Ümmetimizi Yeniden İnşa Yolunda Diriliş
Hicri 1436 yılındayız. Yani Resul (s)’ün ümmetini inşa etmek için Mekke’den Medine’ye yürüyüşünün 1436. senesindeyiz. O yürüyüşle yakılan kandil yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Ancak!
Yüzyılın başında emperyalist batılı devletlerin saldırıları ile, zaten zayıflamış ve iç çürümeye maruz kalmış birliğimiz dağıldı. Bizler büyük bir parantez içerisinde yaşıyoruz. Coğrafyalarımız yağmalandı. İnsanlarımız katledildi. Bugün bizler kayıp bir ümmetin yetim çocuklarıyız. Allah’tan başka sahibi olmayanlarız.
Rabbimiz yarattığı insanlara yol göstermek ve hidayete erdirmek için vahiy, o vahyi insanlara talim ettirmesi içinde de Resuller ve Nebiler gönderdi. Bu anlamda biz hem Muhammed @ ile gelen son dinin müntesipleri olarak yaklaşık 1450 yıllık bir İslam tarihinin mirasçılarıyız hem de ta Adem @ a dayanan bir insanlık ve tevhid mücadelesi tarihinin mirasçılarıyız. Nevzuhur değiliz ancak mirasyedi de olamayız.
Allah Adem’i, İdris’i, Nuh’u, Hud’u, Salih’i, İbrahim’i, Lut’u, İsmail’i, İshak’ı, Yakub’u, Yusuf’u, Eyyub’u, Şuayb’ı, Musa’yı, Harun’u, Davut’u, Süleyman’ı, Zülkifl’i, Yunus’u, İlyas’ı, Elyesa’yı, Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve Muhammed @ ı gönderdi. [veselamün alel mürselin…]
Gönderen aynı Allah idi, gönderilen aynı mesaj idi, gönderilen muhatap da aynı Ademoğlu insan idi. Mesajın karşısında direnen de aynı küfür, aynı fısk, aynı nifak, aynı şirk, aynı zulüm ve aynı tuğyan idi. İman edenler de, gönül verenler de, imanlarından dolayı zulme uğrayanlar da aynı mü’minlerdi.
Dolayısıyla Rabbimizin Al-i İmran Suresi 140. Ayetinde:
وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
“O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.”
buyurduğu gibi günler insanlar arasında döndürülür. İnsanlar, insan toplulukları imtihandan geçirilir. Ve yine Rabbimizin Bakara Suresi 141. Ayette bir sünnetullah yasası olarak:
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” buyurarak her ümmeti kendi yapıp etmelerine rehin kılmıştır. Bizler bugünkü ümmetin dağılmış çocukları olarak hem yapıp ettiklerimizden hem de yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorguya çekileceğiz.
Dünyaya bir göz gezdirdiğimiz zaman coğrafyamızın paramparça olduğunu görüyoruz. Aynı tarihin, aynı coğrafyaların çocukları olarak Batılıların çizdiği ulus devlet sınırlarına hapsedilmiş durumdayız. Irmaklar, kuşlar, dağlar, bulutlar Allah’ın ayetleri olan bu yaratıklar bütün sınırlardan pasaportsuz olarak geçerken, Allah’ın büyük ayeti olan mü’min insan iman kardeşlerine el uzatamamakta, sınırlar, tel örgüler, pasaportlar ve namlular karşısına çıkmaktadır.
Aynı Allah’a iman eden insanların kardeşliğinden daha evla kardeşlik olur mu? Öyleyse bize ne oldu? Nasıl bu hale geldik? Biz kimdik, şimdi kim olduk? Bu soruları sorarak öncelikle bir bilinç intifadası yaratmamız gerekiyor.
Birbirimizden koparılmış ellerimizi nasıl tekrar birbirine kavuşturacağız? Mağripten maşrıka, şimalden cenuba yeniden coğrafyalarımızı nasıl kardeş kılacağız? Fas’lı Cabiri’nin sesini Endonezyalı Hace Muhammed Dahlan’ın sesine nasıl kavuşturacağız?
Mısırlı şehid Esma’nın, tutsak edilmiş Muhammed Mursi’nin, “alçak hükmünüzün hiçbir değeri yoktur, sizden af dilemeyeceğim, ölüm emri yeryüzünde değil gökyüzünde verilir” diyen Muhammed Bedii’nin, Şehid Seyyid Kutup’un, Hasan el Benna’nın feryadını Türkistanlı mazlumların sesiyle, Güney Afrikalı İmam Harun’un sesini dedeleri Amerika’ya köle olarak getirilen şehid Malcolm X’in sesiyle nasıl buluşturacağız?
Suriyeli Abdülkadir Salih ile Bengalli Abdülkadir Molla’nın aynı dava için şehid olduklarını nasıl haykıracağız? Bengalli Kamaruzzaman’ın Şeyh Said’in kardeşi olduğunu, Şeyh Said’in de Aliya İzzetbegoviç’in, Aliya’nın da Şeyh Ahmet Yasin’in kardeşi olduğunu nasıl söyleyeceğiz? Mü’minler sonsuza akan bir ırmağın coşkun dalgalarıdır. Irmağımıza nasıl coşkunluk katacağız?
Charlie Hebdo saldırısında ölen 10 kişi için dünyayı ayağa kaldıran kadim sömürgeci Fransa’nın, Cezayir’de bağımsızlık savaşı sırasında 1,5 milyon insanı katlettiğini, bu katliamını fare avı diye nitelediğini, toplamda ise 5 milyon insanın ölümüne sebep olduğunu nasıl haykıracağız? Mavi Marmara’da Siyonist katillerin 10 kardeşlerimizi vahşice katlettiğini ifade etmek için işgalci İsrail otoritesinden izin mi isteyeceğiz?
Bugün sorular bunlardır. Bunları ilk elde duyumsamak, aidiyet bilincimizi tazelemek, sorumluluğumuzun farkında olarak ayağa kalkmak ve bir adım öne yürümek zorundayız. Hapsedildiğimiz ulus devlet sınırları bizim ufkumuz olmamalıdır. Cezire’nin, Biladü’ş-Şam’ın, Biladü’s-Sudan’ın, Biladu’r-Rum’un, Mezapotamya’nın çocukları, ırmakları ve dağları kardeştir. Bu tasavvur hücrelerimize işlemiş olmalıdır.
Yüzyılımızın başında büyük uyanış öncüsü Seyyid Cemaleddin Afgani’nin başlattığı uyanış, öze dönüş ve ıslah çabaları bugün coğrafyamızda büyük bir etkiyle intifadalara dönüşmüştür. Urvetü’l-Vuska geleneği içerisinde, Endülüslü Şatıbi’nin, Hindistanlı Şah Veliyyullah Dihlevinin, Mısırlı Muhammed Abduhların, Reşid Rızaların, Abdülkadir Udehlerin, Cezayirli Malik bin Nebilerin, İbn Aşurların uyanış çizgisi Tahrir meydanına kadar uzandı. Ve Esma Biltaci “Allah sizden şahitler edinmek ister” çağrısına uyarak şehit oldu.
Bu mesaj yaşadığımız topraklarda Osmanlı’dan TC ne geçiş sürecinde Bağdatlı Babanzade Ahmed Naim, Arnavut Mehmet Akif, Mısırlı Said Halim Paşa, Şehbenderzade Filibeli Hilmi tarafından hep aynı kaygı ile taşınmıştır. Zulme uğrayan Said Nursi, idam sehpalarından Allah’a yürüyen Şeyh Saidler, İskilipli Atıf Hocalar, Hoca Ali Rıza Efendiler bu ümmetin yaşadığı bozgun ve saldırı karşısında kıyam ettikleri için Kemalizm’in zulmüne uğradılar.
Ümmet bilincimizi yok etmek için, memleketçilik ve kavmiyetçilik hastalıkları ile bizleri zehirlediler. İlk ırkçı şeytandır. Türk, Kürt, Acem, Arap ırçılıkları hep aynı cahiliyenin yansımasıdır. Ve şeytanın adımlarını takip etmektir. Bizim ırkçılık gibi bir aidiyetimiz, mezhepçilik diye bir dinimiz, memleketçilik diye bir kimliğimiz yoktur. Allah kitabında bizlere Müslüman ismini vermiştir. Ve tanışmamız için renklerimizi ve dillerimizi farklı farklı yaratmıştır. Bunlar hepsi Allah’ın bir ayetidir.
Coğrafyalarımız hem küresel emperyalist güçlerce hem de yerel diktatörlükler ve krallıklar tarafından kuşatılmıştır. Bunun üzerine bir de Batıni Gulat Şii anlayışları ile ölçüsüz bir fahşa olarak katliamları çoğaltan sözde Sünnilik günümüzde coğrafyamızı kanatmaktadır.
Suriye’de 100 binlerce Müslüman katledilmiştir. Irakta milyonlarca insan katledilmiştir. Bu küresel cahili sistem ile ve onun İslam dünyasındaki yerli işbirlikçi rejimlerinin saldırıları sonucunda insanlarımızı kurban veriyoruz. Muhammedi sünnet bizlere “Müslümanın derdiyle ilgilenmeyen onlardan değildir” diyor. Nebevi sünnet kandil yakmak, mevlit şiirleri okumak değildir. Zikirmatiklerle sayı saymak değildir. Muhammedi sünnet Muhammed @ ın ümmetine sahip çıkmaktır.
Coğrafyamız bu kadar sıkıntı içerisindeyken, yaşadığımız ülkede de hatırlayalım son iki yıl içerisinde çok sıkıntılı süreçlerden geçtik. Önce dershanelerin kapatılması hadisesini bir toplumsal karmaşaya çevirmek istediler. Arkasından Gezici çeteleri ile onların sağcı solcu destekçileri, Kürt Türk ulusalcıları, sol sosyalist marjinal klikler ve Müslüman kılıklı sapmış zevat bunlara destek verdi. Arkasından 17-25 Aralık darbe süreçlerini Müslüman kimlikli bir cemaatin taşeronluğunda planladılar.
100 yıl önce Antep Halep vilayetinin bir şehri idi. Suriye diye bir devlet yoktu. Irak diye bir devlet yoktu. Ürdün diye bir devlet yoktu. Bunlar kolay sömürü ve kontrol için uydurulmuş suni sınırlardır. Coğrafyamızdaki direniş hareketlerini boğmaya çalışan hem içeriden hem dışarıdan güçlere karşı dayanışma bilincimizi arttırmalı ve diri tutmalıyız. Bizler de aynı şekilde Rabia direnişlerinde kendimize geldik. Suriye kıyamı ile seferber olup özgürlük şarkıları söyledik. Coğrafyamız büyük parantezi kapatmak için bir uyanış ve var olma savaşı vermektedir. Mısır budur, Suriye budur, Libya Budur, Tunus budur ve Türkiye de budur.
CHP lideri iktidara gelirsek Suriyeli göçmenleri geri göndereceğiz diyor. Yani zalim Esed’e teslim edeceğiz diyor. Muhacirler ne zaman katillere teslim edilir olmuştur? Biz ensar bilinciyle hareket etmeli ve kardeşlerimize sahip çıkmalıyız.
Türkiye halkları Allah’a şükür 4 yıldır bu bilinçle dünyada biç bir ülkede görmediğimiz bir fedakarlıkla bu muhacir kardeşlerimize sahip çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Bu fedakarlıklar o muhacir kardeşlerimize yardım anlamına geldiğinden daha çok bizim uyanışımıza, bilinçlenmemize ve kendimize gelmemize vesile oldu. Bunun için de Allah’a hamdediyoruz.
Suriye sizi ne ilgilendirir, Filistin sizi ne ilgilendirir, Yemen sizi ne ilgilendirir diyorlar? Biz Yemen’de kardeşlerimizi şehit verdik. Filistin Cephesinde kardeşlerimizi şehit verdik. Biz Suriye cephesinde, Kafkaslar’da kardeşlerimizi şehit verdik. Buralar bizim kadim coğrafyamızdır. Hicri 3. Ve 4. Asırlarda İslam Endonezya’dan Fas’a, Çin’den Afrika’ya kadar yayılmıştı. Sahabe ve tabiinden oluşan ordu 717 yılında Konstantinopolis yani İstanbul’a gelmişti. Mesleme Bin Abdülmelik adındaki komutan Bizans’ta ilk ezanın okunduğu bir mescidi inşa ettirmişti. Bugün Galata’da bulunan Arap Camii işte o mescittir. Eğer dünya tarihinde gerçek bir devrimden söz edilecekse biz Allah Resulü Muhammed @ ın yaptığı insani ve fıtri devrimden söz etmeliyiz.
Kendi çocuklarını yiyen Fransız devriminden, Stalin önderliğinde Gulag takım adalarında milyonlarca insanı katleden, asan, yakan Rus Ekim devriminden yada insanları köylüleştireceğim diye ölüm tarlalarına süren Mao’nun köylü devriminden değil…
Bununla beraber Rabbimiz Al-i İmran Suresi 104. Ayette:
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir ümmet/topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Bizler yeryüzünün ıslahına memur kılınmış inananlarız. İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek ve hayra çağırmakla felaha erebileceğimizi unutmayalım. Çünkü yine Rabbimiz Bakara Suresi 143. Ayette:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا
“İşte böylece sizin insanlığa şehitler olmanız, Resûl'ün de size şehit olması için sizi mutedil bir millet kıldık.”
Rabbimiz bizlerden hakkın şahitleri olmamızı istiyor. Şahitlik alenidir. Gizlisi saklısı yoktur. Zalimlerin, egemen müstekbirlerin, coğrafyamızdaki işbirlikçilerinin, Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in, İsrail’in zulümlerini ifşa ettiğimiz kadar Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de fahşaya ulaşan mezhepçi İran’ın Şii katliamcılığını da IŞİD zulmünü de ifşa etmeli ve karşı durmalıyız. Adil şahitlik ve vasat ümmet olmak bunu gerektirir.
Rabbimizin verdiği Müslüman ismi de bizim kimliğimiz olmalıdır. Ümmetimizi yeniden inşa sorumluluğu imani bir sorumluluktur. Bu sorumluluk ertelenemez ve devredilemez. Akıbet ise elbette ki muttaki olanların, Allah’tan korkanların, nefsini her türlü şirkten, cahiliyeden, taassuptan, ırkçılıktan ve mezhepçilikten arındıranların lehinedir.
Vahiy bizim rehberimizdir. Şahit ve şehit olarak Resul @ da önderimiz ve örneğimizdir. Bu anlamda ne Batıni hurafeci Safevi Şiiliği ne de Sünni Emevi Saltanat ideolojisi bizim modelimiz olamaz. Zalimlere meyledenlere ateşin dokunacağını Rabbimiz bize haber veriyor.
Şahitler ve ıslah önderleri olarak ortaya koyacağımız ameller bizi geleceğe taşıyabilir. Öncü bir Kur’an neslini varederek ümmetin nüvelerini oluşturmalıyız. Yaşadığımız dünyayı bir selam yurduna ancak bu şekilde dönüştürebiliriz. Bunun için öce coğrafyamızı tanımakla işe başlayabiliriz. Coğrafyamızdaki tarihimiz nedir, bunu bilmeliyiz.
Coğrafya ve tarih bilincimizi bugünle yüzleştirip geleceğe yürüyeceğimiz yolu aydınlatmalıyız.
Coğrafyamız bir acılar ve mahrumluklar atlasıdır, doğru, ancak ağıt yakarak, acılarla yatıp kalkamayız. Her birimize büyük sorumluluklar düşmektedir. İster amir, ister memur, ister tüccar, ister işçi, ister öğretmen ister öğrenci olsun fark etmez.
Rabbimizden yeryüzünü bir selam yurdu haline getireceğimiz, Kudüs’ü, Şam’ı, Mekke’yi, Buhara’yı, Halep’i, Bağdat’ı, Kahire’yi, Kayravan’ı özgürce gezeceğimiz günleri bize göstermesini diliyorum. Allah İslam’ın zaferini göstermeden canımızı almasın.
YAZIYA YORUM KAT