Uludere Nasıl Ateşten Gömlek Oldu?
Uludere’de 34 insanın öldürülmesiyle sonuçlanan askeri operasyon siyasal-sosyal pek çok sorunun ivme kazanmasında kritik bir rol oynayacağa benziyor. Üzerinden geçen uzun zamana rağmen siyasetin belirsiz ve çözümsüz bir görüntü arz etmesi Kürt sorununun derinleşmesine ciddi bir katkı sağlayacağa benziyor.
Uludere’de yaşanan 34 ölümün ardından, biri öldürülen insanların yakınlarıyla yaptığım görüşmenin notları olmak üzere doğrudan konuya dair altı yazı yazarak muhtemel sıkıntılar üzerinde durmaya çalışmıştım. Muhtemel sıkıntılar derken en başta AK Parti Hükümetinin devletin bürokratik mekanizmalarına uyumlu hareket etme riski ve buna bağlı olarak ortaya çıkan atmosferin Kürt ulusalcılığını beslemesiydi.
‘Terör Bölgesi’nin Terörist Olmayan İnsanları
Başbakan Erdoğan’ın konuya dair yaptığı bir açıklamada söylediği şu cümleler üzerinde durmak gerekir: “Bu bölge, terör bölgesidir. Halkın, sivilin oturduğu bir bölge değildir. Böyle bir bölgede Silahlı Kuvvetler bu Ahmet midir Mehmet midir bilemez ki.”
Bu cümlelerin fazlasıyla sıkıntılı, sahibinin başına kaldıramayacağı kadar dert açacak cinsten olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmamalı. Hemen herkes bilir ki “terör ve sivil” unsurlar arasında ayrım yapamamak, bu ayrımın bilgisine sahip olamamak ciddi bir idare/irade kusurudur. Bu ciddi kusurda ısrar edilmesi hukuk ve siyaset açısından olduğu kadar ahlak açısından da çıkmaz sokağa doğru sürüklenmek demektir. Ayrım yapamamak, değil 34 insanı tek bir insanı öldürmek için dahi haklı bir gerekçe oluşturamaz.
AK Parti Hükümetinin şu önemli handikabı dikkat etmesi gerekir: Şimdiye kadar siyasetin toplumda nihai ve istikrarlı bir güvence oluşturamamış olmasının en temel sebebi bürokratik oligarşinin teamüllerine teslim olmasıdır. Bürokratik mekanizmaların tuzağına düşmemek, benzer ayak oyunlarının kurbanı olmamak için devlet içi dengelerden önce toplumsal adalet ve taleplerin dikkate alınması esas olmalıdır.
İdare ve İrade Kusuru Kimin Eseri?
Kanaatimce Başbakan Erdoğan şimdiye kadar sürdürdüğü bu tür söylemlerle Hükümetini ve tabanını zor duruma düşürdü. Şöyle ki hem adaletin tecellisinin önü alınmış oldu hem de siyaseten muarızlarının elini güçlendirdi. Başbakan Erdoğan’dan beklenen ise adaletin tecellisi için güçlü bir siyasi irade ve Türk-Kürt ulusalcılarının istismar ederek kurumsallaştırdığı klasik çatışma-kamplaşma argümanlarına fırsat verilmemesiydi.
Uludere’de 34 insanın öldürülmesi meselesi istihbaratın önce Heronlardan mı yoksa Predatörlerden mi geldiğinden daha önemli ve önceliklidir. İstihbarat kaynağı ve operasyon emrinin kimden çıktığı konusunda ilerleme kat edilmesinin zaman alacağı besbelliydi. Fakat ölen 34 kişinin açık kimlikleri anında tespit edilmişti. “Suçları” ise sınırda kaçak ticaret yapmaktan ibaretti. Bombalanmayı hak edecek bir “suç” mevcut kanunlar çerçevesinde bile isnat edilemiyordu.
Olay vuku bulduğunda en önce ‘kast-ı mahsusa’ olmadığını beyan eden Başbakan Erdoğan’ın hemen ardından açık bir özür, ölenlerin yakınlarını ziyaret ve sonrasında tazminatı dile getirmesi yerinde olacaktı. Bombalanarak öldürülen insanların cenazelerine önce BDP’nin ardından da CHP’nin sıkı sıkıya sarılmalarına imkân veren işte bu yerindeliğin terk edilmesi olmuştur.
BDP’nin “ölümü Kürtleştiren, öldürümü Türkleştiren” kirli siyasetinin Uludere sonrasında bölgede yıkıcı bir fırtına gibi estiğini görememek için kör olmak gerekir. CHP ise bu olay vesilesiyle bürokrasiye söz geçiremeyen, ABD ve İsrail güdümünde halk düşmanı bir iktidar profili çizmek üzere fazlasıyla imkân elde etmişti.
Uludere olayında yakınları ölen insanlarla gereken ilgi, alaka, yakınlık ve sıcaklık kurulmasında gecikme oldukça Başbakan Erdoğan ve Hükümetin zor ve sıkıntıya düştüğü açıkça görülmüştür. Toplumun en azından bir bölümünün zihnine halkın acılarını anlamakta soğukkanlı, bürokrasinin günahlarına mazeret üretmekte gayretkeş bir iktidar görüntüsü kazınmıştır. Olayın aydınlığa kavuşturulmasındaki gecikme en başta BDP ve CHP siyasetine kapıları sonuna kadar açmıştır. Bu durum CHP ve BDP’nin başarısından ziyade AK Parti Hükümetinin zafiyetinden, yanlıştaki ısrarından kaynaklanmıştır.
Uludere hadisesinin yaşandığı konjonktürde Hükümetin hareket alanını daraltan, zora sokan fazlasıyla iç ve dış faktör olduğunu görmezden gelmenin bir anlamı ve faydası yok elbet. Ergenekon-Balyoz kadrolarının ipoteğinden arındırılmak istenen bir TSK komuta kadrosu oluşturma planı dâhilinde Necdet Özel ekibini kollama gayreti seziliyor.
MİT’in yeniden yapılandırılması dâhilinde Hakan Fidan üzerinden Hükümetin Kürt açılımını felç etme girişimlerine set çekme kaygısını da buraya eklemeli. Suriye ve Irak’taki iç karışıklıkların bölgeye nüfuzu, İran’a yönelik ABD ve İsrail tehdidi vs. gibi unsurları öncelikle göz önünde tutan Hükümetin, TSK ve MİT’e yönelik soruşturmaları zamana yayarak temize çıkaracağı kaygılarını beslemektedir.
Bu kaygılar haksız, yersiz ve zamansız olmasa bile Uludere hadisesi gelip dayandığı noktada Hükümetin sürdürdüğü politikaların haklılığına işaret etmiyor. 19 Ocak’ta buradan “Uludere’den Sitem Yüklü Selam Var!” diyerek Başbakan Erdoğan’a ölenlerin yakınlarından getirdiğimiz mesajı iletmiştik. İktidarda olmak Ateşten Gömlek giymektir. Uludere yeni ve ilaveten bir ateşten gömlek olmasın. Tazminattan önce sıcak bir dost eli, gönül alıcı bir özür bekleyenlerin mazlum kardeşlerimiz olduğu unutulmasın.
Adaletin tecellisi her işin başı, hemen her türlü hukuki teminatın aslıdır. İşlenen ağır kusurun sorumluluğunu Hükümetin üzerine almaması, resmi özür beyan etmemesi, 34 insanın ölümünden sorumlu olanlar için ciddi ve hızlı bir soruşturma açmamış olması bir güç ve güven görüntüsü değil hemen her durumda zayıflık ve suçluluk itirafı olarak algılanacaktır.
BDP ve CHP gibi muhalefet odaklarının Uludere vesilesiyle yoğunlaşan saldırılarını savuşturmak üzere Hükümetin giriştiği manevra ve ataklar siyaseten durumu geçici olarak stabilize etse de orta ve uzun vadede yıkıcı sonuçların ortaya çıkması mukadder sayılmalıdır. Uludere’de öldürülen 34 insanın unutulması veya ölümlerden sorumlu olanların affedilmesi asla söz konusu olmayacaktır.
Yanlıştan dönmemekte ısrar sadece toplumda oluşan öfkenin büyümesine ve bir süre sonra patlamasına sebep olacaktır. Herkese olduğu gibi Hükümete de söylenmesi gereken söz, yanlışta ısrar etmenin yanlışı daha da büyüteceği olmalıdır. Bir de BDP veya CHP’nin tutarsız ve yanlış politikalarının AK Parti Hükümetinin hanesine doğru olarak yazılmadığı unutmamalıdır. Uludere faciası hepimiz için ama özellikle de Hükümet için çok ağır bir imtihan olarak yanardağ gibi ortada durmaktadır.
YAZIYA YORUM KAT