Ulusalcılar ve 19 Mayıs, solcular ve 1 Mayıs
Daha önce de defalarca yazdığım gibi, şu ileri yaşımda artık tabulara, totemlere, kutsal ineklere, klişelere, rit, tören ve seremonilere, ikiyüzlülüklere, fikirleri köşesizleştirmeye, o da vardı bu da vardı bulanıklıklarıyla mavi boncuk dağıtmaya tahammül edemediğim için, sert ve acı konuştum.
Bizzat kendi tarihçemle hesaplaşmamı bitiremediğim için de, bu kadar acı ve sert konuştum.
Pişman mıyım ? Hayır. Ben de bilirdim, “sol da iyi şeyler yapmıyordu ama tabii derin devlet tertibini de ihmal etmemek lâzım” gibi, kimseyi rahatsız etmeyecek yuvarlaklıklarla meseleyi tehlikesizce geçiştirmeyi. Ne olurdu ? Kimseye dokunmaz, herkesin üzerinden aşar giderdi, ortaya (yani boşa) söylenen bu lâflar.
Olağan karşılanır, rahatsızlık yaratmazdı. Bu cerahat ortaya dökülmezdi. Bir haftadır söylenenlere bakıyorum da, değiştik değiştik denirken pek değişen yokmuş meğer. Birçok eski solcu geçmişte yaşıyor. En kötüsü, genel bir “sol geçmiş”te de değil, (tam Nabi Yağcı gibi) dar fraksiyon geçmişinde yaşıyor. 12 Eylül’ün solu dümdüz etmesinin üzerinden otuz küsur yıl geçmiş; hâlâ, çok net söylemese de, “her şeye rağmen en haklı bizdik” haleti ruhiyesi içinde yaşıyor.
Türk milliyetçiliğinin 1908-1922 şekilleniş aşamasının bazı şeytanları, ezelî ve ebedî düşmanları vardır : Bulgarlar, Yunanlılar (Rumlar), Ermeniler. Nihal Atsız ise ünlü iki romanında tâ Orta Asya’ya döner ve Çinlileri Türklüğün (ilk) baş düşmanı sayar. Bana pek çok eski solcu, 20. yüzyıl başı nefretlerinde bile değil, 6. ve 7. yüzyıllarda, Köktürklerde kalmış gibi geliyor. Bulgar milliyetçiliğinin bir “Türk boyunduruğu” anlatısı vardır.
Osmanlı yönetiminin ne kadar korkunç olmuş olduğunu ballandırmaya doyamazlar. Yanılmıyorsam on küsur yıl önce Bulgaristan’da bir müfredat değişikliği oldu; bu “Türk boyunduruğu” faslı çıkarıldı veya önemsizleştirildi. Ortalık birbirine girdi, “boyunduruğumuzu bize geri verin” diye.
Çünkü Bulgar kimliğinin temel direği olarak görüyorlar, onsuz ne yaparız bilemiyorlardı. Yunan milliyetçiliği 1922’de İzmir’i Türklerin yakmış olduğuna inanmaya muhtaçtır, çünkü bu mağduriyet 1919-22 Küçük Asya Felaketini örtmeye yarayabilir. Tarihî gerçeğe dayansa da, aynı şey İsrail’in Holokost’la ilişkisi için geçerlidir; keza aynı şey, tarihî gerçeğe dayansa da Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni soykırımıyla ilişkisi için geçerlidir. Son iki örnekte, özel bir kimlik vazgeçilmezliğini, tekelci bir kıskançlığı, “bu sadece bize ait” duygusunu kastediyorum.
MİM’de Nâzım, solcu bir üniversitelinin ağzından “Bir çeşit balık / bir çeşit ağaç / bir çeşit maden gibi / memleketimizde bir çeşit insan yaşıyor ki” der, “ömrünün anlatılmaya değer / ve bir türlü unutulmayan hatırası : / muharebeler.” Bugün de birçoğumuz öyle eski solcularız ki, ömrümüzün anlatılmaya değer anıları hep 1960’lar ve 70’lerle ilgili. Yollarda nasıl yürüdüğümüz, kaldırımlardaki orta sınıf ailelerimizce nasıl alkışlandığımız, 6. Filoyu denize döktüğümüz, TUSLOG’u taşladığımız, Komer’in arabasını yaktığımız, patronlara ve faşizme karşı mücadele ettiğimiz.
Bir. Bu anılarda çirkin, kötü, feci yanlarımız hiç yok –dogmatizm, fanatizm, şablonculuk, şiddet, birbirimize düşmanlık. Bazen var gibi gözükse de, sathî formüllerle geçiştirmeye, kendimize yaklaştırmamaya, kâbuslarımıza sokmamaya, itiraf etmemeye çalışıyoruz. İki. Haklı-haksız, doğru-yanlış, bu anılar 1980’de son buluyor. Zira ötesi bir bozgun. Yenilgi, hapis, işkence. Bunlar nisbeten hızlı ve soyut geçilmesi gereken konular.
Dahası, neden yenildiğimiz ve çöktüğümüz hiç sorulmasa daha iyi. Yenildik, çünkü devlet bize vahşice saldırdı. O kadar vahşice saldırdı ki, biz buna hiçbir şey yapamadık. Kendi hatâlarımız mı ? Fazla kurcalama. Ağzımızla kuş tutsak fark etmezdi. Kaçınılmazdı.
Üç. İçsel sorgulamadan arındırılmış bu mağduriyet öyküsünde en kritik nokta, 1 Mayıs 1977. Hem (görünüşte) solun gücünün doruğu. Hem de bir yıkım ânı. Evet, oradan itibaren her şey inişte.
Onun için, bir özeleştiri vicdanının değil, mağduriyetin mihrabı olmalı. Atatürkçülüğün Millî Mücadele’yi her türlü etnik temizlikten arıtıp sırf anti-emperyalizme indirgemesi gibi, bazı eski solcular da 1 Mayıs sorumluluğundan arınıp kestirmeden devlete yıkmak istiyorlar. 4 Mayıs CNN Türk panelinde Mehmet Karaca ve Bülent Uluer, egemenler yararlandığına göre egemenler yapmıştır dedi veya demeye getirdiler. Bu kadar basit. Bırakın bununla teselli bulmaya devam edelim.
Atatürkçülerin 19 Mayıs töreni bağımlılığını andıran bu 1 Mayıs mağduriyeti bağımlılığına karşı, CNN Türk’te söylediğim temel fikrimi bir kere daha tekrar edeceğim. Sosyal bilimlerde, asgari ve yeterli açıklama diye bir şey vardır. 1 Mayıs bir devlet tertibiydi demek, herhangi bir şeyi açıklar mı ? Hayır. Sol içi düşmanlıkların, çatışmacılığın, şiddetseverliğin ve silâhlılığın ürünüydü demek herhangi bir şeyi açıklar mı ?
Olayın yüzde 90’ını açıklar. 1 Mayıs 77 faciası, sol gruplar arasındaki düşmanlığın yarattığı olağanüstü tedirginlik ortamında, ilk birkaç silâh sesinden sonra herkesin rastgele ateş etmesinin yarattığı paniğin ürünüdür.
Bunu örtbas etmek için, ben konuştuğumdan beri tekrar ısıtılıp piyasaya sürülen bütün eski, yarım yamalak mazeret denemeleri (Sular İdaresi üzerinden ateş, İntercontinental üzerinden ateş vb), en küçük sağlam ampirik temelden yoksundur.
İki panzer ve bir beyaz Anadol dahil başka her şeyi de açıklamaya, polisin her zaman mevcut ideolojisi, sol ve işçi nefreti fazlasıyla yeter. Buralarda özel, gizli bir devlet tertibi aramak abesle iştigaldir. Sol içi düşmanlıkları Berktay’a koz vermeyelim diye alelacele minimize etme çabası da apayrı bir felâkettir. Devlet tertibi olduysa sol üzerinden olmuştur –ki bu, sorumluluğunu gene solun taşıması demektir.
Şimdi bu noktaları, gerekirse haftalar boyu, zamana ve efora acımadan, tek tek ele alacağım.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT