Uluslararası STK'lar Filistin sivil toplumunu nasıl ırkçılaştırıyor ve susturuyor?
STK desteği alabilmek için bizlerden 'duygusal' kimliğimizden sıyrılmamız ve İsrail'in soykırımına ilişkin gerçekleri sulandıran ifadelerin içi boş sözcüsü olmamız bekleniyor.
Falastine Saleh’in Middle East Eye’da yayınlanan makalesi Barış Hoyraz tarafından Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
İnsani yardım kuruluşları Filistin'de her zaman sorun olmuştur, ancak Gazze'deki soykırımın başlamasından bu yana işleyiş şekli her zamankinden daha fazla rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır.
1993'te Oslo Anlaşmalarının imzalanmasının ardından, “devlet kurma” kisvesi altında, uluslararası bağışçılar ve büyük STK'lar önceden hazırlanmış liberal gündemlerle geldiler ve “güçlendirme”, “kalkınma” ve “devlet olma” gibi terimleri ortaya attılar.
Sözde yardım etmek için buraya gelmişlerdi. Gerçekte ise varlıkları, Filistinlilerin kurtuluşunu desteklemekten çok ama çok uzak başka amaçlara hizmet ediyordu.
Bu kuruluşlar, Filistin mücadelesini aktif bir şekilde depolitize ettiler, tabanda yer alan hareketleri parçaladılar. Dış politika çıkarlarını halkın ihtiyaçlarından üstün tutan ‘uluslararası yardıma’ bağımlılığı dayattılar.
STK'lar meseleyi “kalkınma” ya da “insani yardım” olarak çerçeveleyip paketleyerek odağı ‘İsrail işgalinin yapısal şiddetini’ ele almaktan ‘teknik sorunları çözmeye’ kaydırdı. Filistinlilerin özgürlük mücadelesi, siyasi özünden tamamen arındırılarak “kapasite geliştirme” gibi konulara indirgendi.
Bu eğilim, insani yardım kuruluşlarının acil krize müdahale etmek için çırpındıkları, ancak sorunun temel sebeplerini ele almaktan kaçındıkları Gazze'de devam eden soykırım sırasında hiç bu kadar açık vermemişlerdi.
Yardım Kuruluşları ‘Yaşanan soykırımın insan eliyle oluşturulduğunu’ söylemekten ya da ‘İsrail'i işlediği savaş suçlarından’ sorumlu tutmaktan kaçınarak sadece yardım dağıtmaya odaklanıyorlar.
Filistinlilerin güçlendirilmesi
Bu örgütlerin gelişi Filistin sivil toplumunu, nihayetinde kendi gündemlerine hizmet edecek şekilde parçaladı.
Bu kuruluşların müdahalesinden önce Filistin kurtuluş hareketi, İsrail sömürgeciliğine karşı mücadelede birleşmiş olan işçiler, çiftçiler, öğrenciler, gençlik örgütleri ve siyasi partiler gibi tabandan gelen gruplar tarafından yönetiliyordu. STK'lar devreye girerek bu kolektif direnişi bölümlere ayırdı ve Filistinlilerin “güçlendirilmesi” konusunda kendi tanımlarını dayatan bağışçı dostu çerçeveler ortaya çıktı.
Daha da kötüsü, yıllar geçtikçe Filistin sivil toplumu, bu STK'ların çektiği fonlara bağımlı hale geldi. Elbette bu gelen finansmanın da bazı şartları olacaktı.
Dış politika çıkarları tarafından yönlendirilen uluslararası bağışçılar, ‘siyasi örgütlenmeyi devre dışı bırakmaya çalışan’ ve ‘İsrail sömürgeciliğinin gerçekleriyle yüzleşmeye’ cesaret edenleri cezalandıran finansman kriterleri oluşturarak şartları belirlediler.
Bir zamanlar cesur ve tavizsiz olan Filistinli STK'lar, fonlarını kaybetmemek için kendi kendilerini sansürlemeye itildiler.
Bu bağımlılık sadece Filistin aktivizmini etkisiz hale getirmekle kalmadı, işgalin gelişmesine de olanak sağladı. Yasal olarak işgalci gücün sorumluluğunda olması gereken hizmet ve yardımları sağlamak için devreye girerek, Filistin'deki insani yardım kuruluşlarının varlığı, mücadele ettiklerini iddia ettikleri baskı sistemini güçlendiriyor.
Hapishane duvarlarını inşa etmemiş olabilirler, ancak korunmasına ve güçlendirilmesine kesinlikle yardımcı oluyorlar.
Bugün soykırımın korkunç gerçekliğiyle yüzleşirken, insani yardım sektörünün başarısızlıkları benim için acı verici bir şekilde netleşti. Bunları bizzat kendim de yaşadım.
Gazze'deki soykırımın başlangıcında, önde gelen bir uluslararası STK'nın iletişim departmanında çalışıyordum. Tanık olduğum şey suç ortaklığından daha fazlasıydı: “Filistinlilerin seslerinin aktif bir şekilde silinmesi.” Yaşadığım yalanlar ve gaslighting (kendi algısını, hafızasını veya gerçeklik anlayışını sorgulamasına neden olan psikolojik bir manipülasyon taktiğidir) hayal edebileceğimin çok daha ötesindeydi.
Siyonistleri Yatıştırmak
Bir olay çok net bir şekilde göze çarpıyor: Kuruluş (STK), İsrailli bir grupla ortaklık kurmayı tercih etmişti; bu karar bölge ofisi tarafından sessizce onaylanmış ve mümkün olan son ana kadar yerel personelden de gizlenmişti.
Bunu öğrendiğimizde çok sinirlendik. Böyle bir ortaklığın yalnızca ‘kuruluşun görev tanımını’ ihlal etmekle kalmadığını, aynı zamanda özellikle - bu kritik dönemde – ‘son derece sorunlu siyasi sonuçlar doğuracağını’ da açıklamaya çalıştık.
Yaptığımız eleştiri ve itirazlar, ağırlıklı olarak beyazlardan oluşan bölge yönetimi tarafından reddedildi. Bizi önyargılı olmakla suçladılar. Hatta insan haklarına ve kuruluşun misyonuna olan bağlılığımızı sorguladılar.
İtirazlarımıza rağmen, ‘bağışçıların isteklerine’ öncelik vererek ve kuruluş içinde katı Siyonist görüşleriyle bilinen idarecileri yatıştırarak yollarına devam ettiler.
Ancak manipülasyon bununla da kalmadı. Yazdığımız her şey - tweetlerden raporlara - daha çok sansür gibi hissettiren zorlu bir “onay sürecinden” geçmek zorundaydı. Hatta tek görevi bizim bölümümüzden çıkan her şeyi düzenlemek ve onaylamak olan “Avrupalı” bir personel bile işe aldılar.
Bu kişi, İsrail'i savaş suçlarından dolayı kınayan ifadeleri engelledi, raporlarımıza yanlış eşdeğerlikler eklemekte ısrar etti ve hangi gerçeklerin yayınlanmak için “doğru!” olduğuna karar verdi.
İşgal altında yaşayan Filistinliler olmamız ve deneyimlerimizden yola çıkarak yazmamız önemli değildi. Sesimiz, “kuruluşun siyasi çıkarlarına ve bağışçı ilişkilerine öncelik veren anlatılar” lehine susturuldu.
İnsani yardım sektöründeki ırkçılık izlenen politikaların çok daha ötesine uzanıyor; işe alım uygulamalarına ve işyeri kültürüne nüfuz ediyor.
Yakın zamanda Filistin'de önde gelen uluslararası bir STK ile yaptığım mülakatta, aşağılayıcı bir soruyla karşılaştım: “Filistinli olmayı işinizden nasıl ayıracaksınız?”
Bu tek soruyla, yıllara dayanan deneyimim, becerilerim ve profesyonelliğim bir kenara itildi. Bunun yerine her şey Filistinli kimliğime indirgendi. Bu onların gözünde bir sorundu. Açıkçası, Filistinli olmak beni profesyonel olmayan, önyargılı ve onların çerçevesine uygun olmayan biri yapıyordu.
Dayanılmaz ikiyüzlülük
Sorular daha da kötüleşti.
Onların sözde ‘kırmızı çizgileri!’ dahilinde çalışan bir Filistinli olarak “hayal kırıklığımı nasıl yöneteceğim” soruldu. Katıldığım bir panelde ‘insani yardım kuruluşlarını Gazze'deki soykırıma ortak olduklarını dile getiren bir eleştirime’ atıfta bulundular ve benden sözlerimi gerekçelendirmemi istediler.
“Bu eleştirilerin gerçeklere dayandığı ve halının altına süpürülmemesi gerektiği” şeklindeki cevabım onları gözle görülür bir şekilde rahatsız etti. Görüşmeden kendimi kızgın, saldırıya uğramış ve ayrımcılığa uğramış hissederek ayrıldım.
Aslında bu sadece rezil bir görüşme ya da korkunç bir kuruluşla ilgili değil. Bu, Filistinli sesleri sistematik olarak susturan bir sektörle ilgiliydi.
Filistinliler olarak, adalet ve insan haklarını savunduğunu iddia eden bir sektörde çalışmak için fazla duygusal, fazla önyargılı ve fazla profesyonelce görülüyoruz.
Kimliğimizden sıyrılmamız, gerçeği sulandıran, statükoya hizmet eden ve onların harekete geçmemesini sağlayan açıklamalar için, içi boş sözcüler olmamız beklenen koca bir sektör burası.
İkiyüzlülük dayanılmaz boyutlarda. İnsanlarımız Gazze'de katledilirken, insan haklarını savunduğunu iddia eden kuruluşlar tarafından Filistin karşıtı ırkçılığa maruz bırakılıyoruz. Bu kurumlar bizden tarafsızlık talep ediyor, ancak kendileri tarafsız olmaktan çok uzaklar.
Bu sektörde işim büyük ölçüde bitti. Değerlerimden ödün vermeden hayatımı kazanmak için kullanabileceğim başka beceriler geliştirdiğim için kendimi şanslı sayıyorum.
Her Filistinli STK çalışanını da aynısını yapmaya çağırıyorum. Bu baskıcı sistemin dışında bir şeyler inşa edin çünkü sistem asla değişmeyecek. Zaten değişmek için de tasarlanmadı.
Filistinliler daha iyisini hak ediyor. Özgürlüğümüz için savaşacağız, adalete hizmet etmek için savaşacağız ve bunu kendi şartlarımızla yapacağız, onların şartlarıyla değil.
*Falastine Saleh Ramallah, Filistin'de yaşayan bir yazar.
HABERE YORUM KAT