Ülkelerin Bölünmesi Tartışması ve Irak
Hayreddin Hoca, 100 yıla yakın bir zamandır İslam'la ve İslam Milleti'yle mücadeleyi kendisine şiar edinmiş olan bir laik rejimin korunmasını hedef edinmiş gibi bir tablo çiziyor, bu yazılarında..
Selahaddin E. Çakırgil; Hayretttin Karaman’ın bölünme konusundaki yazılarını ve Irak’taki son gelişmeleri yorumladı:
Ülkelerin bölünmesi ve bölünme eşiğindeki Irak
Ülkelerin dağılması, ticarî şirketlerin sona erdirilmesine benzemez ve benzemiyor.
Kaldı ki, ticarî ortaklıkların dağılması esnasında ve sonrasında bile, ne büyük kırgınlıklar, tartışmalar ve ihtilaflar yaşanıyor.. Hattâ, tarafların kanlı-bıçaklı oldukları bile görülüyor..
Hiç tartışmasız, ihtilafsız, kuzu kuzu, tarafların anlaşarak ayrışmasına tek istisnaî örnek, 1920'lerde Birinci Dünya Savaşı sonunda, o günkü dünya dengeleri için gerekli görülerek sun'î olarak kurulan Çekoslovakya devletinin, 20 sene öncelerde, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti olarak ikiye bölünmesi, galiba..
Genelde ise, ülkelerin ayrılmaları, son derece sancılı merhalelerin ve artık başka çare kalmadığı kanaatinin ortaya çıkardığı, kangrenli kol veya bacağı kesip atmaktan başka çare kalmadığı noktasına gelinmesinin sonucudur.. Ama, bu, bazen, tıpkı bir bedendeki temel değişikliklerin sonunda ortaya çıkan kafanın koparılmasına, ya da, septisemi'ye/ kan zehirlenmesine ve temel dünyevi değişikliklerin metabolizma sistemini toptan iflas ettirmesine de müncer olabilir.. Bu merhaleye gelindiğinde, bölünmeye karşı çıkanlar da, ayrılmak isteyenler de, artık, başlangıçtaki kendilerine göre haklı sayılabilecek görüş ve menfaatlerini ve ayrılma sebeblerini de unutup, düşmanlıklarını gelinen noktadaki yeni şartlara göre, yeni temellere, yeni temellere oturtmaya çalışırlar..
İç savaşların, ayrılma çabalarının ve bölünme korkularının zorlukları bilindiğinden, ya da kan tepeye fırladığı zamanlarda, düşüncesizce girişilen ve sırf karşı tarafı yok etme düşüncesine dayalı olarak girişilen iç-savaş ve boğuşmalarda, taraflar, kendi maslahat ve menfatlerini korumak, haklı olduklarına dair görüşlerini doğrulamak için, bir 'savaş oyunu'nu kurgulayan erkân-ı harb/ kurmay subayları gibi, savaş'ı kazanmak için, her gücü kullanmaya, her imkânı seferber etmeye ve hedef olarak alınan düşmanı yoketmek ve zafere erişmek için her vasıtayı mubah görmeye hazır durumdadırlar..
*
Bu gibi durumlarda, hemen herkesin, sarıldığı en etkili silah da kendi yanlarında bulunanlara, birliğin korunması yolundaki çağrılardır.. Bu silah daima etkilidir ve bu korunamazsa, herşey kaybedilebilir..
Bunun içindir ki, varlığını kendine özgü şartlarda korumak ve kendi iradesine göre müstakil yaşamak isteyen bütün toplumlar devamlı birlik çağrıları yaparlar ve bu hedefi gerçekleştirmek için de, tabiatiyle, en fazla da, kitleleri derinden etkileyen, kalbden kontrol eden 'inanç'lardan, 'din'lerden istifade ederler..
Kaldı ki, bizim dinimiz de bize, hele de tehlike zamanlarında, zor durumlarda birliğimizi daha bir korumamızı, dağılmamamız gerektiğini, dağılırsak gücümüzün gideceğini ve bunun için de, 'hablullah'a, Allah'ın ipine sarılmamız gerektiğini ihtar etmiyor mu?
*
Bugün İslam Milleti'ne, müslüman toplumlara bu açıdan baktığımızda, hele de son 100 yıldır, korkunç ve yürek parçalayıcı bir parça-bölüklük yaşamakta olduğumuz ortada..
Bu durumu görünce..
Ulemâmızda hep birlik için, vahdet için çağrılar yaparlar ve bu konudaki ilahî emirleri daha bir hatırlatırlar bize..
Ancaak, burada acîb'u garîb olan şu ki, ayrılma derdine düş(ürül)en müslüman toplumların herbirisinin içindeki seçkin ulemâdan niceleri de, genelde, o birlik hükümlerini sadece kendi bulundukları tarafın lehine gelecek şekilde ortaya koymuşlardır ve koymaktadırlar ve amma, toplumların o noktaya nasıl geldikleri ve hastalığın teşhisi üzerinde kafa yormaya pek yaklaşmamaktadırlar..
Yakın tarihe baktığımızda, Osmanlı dağılma sürecine girdiğinde..
Biz buna son yüzyılda daha bir şâhid olduk..
Hattâ, Mısır'da Reşid Rızâ gibi seçkin isimlerin bile, arab halklarını tahrik etmek için, dergisi El'Menar'da ve diğer yayınlarda tek yanlı ne korkunç iddiaları sözkonusu ederek, ayrılık fetvaları verdiklerini hatırlayabiliriz..
*
Bugün de benzer ulemâî çıkışları görmekteyiz..
Her toplumun içinden, karşılaşılan birtakım zulüm örneklerini de delil göstererek kendi toplumlarının hayatî haklarını elde etmeleri için, savaş vermeleri ve gerekirse isyan etmeleri çağrısı yapan nice örnekler gördük..
Dile getirdikleri gerekçelere baktığınızda, bu çağrıları yok saymak da pek o kadar kolay olmamaktadır..
Ama, bu gibi, ayrılmanın mimarlığına soyunan ulemâ örneğine mukabil, her ne olursa olsun, ayrılmamak gerektiğini İslamî delillerle ortaya koyup bu yönde hatırlatmalar yapanlar da yok değil..
Hattâ bu yönde, M.Ş.E. gibi zevatın, 'ülkenin birliğini, hayrını isteniyorsa, alevîler, inanmasalar bile, sırf bu birlik hatırına, ibadetlerini sünnî müslümanlar gibi yapmalıdırlar..' gibi yazılar yazabildiklerini de gördük..
Ama, şimdi bundan da ilerisi taleblerin, İslâm fıqhı sahasında bir uzman kabul olunan Hayreddin Karaman gibi 'hoca'ların kaleminden de sâdır olduğu görülmekte..
Hayreddin Karaman Hoca'nın yazdığı ve 19 ve 29 Nisan günleri, Yeni Şafak'ta yayımlanan 'Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır' ve 'Tefrika savunulamaz..' başlıklı yazıları, bu açıdan, iki yeni örnek oluşturmakta..
HABERE YORUM KAT