Ülke, Ata’nın Mavi Gözlerinde Müebbet Hapse Mahkûm
Celal Bayar’a göre “Atatürk, seni sevmek Türk milleti için milli bir ibadettir”. Çünkü Bayar’a göre “Atatürk’ü anmak, Atatürk’ten bahsetmek hepimiz için ruhi bir ihtiyaçtır.” Atatürk sevgisini milli ibadet ve ruhi ihtiyaç olarak değerlendirme meselesinde elbette ki Bayar yalnız değildir. Askeriyle bürokratıyla, şairiyle gazetecisiyle, sanatçısıyla sporcusuyla Cumhuriyet’in hemen bütün ilk dönem kadroları günümüze kadar bu milli ibadet ve ruhi ihtiyacın hiçbir değişiklik olmaksızın nesilden nesile aktarılması için seferber oldu.
Değişen Türkiye, gelişen Türkiye, zenginleşen Türkiye, yeni Türkiye gibi bahisler açarak konuşmak pek çok açıdan haklı ve zaruridir elbette. Ancak o değişim, gelişim, yenilik bahislerinde sağlam adım atmak istiyorsak değişmeyen, gelişmeyen, yeniliğe geçit vermeyen resmi ideoloji ve devlet sınıflarını da yerli yerince değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Unutmayalım ki; bakanlar gelir gider, sınav sistemleri değişir, sınıf geçme usulleri farklılaşır ama Milli Eğitim Temel Kanunu ilköğretimden üniversiteye değin okula gelen bütün çocukların “Atatürk milliyetçiliğine bağlı bireyler olarak yetiştirilmesi” emrinde milim değişiklik içermez.
Uçuş Esnasında Bile Fanatizm Artıyor
Danıştay’ın Andımız kararıyla siyaset ve topluma karşı giriştiği buyurgan ve boyun eğdirici hamlenin hemen ardından gelen Türkçe ezan tartışmaları komitacı cuntacı mantığın nasıl da diri ve örgütlü olduğunun bir göstergesidir. Ancak 10 Kasım’da bütün bir ülkeyi matem havasına büründüren ve toplumu da bu matem havasının parçası kılmaya mecbur tutarak Atatürkçü ideoloji ve ritüellerin hegemonyasını genişletmeye girişen fanatizmin, içerdiği bütün tehdide rağmen doğru düzgün analizinin yapılabildiğini söyleyemeyiz. Oysa ilk dönem sergilenen despotik siyasetin özlemiyle yanıp tutuşan ve devlet tecrübesi, bürokrasi ağı, akademi ve medya birikimi hiç de azımsanamayacak örgütlü bir kitleden bahsediyoruz.
Son derece can sıkıcı fakat toplumun son dönem ideolojik açıdan son derece edilgen kılındığını gösteren çok sayıda vakaya şahit oluyoruz. Üstelik bu edilgenlik yetkili mercilerden gelen komutlar karşısında daha bir yoğunluk ve kitlesellik gösterebiliyor. Tıpkı bir nikâh töreninde nikâh memurunun bütün bir salonu ayağa kalkmasına bütün davetlilerin itiraz etmeksizin icabet etmesi gibi bir tabloyu hemen her alanda yaşıyoruz. Okuldan öğretmen öğrencinin ailesine bir haber mi göndermiş “şunu alsın, bu şiiri ezberleyip okusun, filan törene katılıp şu görevi alsın” vs. Genellikle aileler bu işin ne eğitim öğretimle ilgisini sorgulayabiliyor ne de “çocuğumuzun bu metni okuması veya törende şu görevi alması bizim ahlakımıza, inancımıza, örfümüze uygun değildir” diyerek açıkça itiraz edebiliyorlar maalesef.
10 Kasım törenleri için çocuklara okutulan matem ve özlem yüklü şiirler, matem iklimine giydirilen ideolojik ritüeller epeyce bir zamandır okul duvarlarını aşıp ekranlardan evlere hatta cadde ve meydanlara dahi hakim oluyor. Her sene tuhaf tuhaf anma biçimlerine, akıldışı özlem ve bağlılık bildirimlerine sahne oluyor ülke. Düşünün ki 8-10 Fitte uçan ful dolu bir yolcu uçağının pilotu saat 09.05’te şöyle bir anons yaparak yolcuları saygı duruşuna davet ediyor: “Şu an saat 9’u 5 geçiyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ebedi Başkomutanımız daimi Başöğretmenimiz, aramızdan ayrılışının 80. yılında, özlem minnet ve rahmetle anıyoruz. Aslında bugün onun aramızdan ayrıldığı değil, fikirlerinin aklımıza, ruhunun benliğimize, derin mavi bakışlarının da özlemimize katıldığı gündür. Şimdi lütfen gözlerimizi kapatalım ve bir dakikalığına Ata’mızın mavi gözlerinden onun hedeflediği özgür ve aydınlık geleceğimizi düşünelim. Rahat uyu Ata’m, biz buradayız, biz her yerdeyiz.” Bu tapınma değilse, tapmak nasıl bir şeydir acaba? Meditasyonla rabıta arasında gidip gelen fakat nihayet Behçet Kemal (Çağlar)’in “fenafil Gazi”sini tekrar eden bir davetle karşı karşıyayız.
Atatürk’te Fena Bulan Bulana
Mesaj esasen şöyle: “Ata’mızın mavi gözleri geçmişte nasıl bir özgürlük ve aydınlık oluşturduysa ancak gelecekte de benzer bir özgürlük ve aydınlık oluşturabilir.”
Cumhuriyet’in 10. Yıl dönümü vesilesiyle okullarda oynatılan 20 piyesten biri de Galip Naşit (Arı)’nın yazıp 1933’te Devlet Matbaası tarafından yayınlanan Destan’ıdır. Destan’da tarihteki en büyük kahraman olarak tanımlanan Gazi şöyle tasvir edilir:
Göklerin sonsuzluğu, enginliği denizin,
Dağların yüksekliği… Dışıdır Gazimizin.
Asıl görünmiyen iç ne kudretler taşıyor,
Hangi Tanrının ruhu bu varlıkta yaşıyor.
…
Biz yeni Türkiye’nin Kemalist çocukları,
Kolumuzun gücüyle açarız ufukları.
…
Hepimizin yüreği bir tek duyguyla çarpar,
Hepimizin kafası bir tek varlığa tapar.
Gazi Mustafa Kemal bu varlığın adı.
Benzer ifadeleri Faruk Nafiz (Çamlıbel)’in Ülkü’de yayınlanan Atatürk şiirinde görürüz:
Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde:
Gönül tapar kendisinden geçer de
Hangi yana göz dalarsa Atatürk
Ondan aldık yaşamanın tadını,
Bahtiyarız, bahtiyarsa Atatürk.
Kutuplaştırıcı olmayalım, toplumsal ayrışmaya sebebiyet vermeyelim tamam da geçmişten bu yana siyaset ve toplum üzerinde hegemonya kurmaya kalkan despotik bir ideolojiye ve despotik ideolojik sınıflara neden boyun eğelim. Tek Adam’ın yazarı Şevket Süreyya Aydemir’in “İnkılabımızı oturtmaya ve Atatürk’ü putlaştırmaya mecburduk” perspektifinden şunca yıl geçmiş olmasına rağmen bir adım olsun ileriye geçememiş örgütlü bir fanatizmle karşı karşıyayız. O mavi gözlere, o sarı saçlara, o heybetli heykellere, kutsal kitap yapılan Nutuk’a hapsedilmek istenen bir toplumuz. Edirne’de üniversite öğrencisi Emine Şahin isimli genç bir kızın kurduğu iki cümle yüzünden alelacele hapsedilmesine şaşırmamak lazım bu sebeple.
YAZIYA YORUM KAT