Uludere bitmez
Askeri savcılık kararını verdi: Takipsizlik.
“Hata” kabul ediliyor.
Ama hata “kaçınılmazlık”la nitelenip, oradan takipsizliğe gidiliyor.
Karara varan değerlendirmede “Hata”nın oluşum seyri çok net görülüyor. Karar zirveden, yani Genelkurmay Başkanı’ndan çıkıyor. Org. Özel “Vurun” emrini, MGK toplantısından çıkarak, önüne gelen haritaya bakarak veriyor. Belli harita okuması alttan gelen bilgiler istikametinde yapılmış. İşin içine bir de Hantepe, Gediktepe, Dağlıca ve Aktütün’de “Çoban zannedilme hata”ları girip, ortaya“şehitler” çıkınca, bu defa da “Kaçakçıları terörist zannetme hatası” 34 canın paramparça olarak can vermesine mal olan bombardımanı getiriyor. Genelkurmay Başkanı, MGK ortamında sıcağı sıcağına Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a haber verdi mi, bu bilinmiyor.
Takipsizlik kimsenin içini durultacak bir karar değil.
Bu kararla ne Genelkurmay Başkanı’nın içi durulur, ne de Cumhurbaşkanı veya Başbakan’ın.
Orada, içine kor düşen anne-baba-kardeşlerin yüreğinin durulması ne kelime, kezzapla yanma hissine sürüklenecekleri muhakkak.
Tabii, işin yargı adına da, üst üste binen bir “Güdüm” boyutu var. İster paralel yapı ile bağlantıdan, ister siyasi otorite etkisinden, ister askeri - devleti koruma refleksinden, ister başka bir bürokratik oligarşi oluşumundan kaynaklansın, Türkiye’nin yargı sorunu, çok net dikiş patlamaları halinde arzı endam ediyor.
Uludere bitmez.
Tabii ki bu dava AİHM’e gidecek.
“Kaçınılmaz hata” savunması, Hükümetin savunması içine girer mi? Girse bile orada kabul görür mü? Ardından Türkiye’ye yüklü bir tazminat cezası gelir mi? Sonra yeniden yargılanma yolu açılır mı? Hepsi mümkün.
“Devlet özür dilesin” gibi teklifler geliyor.
Aslında bu karar bile, devletin o özür psikolojisini yansıtıyor. Ama “özür” tatmin eder mi? Özür annelerin yüreğindeki yangını söndürür mü? Zor mu, imkansız mı?
Ben şöyle düşünüyorum:
Belki de Devlet - Hükümet, olayın facia niteliği ortaya çıktığından itibaren belki de “Panik” diye nitelenebilecek bir atmosferin içine sürüklenmiştir.
O günden bu güne, bu işin içinden nasıl çıkılacağı paniğinin devam ettiği söylenebilir.
Ben bu paniğe, Cumhurbaşkanı ve Başbakan seviyesinde derin bir üzüntünün de eşlik ettiğine inanırım. Başbakan’ın eşi Emine Hanımefendi, Uludere gidip, annelerle buluştu, gözyaşlarını paylaştı. Keşke Cumhurbaşkanı, Başbakan seviyesinde ziyaretler de olsaydı, diye düşünmüşümdür ben hep. O noktada da yaraların açık kaldığı söylenebilir.
Hata açık, ölümler açık, bu 34 canın paramparça oluşunu, kaçakçılık vs gibi hiçbir mazeretin küllendirmeyeceği açık, ama hatanın bedelini kimin ödeyeceği belirsiz.
Türkiye’yi terörle mücadele adı altında “sivillerin öldürüldüğü” günahına bulamak için terör örgütü veya başkaları tarafından moda tabirle bir “kumpas”ın devreye sokulup sokulmadığı konusu netleşmiş değil.
Takipsizlik kararı, seçimler öncesinde veriliyor. Bunun siyasi bir sonucu olur mu? Özellikle Doğu - Güneydoğu’da ve tabii Batı’da Kürt oyları etkiler mi? Doğu - Güneydoğu’da BDP’nin, Batı’da daha çok HDP’nin Uludere takipsizliğini en geniş çerçevede kullanacağı muhakkak. Bunun bir ölçüde etki yapması da tabii.
Fakat, bence olay taa temelde Doğu-Güneydoğu’nun on yıllardır yaşadığı sancı ile ilgili. Kimlik sancısı da, terör de, kaçakçılık da, mağduriyetler de aynı can yakıcı zemini oluşturdu bugüne kadar ve çok can gitti. Çözüm süreci, belki de tüm bu acıları dindirme amacına yönelikti. Epeyce de mesafe alındı.
Artık ne Dağlıca’ların ne de Uluderelerin olmayacağı bir zamana gelmeli Türkiye.
STAR
YAZIYA YORUM KAT