'Ülkesini seven insan henüz yolun başındadır'
Ülkesini seven insan henüz yolun başındadır... Bütün dünyayı ülkesi gibi gören insan mutludur. Her yeri yabancı gören insan mükemmeldir çünkü sevgisini soğutmuştur.' Bu sözler ortaçağda yaşamış keşiş Victor Hugo'ya ait.
Auerbach'tan aktaran Edward Said. Dünya sevgisinden vazgeçen insanın hangi saiklerle bu vazgeçişi yaşadığı önemli bir konu. Kutsalın alanı elbette. Belki mistisizmin. Her halükarda bir üst değer hep var. Bir yüksek varlık, yaradan fikri. Getirdiği ise adanma. Yeryüzünü bir imtihan yeri görüp, nimetlerinden vazgeçme. Bir cennet yaratmanın o adanmayla mümkün olduğuna sonsuz bir inanç. Bunları bana düşündüren, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Afrika gezisi nedeniyle tesadüf ettiğimiz Tanzanya'da yaşadıklarım.
Basında son derece şiirsel bir coğrafi tanımla 'Sahra Altı Afrika' gezisi olarak verilen Cumhurbaşkanı'nın gezisine küçük bir grup olarak tanıklık ettik. Gezinin hikayesi oldukça basit; Erkam Tufan her zamanki zarif üslubuyla telefon edip Hint Okyanusu'nda Tanzanya'ya bağlı küçük bir ada olan Zanzibar'a bir gezi düşündüklerini söylediler. Zanzibar adı benim zihnimde Queen grubunun muhteşem yorumcusu Freddie Mercury'nin doğduğu yer olarak kalmış. Eski bir Portekiz kolonisi. Yemen Sultanlığı'nın uzun yıllar başkent edindiği olağanüstü güzellikteki tropik bir ada. İletişim Profesörü Ali Atıf Bir, Sosyolog Nilüfer Narlı ile birlikte Erkam Tufan'ın rehberliğinde Dubai üzerinden önce Dar Es Selam daha sonra feribotla iki saat mesafedeki Zanzibar için yola koyulduk. Zahmetli ama önemli izlenimler ve tanıklıklarla geçen bir yolculuk oldu.
Beyaz insanın kara kıtaya umut götürmesi
İlk durağımız Tanzanya'nın başkenti Dar Es Selam'dı. Cumhurbaşkanı'nın katıldığı Feza Erkek Koleji mezuniyet törenini izledik. Orada Türkiye'den gelen kalabalık bir grup işadamı ve gazetecinin yanı sıra Afrika'nın diğer ülkelerinden gelen Türk okulları yönetici ve destekçileri de vardı. Orada gördüğüm manzara fazlasıyla şaşırtıcıydı. Sosyo-psikolojinin alanından bakıldığında anlaşılabilecek bir oluşum. Bildiğimiz tanıdığımız kodlarla çözümlenemeyecek kadar yeni ve sıradışı. Anadolu insanının alışkanlıklarını fazlasıyla zorlayan bir yeryüzü algısı. O uzak coğrafyalar ile ne saikle ilişki kurulduğu ve nasıl bir adanmışlık içinde oralarda kalınabildiği önemli bir soru.
Bu karşılaşma bana Joseph Conrad'ın uzak kolonilerin hüznünü çağrıştıran metinlerini hatırlattı. Ülkesinden çok uzakta emperyal heveslerle başka kültürlerle karşılaşan ve orada karşılaştığı gerçeğin içinde küçücük hisseden sömürgeci neferleri. Neden dünyayı keşfedilecek değil de fetih alanı olarak gördüler bilinmez. Ama dünyayı bir köy gibi gördükleri ve o duyguyla dolaştıkları aşikâr. Kendi köyleridir üstelik. Kendilerinin değilse henüz, onların olmak için yaratılmıştır sanki. Şimdilerde aynı mantık global aktörlerin sanal araçlarıyla menzile ilerliyor. Yöntemler değişmiş ama hedef ve heves aynı. Neydi onları uzak coğrafyalardaki onca zorluğun içinde evlerinde hissettiren? Sömürgeleştirme. Kendinin yapma isteği. Ne doymaz bir ruh.
Türkiye insanına gelince; onun ülkesi dört yanı düşmanla çevrili küçük bir korku ülkesi. Cumhuriyetin Anadolu insanına mirası bu korkudan ibaret. Osmanlı geçmişinde gidilmiş uzaklıkla dahi ilgilenmeyen içine kapalı ve güvensiz Cumhuriyet ideolojisi pek çok kuşağı bu korkularla yetiştirdi. Yabancıyla, uzak coğrafyalarla ilişki hevesi güdük kalmış, sakatlanmış kuşaklar. Türk insanı gezmeyi bilmez. Seyahat kültürü zayıf. Gezgin değil. Çünkü gezgin olmak için dünyanın uzak köşelerinde kendini evinde hissedecek güvenli bir ruh hali gerekir. Ama bu ruhtan yoksun. Türkler Cumhuriyet tarihi boyunca bırakın uzak kıtaları gezmeyi o kültürlere ait değerleri fark edecek tavırdan da yoksun oldular. Üçüncü dünya sırtımızı dönmemiz gereken sefaletin sahnesiydi sanki. Batılılaşmanın at gözlükleri Türk insanının sadece gözünde değil ruhunda da yer etmişti. Bırakın yakın tehlike Ortadoğu'yu, Asya ve siyah ırkın toprağı Afrika yabanlığın toprağı, kaynağıydı.
Bugün bu bakış açısını kıran bir deneyim yaşanıyor. Dünyanın farklı köşelerinde, farklı coğrafyalarda hatta Zanzibar gibi uzak tropik adalarda dahi Anadolu'dan giden insanlara rastlıyorsunuz. Yozgat'tan, Kastamonu'dan, Niğde'den belki de hayatının ilk yurtdışı gezisini yapan işadamlarıyla karşılaşıyorsunuz. Okullarda görevli öğretmenler ve eşleriyle. Zanzibar'da Denizli'den gelen iki işadamının üzerinde gördüğüm tropik Afrika desenli gömlek, durumun parodisini yapmak isteyen biri için fazlasıyla eğlenceliydi. Bir ilk gezi için bunca uyum ve empati sergilemesi Anadolu insanının liberal potansiyelini göstermesi bakımından kayda değerdi! Türkler seyahat etmeyi öğreniyor. Başka kıtalara gitmeyi, gittiği yerlerde kalmayı, oradaki hayata katılmayı. Hatta sadece kalmayı değil orada ölmeyi, gömülmeyi isteyecek kadar adanmış kimselerle karşılaşıyorsunuz. Dar Es Selam'deki okulun bahçesinde gördüğümüz yalnız mezar çok şeyi anlatıyordu. Erkan Çağıl adlı işadamının hikayesi bu yola koyulmuş pek çok kişinin biyografisinin özeti gibiydi. Kara Afrika'nın bağrında bir okul bahçesi. Ve yalnız, hüzünlü bir mezar. Bir adanmanın şahikası sayılabilecek bu işaret aslında her yerde. Oralarda kalan, okullarda yöneticilik yapan herkes aslında ruhlarını oraya ait kılmış gibiler. Mezarları ne vakit olacak elbette bilinemez ama gemileri yakarak gittikleri belli. Nedir onları onca uzak coğrafyalarda, hiç tanımadıkları, bilmedikleri o dünyanın içinde tutan? Bir güven hissi taşımadan bunun mümkün olmayacağı elbette açık. Peki nedir o güvenin kaynağı? Beni en fazla bu soru düşündürdü.
İnanmış bir insanın gücünün üstünde güç yoktur
Başlarken alıntıladığım sözler belki bir yol haritası olabilir. Ortaçağda yaşamış keşiş Victor Hugo'nun sözleri bize yeryüzü sevgisini soğutmuş olan insanı anlatıyordu. Yeryüzü hakikatini hakikat görmeyip, gerçek saydığı hakikate meyleden insanın adanmışlığı kadar büyük bir güç elbette yok. Bütün dünyayı yabancı gören insan bir üst değere, varlık fikrine bağlanarak gücünü sonsuz kılar. Eski kolonilerin efendileri tüm dünya onların eviymiş güveniyle dolaşırken bağlandıkları üst değer, beyaz adamın üstünlüğü fikriydi. Beyaz adam siyah kıtaya medeniyet getirecekti. Bugün başka araçlarla demokrasi getirme ısrarında. Elbette hedeflediği dünya hayatı için sonsuz iktidardı.
Afrika'da tanıklık ettiğim macerada bambaşka saikler var. Burada yapılacak her şey gerçek saadetin yaşanacağı öte dünya için yapılıyor. Sanırım sarsılmaz ve güçlü olan yanı da bu. İnanan ve inancı için kendini, varlığını adayan bir insanın gücünden daha büyük bir güç henüz keşfedilmedi. Ama elbette bu saikle oluşan her şeyin etrafında öbeklenen başka bir gerçeklikler de var. Türk okullarının dünyanın uzak köşelerindeki Türk algısını nasıl değiştirdiği elbette önemli ama daha önemli olan Türklerin kendileriyle ilişkilerini nasıl değiştirdiği. Kendine ve karşısındakine güvenen, aklıselim davranan, paranoyalarla hareket etmeyen bir insan profili ile karşı karşıyayız. Bu ilişkinin tek taraflı olduğunu hiç kimse iddia edemez. Yüzlerce binlerce işadamı ve eğitim gönüllüsünün oralardan buraya kattıkları çok kültürlü fotoğraf postmodern bir manzaraya denk düşüyor. Buradan ne çıkar, bu deneyim beraberinde neleri getirir bilinmese de Türkiye'nin korkularını yenmeye başlaması bakımından son derece önemli. Türk okullarının dünya macerasını biraz da böyle okumalı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT