak zorunda.
Savaşı seçmenin getireceği felaketi anlatıp, barışın yollarını aramak zorunda.
İnsanların ölümünden söz ediyoruz burada.
Öyle eski alışkanlıkla yalanlara, çarpıtmalara sapmak kimseye yarar getirmez.
Size küçük bir örnek vereceğim.
Hasip Kaplan, BDP milletvekili ve Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden biri.
Geçen gün, Neşe Düzel’in Bengi Yıldız’la yaptığı söyleşi için “yalanlanan röportaj” diye yazdı.
Kim yalanlamış bu röportajı?
Ne zaman yalanlamış?
Hiç kimse yalanlamadı.
Bant kayıtları olan bir röportajı hiç kimse de yalanlayamaz.
Gerçeği çarpıtmak yakışıyor mu bir siyasetçiye?
Bu kadar gayrıciddi davranma lüksü var mı kimsenin?
Hasip Kaplan, barışa katkı yapabilecek konumda olan bir siyasetçi, onun gibi insanların ağzından çıkacak sözler hepimiz için önem taşıyor.
Toplumun kendisine böylesine önemli görevler yüklediği biri, insanlara gerçek olmayan sözler söylerse, barış yolunda kime güveneceğiz?
İnsanların derin acılar, öfkeler hatta kinler biriktirdiği bir dönemden geçerken, bu acıları, öfkeleri, kinleri kışkırtabilir, gerçekleri çarpıtabilir, kitleleri ayağa kaldırabilirsiniz; iki tarafta da bunu yapan politikacılar var ama bunun barışa bir yararı olmaz.
Barış, savaştan daha zor bir iş.
Kimsede “yenilmişlik” duygusu yaratmayacak bir çözüm bulmak, ezilenlerin haklarını almasını sağlamak, eşitliği herkese kabul ettirmek, intikam duygularını yatıştırmak zorundasınız.
Barış için bir umut kıvılcımı bulduğunuzda, o kıvılcım elinizi yaksa bile onu avucunuzda taşımak, onu hep canlı tutmak zorundasınız.
Silahsız ve ölümsüz çözümün yollarını aramak zorundasınız.
Barışı, “birilerini tasfiye etmek” olarak anlayanlara, “kimseyi tasfiye edemezsin”, çözümü silahın namlusunda görenlere, “siyasete bir şans ver” demek zorundasınız.
Bağırmanın daha fazla dinleyici topladığı bir karmaşada sakin bir sesle sözlerinizi duyurmak zorundasınız.
Çok şiddetli bir savaşa da, insanların eşit yaşayabileceği bir barışa da sapabilecek tarihî bir kavşakta duruyoruz.
Savaş isteyenler de var, barış isteyenler de.
Savaş sinyalleri de geliyor, barış sinyalleri de.
Bir “İskoç duşu” yaşıyor zihnimiz.
Bir endişeye, bir umuda savruluyoruz.
Yeni ve şiddetli bir savaş, bu ülkede yaşayan bütün insanlar için bir felaket olur.
Bu felaketin gerçekleşmesini önlemek için son âna kadar uğraşmak herkesin boynunun borcu; birilerinin iktidar hesapları için gençlerin kurban edilmesini engelleyebilmek için uğraşmaktan hiç vazgeçmemeliyiz.
Burada ucuz yalanlara, saptırmacalara, kurnazlıklara hiç yer yok.
Yanlış bir söz ölüm getirir.
Yarın ne olur bilinmez ama bugün bir umut kıvılcımı var, Erdoğan’ın sözü, KCK’nın açıklaması, Tayiz’in haberi bize umutlanma fırsatı tanıyor.
Bu umudu, dürüstlükle, içtenlikle, gerçekleri saptırmadan besleyip büyütmeliyiz.
Söz konusu insan canı çünkü.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT