Uludere’de Mücessemleşen Ruh ve Mantık
Uludere’nin Ortasu yani Roboski köyünde ikamet edip sınır ticaretiyle geçimlerini temin eden 35 kardeşimizin üzerine F-16’lardan ölüm yağdı. İliklerine kadar işleyen karlı dağların soğuğundan cehennem gibi bir ateşe düşürüldüler. Ama ateş o kadar güçlü ve sirayet ediciydi ki başta anne-babaları, kardeşleri, komşuları olmak üzere hepimizi yaktı kavurdu. Allah-u Teala’dan kardeşlerimiz için avf ve mağfiret, geride kalanlar için sabrı cemil niyaz ediyorum.
Ölüm büyük bir acı ama haksız yani zulmen ölüm çok daha büyük bir acı. Öyle ki bu ölüm acısını dindirmeye, geride kalanları teselli etmeye dönük samimiyetten uzak hiçbir söz ve davranış da derdimize deva değil. Ne PKK’lı zannedilmeleri, ne de adlarının kaçakçıya çıkmış olmalarıyla yüreklere kan oturtan bu katliama hafifletici sebepler bulunamaz. Bütün suçlama, isnad ve tuzak söylemlerinin ötesinde battaniyelere sarılıp katırların semerine sağlı sollu bağlanıp taşınan gencecik 35 insan evladından bahsediyoruz çünkü.
Önce ‘kaçakçılık’tan başlayalım. Yüzyıllardır iç içe yaşamış insanları sınır adı verilen dikenli tellerle ayırmanın akrabalık ve ticaret ilişkilerini kaçakçılık suçu sayıp kesmenin ayıbı, günahı ulus devletindir. İnsanları işsizliğe, aşsızlığa, geçimsizliğe mahkûm eden ulus devlet otoritesi sınırdaki en doğal ticari girişimlere ‘kaçakçılık’ renginde bir deli gömleği giydirerek boğmak istiyor. Bu ceberut mantık ve işleyişin ilga edilmesi gerekir.
PKK’lı zannedilerek öldürülme mevzusu da başlı başına netameli bir yaklaşım. Zan üzere olduğu aşikâr fakat buna istihbarat adı verilerek gerçekleştirilen bir toplu kıyımdan bahsediyoruz. “İstihbarat aldık o halde ateş serbest!” mantığının hukuk devletinde yeri var mı? İstihbarat ne zaman adil bir yargılama oldu da ona dayanarak yerine getirilen toplu infazlara hukuken ve vicdanen meşruiyet kazandırılıyor? İstihbarat ve karşı-istihbarat kurumlarının bu ülkede ne kadar büyük kirli oyunlar tezgâhladığını unutmuş olamayız. Üstelik İzmir Suikastı ve Menemen Olayları’yla başlayıp 12 Eylül darbesine zemin hazırlayan Maraş ve Çorum gibi daha birçok kanlı çatışmalarda istihbarat kurumlarının ne kadar kritik rol üstlendiği orta yerde durmaktadır.
Kürt Sorunu’nun çözümünde İHA, Heron, Predatör gibi yüksek teknolojik unsurlarla donatılmış güvenlik güçlerine olağan üstü yetkiler verilmemelidir. ABD ve NATO’nun kullandığı İHA’ların Afganistan ve Pakistan’da ne kadar çok ‘operasyon hatası’na yol açtığı, kaç ailenin ocağını söndürdüğü unutulmamalıdır. Adalet, hukuk, merhamet, kardeşlik unsurlarını azaltacak silah, teknoloji ve istihbarat unsurlarını öne çıkaracak siyasetler çözüm değildir. Çünkü bu tarz bir çözüm arayışı mevcut sorunu içinden çıkılmaz, acıyı unutulmaz kılmaktan başka bir işe yaramaz.
İtinayla Özür ve Sabır Dilenir
35 insanımızın öldürülmesi sebebiyle özür ve sabır dilemek yapılacak ilk iştir. Ancak arkasından gelmesi gerekenler geciktikçe, ertelendikçe hem maktullerin aileleri nezdinde hem de genel kamuoyu nezdinde huzursuzluk ve buna bağlı olarak çatışma potansiyeli artacaktır. Ortasu/Roboski katliamında Başbakan Erdoğan’ın ‘Kastı mahsusa yoktur, olamaz!’ sözü bu olay üzerine söylenecek son söz değildir ve olmamalıdır.
Kastı mahsusa yoksa da 35 insanın katline yol açan bu süreçte sorumluluğu olan her kimse sorumluluğu oranında cezalandırılmalıdır. Hükümet, “operasyon kazası, istihbarat hatası, PKK’nın tuzağı, kaçakçıların rotası” gibi söylemlere sarıldıkça siyaset ve toplum bürokratik oligarşinin oyuncağına dönüşecektir.
Kaza veya hataen, tedbirsizlik veya ihmal sonucu işlenmiş olsa da cinayet, cinayettir. Bu cinayet, planlayanından tetiğe çekenine kadar her yönüyle aydınlatılmalıdır. Bu cinayet sadece katırları üzerinde dağları aşarak rızkını temine çalışan kardeşlerimize karşı işlenmemiştir. Hedef daha büyüktür: Müslüman Türk ve Kürt halkını birbirine karşı ulus kimlik temelinde kışkırtıp düşmanlaştırmak ve savaştırmak planlarının kanlı bir parçasıdır.
Masum kardeşlerimizin ölümüne ve bu ölümler üzerinden siyasetin ve toplumun militarize edilmesine karşı toplum en başta Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün engel olmalarını bekliyor. Eğer bu katliam Ortadoğu veya küresel ölçekli planların bir parçasıysa unutulmasın ki buradaki istihbarat ve güvenlik birimlerinden destek sağlamaksızın bu planlar icra olunamaz.
Katili ve Maktulü Etnikleştirmek
35 kardeşimizin henüz cenazeleri dahi kaldırılmamışken DTP’li Selahattin Demirtaş adeta acıları katlayıp katmerleştirmenin peşinde: “Herkes anlayacak ki Kürdün kanı bu kadar ucuz değildir!”
Kürt ulusalcılarının Türk ulusalcılarından hiçbir farklarının olmadığını anlatmak için bu kadar vurucu bir cümle kurulamazdı herhalde. Ölenleri Kürtleştirmek ve öldürenleri Türkleştirmek üzerinden kendilerince karanlık hesaplar yapan DTP’liler, acıları ve mağduriyetleri gidermenin değil aksine tırmandırmanın özlemiyle kıvranıyorlar.
Daha yakın zamanda Güroymak’ta dört çocuğuyla beraber bir babayı taşıyan kamyonetin mayınla, Batman’da hamile bir hanım ve kızının, Siirt’te bir aracın içinde polis zannedilerek kalbura çevrilen dört kızın, Yüksekova’da bir mühendisin polis zannedilerek keleşle katledilmesinin de nasıl izah(!) edildiğini de unutmuş değiliz: PKK’nın operasyon hatası.
Ölümler Türk ve Kürt ulusalcısı duygu ve mantığı güçlendiriyor. Ulus kimlikler gerçekten de Müslüman halkların kardeşliğinden değil çatışıp kan dökmesinden besleniyorlar. Allah zalimlerin tuzaklarını başlarına geçirmekte bizlere yardım etsin.
YAZIYA YORUM KAT