Ümmet dayanışmasına bir örnek: Johannesburg Hamidiye Mescidi
Yasin Güney, Güney Afrikalı Hindistanlı Müslümanların ümmet dayanışmasının bir ifadesi olarak Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde inşa ettirdikleri Hamidiye Mescidi'nin tarihini inceliyor.
Yasin Güney / Mecra
Newton’daki Hamidiye Mescidi
Sultan II. Abdülhamid, şüphe yok ki, Osmanlı Devleti tarihinde müstesna bir yere sahip devlet adamı ve İslâm dünyasının halifesidir. Müslümanlar arasında, diğer son dönem Osmanlı padişahları arasında en popüler olanıdır. Fevkalade sancılı bir dönemde, 93 Harbi arifesinde tahta geçmesine karşın siyasî olaylara sühûletle yaklaşan II. Abdülhamid, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda sıkıntılara karşı duyarlı olmayı ihmal etmemiş, milliyetçilik akımının imparatorluğu tehdit ettiği bir dönemde, Panislamizm (İslâm Birliği) fikrini hayata geçirerek Müslümanların bulunduğu coğrafyalara temsilciler göndermiş ve gerekli yardımlarda bulunmuştur.
II. Abdülhamid, bu politikasından dolayı Müslümanlar tarafından çok seviliyordu. Sadece Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Müslümanlarla ilgilenmiyor, Osmanlı toprağı olmayan Hindistan, Moro, Güney Afrika gibi ülkelerde yaşayan Müslümanların sorunlarına, sıkıntılarına karşı onlarla mektuplaşıyor, yaşadıkları sorunlara kulak eğiyor ve onların dilinden konuşuyordu. Mekke, Medine, Kudüs gibi İslâm şehirlerinin Osmanlı toprakları sınırları içerisinde olması, imparatorluğu Müslüman topluluklara karşı ilgili olmasının da bir diğer nedeniydi.
- Sömürgecilik faaliyetlerinin etkilerinin giderek arttığı dönemde, birçok ülkede Osmanlı İmparatorluğu, bağımsızlık arayışında olan halklar ve topluluklar için çıkış yolu olarak görülüyordu.
Bu durumun temelinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş ve çeşitli etnik grupları, kültürleri ve dinî inançları barındırma yeteneği yatıyordu. İmparatorluk, çeşitli etnik ve dinî grupların bir arada yaşamasına dayalı bir çokuluslu yapısıyla oldukça dikkat çekiyordu.
Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru, birçok Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkesi, sömürgeciliğin yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlardan kaçınmak ve bağımsızlık arayışlarını desteklemek amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'na yönelebiliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun, sömürgecilik karşıtı bir duruş sergileyen ve emperyalist müdahalelere karşı direniş gösteren bir devlet olarak algılanması, onu bu bağımsızlık hareketlerinin destekçisi haline getiriyordu. II. Abdülhamid’in Panislamist politikasıyla birlikte Osmanlı Devleti, sadece kendi sınırlarından ibaret olmadığını gösteriyordu.
Güney Afrika'daki Hindistanlı Müslümanlar, 20. yüzyılın başlarında yoğun bir ırkçılıkla karşı karşıya kaldıkları dönemde, yaşadıkları sıkıntılara karşı çözüm arayışlarına giriştiler.
Bu zorlu süreçte, Hindistanlı Müslümanlar, bir “umut kaynağı” olarak gördükleri Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’e mektuplar yazarak dertlerini ve sıkıntılarını ifade ettiler.
Osmanlı padişahına yazılan mektuplar, sadece yaşadıkları sıkıntıları ifade etmekle kalmayıp aynı zamanda ona duyulan saygı ve sevgiyi de içeriyordu.
Güney Afrikalı Müslümanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nda gerçekleşen olayları yakından takip ediyor ve özellikle Sultan II. Abdülhamid'in liderliği altında gelişen önemli projelerle ilgileniyorlardı. Sultan II. Abdülhamid döneminde gerçekleşen, kutsal topraklara hac ve umre ziyaretlerini kolaylaştırmayı amaçlayan Hicaz Demiryolu projesi, Güney Afrikalı Müslümanlar arasında özel bir ilgi ve bağlılık uyandırmıştı. Bu projenin finansmanı için dünya genelinde Müslüman topluluklar arasında bağış kampanyaları düzenlenmiş,
- Güney Afrikalı Müslümanlar da bu kampanyalara aktif bir şekilde katılım göstererek Osmanlı İmparatorluğu'nun Hicaz Demiryolu’nu inşa etmesi için maddi destek sağlamışlardı.
- Bu duygusal bağın bir ifadesi olarak, Hindistanlı Müslümanlar Johannesburg şehir merkezinin batısında günümüzde 9 Jennings Caddesi üzerinde yer alan bir arsaya topladıkları paralarla bir mescit inşa ettiler ve bu mescide "Hamidia Masjid" (Hamidiye Mescidi) adını verdiler.
Caminin ne zaman inşa edildiği tarih tam olarak bilinmemekle birlikte tarihçiler 1907-1908 yılları arasında cami inşaatının tamamlandığını belirtmektedir.
Hamidiye Mescidi, dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid’in adını taşıyarak ona olan derin bağlılığı ve saygıyı simgeliyordu.
Aynı zamanda, bu mescit, Müslümanlar arasında birlik ve dayanışma duygularını güçlendirmek, ortak bir kültürel mirasa vurgu yapmak ve Osmanlı İmparatorluğu'na duyulan özlemi ifade etmek amacıyla önemli bir simge haline geldi. Hamidiye Mescidi, kuruluşundan bu yana İslâmî faaliyetlerin merkezi olmuş ve 2000’li yıllara kadar bu özelliğini muhafaza etmiştir.
Newtown'daki Hamidiye Mescidi sadece Müslümanların namaz kıldığı bir yer değildi, aynı zamanda inşa edildiği ilk yıllarda sömürgecilik faaliyetlerine karşı diğer dinlerden olan vatandaşların da birlikte eylemler yaptığı bir merkez olmuştu.
16 Ağustos 1908'de Güney Afrika'da Mahatma Gandhi'nin liderliğindeki 3 bin Müslüman, Hindu ve Hristiyan, Hamidiye Camii'nin önünde toplanarak hükümetin "beyaz olmayanları" sınıflandırdığı geçiş belgelerini yakarak satyagraha (pasif direniş) eylemini başlattı. Bu olay, din ayrımı gözetmeksizin bir araya gelen insanların, ırk ayrımcılığına karşı çıkma kararlılıklarını simgeliyordu. Geçiş pasaportları, o dönemde beyaz olmayanların taşıması gereken belgelerdi ve bu olmadan seyahat etmeleri ya da yerlerinden ayrılmaları mümkün değildi.
Hamidiye Mescidi, Gandhi'nin özgürlük savaşının başlangıç noktası olarak anılmaktadır.
The Star'ın haberine göre: "Toplantı Newtown'daki mescit alanında, gündüz saat 11'de yapıldı ve toplantının kısa süre önce duyurulmasına rağmen büyük bir kalabalık toplandı. Bu toplantı için araziye bir platform kurulmuş ve binlerce parafin tenekesi kullanılarak oturma yeri sağlanmıştı. Platformda İngiliz Hint Derneği Başkanı Essop İsmail Mia, sanatsal Doğu kıyafetleri içinde Hintli bir rahip ve Bay Gandhi vardı."
Bu toplantı, pasif direniş eylemlerinin yeniden başladığının bir işaretiydi. 16 ve 23 Ağustos 1908 tarihlerinde camide düzenlenen halka açık törenlerde daha fazla pasaport yakıldı. Gandhi'nin konuşmasından sonra 1200 ve daha sonra da 500 paso veya kayıt belgesi yakıldı. Bu geçiş pasoları önce parafinle ıslatılmış ve ardından ateşe verilmiştir.
Hamidiye Mescidi, kuruluşundan bu yana İslâmî faaliyetlerin merkezi olmuş ve dünyanın birçok yerinden gelen âlimler için bir ziyaret odağı halindeydi. Güney Afrika’da tanınan kimseler de 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında cami çevresinde kalır, ikamet ederlerdi. Newtown şehrinin gün geçtikçe tehlikeli ve dışarıdan gelen göçmen kimselerin yaşadıkları bir semt konumuna gelmesi, caminin önemini de azaltmıştır. Artık, Newtown şehri yakınlarındaki apartmanlarda yabancı göçmenler yaşıyor ve bu durum da caminin demografisini değiştirmiştir.
Yıllar içinde mescit, farklı şekillerde önemli ölçüde değiştirilmiştir. Şu anki mevcut minare ve bakır kubbe 1950'lerde eklenmiştir. Artefacts'a göre, 1958 yılında Margoles, Dukes ve Smith tarafından bina üzerinde ek çalışmalar yapılmıştır.
Güney Afrika’daki diğer camilerde ve Hamidiye Mescidi’nde en çok dikkat çeken unsurlardan biri, ibadet edenlerin kozmopolit yapısıdır. Somali, Güney Afrika, Pakistan, Zimbabve ve Malavi gibi farklı ülkelerden gelen Müslümanlar, camide Urduca, Arapça, İngilizce, Malavi, Shangaan ve Shona dillerini konuşmaktadırlar.
HABERE YORUM KAT