Ulu Önderinize ve ilkelerine sadık kalmayacağıma...
Otoriter ve totaliter rejimlerin doğasında iki yüzlü bir toplum inşa etmek önemli bir yer tutar. Bu tür rejimler “inanıyormuş, seviyormuş, coşuyormuş, en mutluymuş gibi” rol kesecek insan modellerini seri üretime bağlamak isterler.
Küçük bir çocuk, orta ölçek bir esnaf, zengin bir işadamı, üst düzey bir bürokrat veya bir milletvekili için de aynı standart heyecanlar geçerlidir. Bu heyecan iklimlerini en derin haliyle yaşıyormuş gibi ifa edilmesinden başka yol yoktur vatandaşlar için.
Bütün bir toplumu iki yüzlülüğe, kendine yabancılaşmaya mahkum eden bu totaliter mantığa her gün şahit oluyoruz. Son olarak Meclis’in yeni döneminde vekillerin okuyacağı yemin metni meselesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekli. Meclis kürsüsüne çıkacak vekiller arasında “Kürtçe yemin” kadar Ulu Önderi anmadan yapılacak veya İslami bir gönderme içerecek yemin meselesi her zaman için bir “rejim krizi” olarak algılanmıştır.
Leyla Zana’dan Hasan Mezarcı ve İbrahim Halil Çelik’e kadar Anayasa’da belirtilen metin üzerinde en ufak bir değişiklik yapılması girişimi tehlike çanlarının hızla çalmasına vesile olmuştur. Merve Kavakçı’nın “burası devlete meydan okunacak yer değildir!” savaş naralarıyla Meclis’ten kovulması da “rejim krizi”ne yol açmamak için alınan bir tedbirdi, söylenenlere bakılırsa.
“Rejim krizi” nedir? Kalp krizi, şeker koması, böbrek yetmezliği gibi doğal bir dengenin bozulması mıdır? Doğal ve hüsnü kabul görmüş, adalet ve merhametle donanmış dengenin bozulması mıdır “rejim krizi”? Yoksa suni, zorbalık ve zulüm üzerine kurulmuş bir dengesizliğin altına ezilen insanların haklı itirazlar yükseltmesi midir?
“Rejim krizine yol vermeyeceğiz” diyenler fert ve toplum krizinin kangrene dönüşmesini çoktan göze almış demek ki. Bunu göze alan iktidar sınıfları, kangrene dönüştürdüğü parçaları kesip atmak konusunda tereddüt taşımıyor. İşte İslam karşısına laiklik ilkesini, Kürt kimliği karşısına Türk milliyetçiliği ilkesini dikenlerin hareket mantığı budur.
Ana sınıfına başlayan çocuklardan üniversite diploması alacaklara, memuriyete gireceklerden vekil seçilenlere kadar hemen herkes bu ülkede “rejime sadakat yemini” tezgahından geçiriliyor. Yemin etmeyen okula başlayamıyor, diplomasını alamıyor, memur olamıyor, halkın temsilcisi olarak tanınmıyor.
Atatürk’ün Türkiyesi, Atatürk’ün Cumhuriyeti, Atatürk’ün Meclis’i, Atatürk’ün Ordu’su, Atatürk’ün milleti vs. terkipleriyle sürdürülmek istenen bir korku ütopyası değilse nedir? Kimin neye inandığının, neye inanmadığının nasıl olur da bir kıymeti harbiyesi olmaz? Oysa durum gayet açık: Resmi ideoloji “mecburi din, zaruri iman” olarak talimatla benimsetilemez.
Meclis’e girmeye hak kazanan vekillerin “lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma” diyerek yemin etmesinde ciddi bir gariplik, korkunç bir despotizm, yer yer de komiklik yok mu? Bütün toplumun ve siyasi partilerin Atatürkçü olma zaruretinin siyasi literatürde bir adı olmalı. Atatürkçü demokrasi mi diyelim yoksa Atatürkçü hukuk devleti mi diyelim bu ucube sisteme?
Herkes Atatürkçü olacak, Atatürk ilke ve inkılapları standardında inanıp yaşayacak ha! Üzerine yemin etme şartı koşulan kişinin insan üstü-tanrısal vasıfları vardı da biz mi bilmiyoruz!? Mustafa Kemal üzerine yaptırılan yemine sadık kalmayanların cezasını kim, ne zaman ve nasıl verecek? sorusunun cevabını aramak hem ironik hem de acı tablolarla karşılaştıracaktır bizleri.
Meclis Başkanı Şahin’in ifade ettiği gibi sınırları laiklik ve Türkçülükle çizilmiş Kemalist yemin metnine yönelik itirazlar hiç de “lüzumsuz, faydasız bir tartışma” değildir. Yemin, en temelde bir inanç, itikat ve tasavvurdan kaynaklanır. İslam’da yemin ancak Allahu Teala’nın bir ismi veya sıfatı anılarak yerine getirilebilir. Ta’zime müstehak olan yalnız Allah olduğu için Müslümanlara bunun dışındaki yeminler kesinlikle haramdır.
Bir insanın kendi değerlerine göre yemin etmek istemesi en tabii haktır. Bir yemini insanlara mecbur tutmanın hiçbir makul ve meşru sebebi olamaz.
Laik-Türkçü kimlik ve yemin dayatmasının birinci dereceden mağduru olan Müslümanların şimdilerde resmi ideolojinin muhafızı rolüne soyunmaları hiç ama hiç hayra alamet değildir.
YAZIYA YORUM KAT