Uhud Ayetleri Üzerinden Suriye Direnişiyle İmtihanımız
Allah müminleri dünyevi hesaplar yapmaktan menediyor. Müminler bir şeye karar verdiklerinde o işte kararlı davranırlar. Bu içtihat eğer savaşarak direniş göstermek ise diğer müminlerin o görüşe olumlu anlamda sahip çıkmaları gerekir.
Şuayip Mekeç / Haksöz Dergisi - Sayı: 310 - Ocak 17
Bugün yaşadığımız olayları, Rabbimizin koyduğu sünnetullah kuralları çerçevesinde okuma ve değerlendirme zorunluluğumuz var. Uzunca bir dönemdir düşkünlük içinde yol alan ümmet olarak durumumuzu ıslah etmek en öncelikli görevlerimiz arasındadır. Kur’an’ın aydınlığıyla olgunlaştıracağımız hayırlı ümmet olma bilinci, adalet ve güven içinde inşa edeceğimiz bir toplumsal hayat, Kur’an’da övülen Müslüman aklı ve müminlerin tecrübesine dayanan istişareyle kurulu bir hayat düzeni en büyük özlemimiz olmalı. Bu sayede Rabbimizin biz kullarına öngördüğü, âlemlere rahmet bir elçinin insanlığa öğrettiği din-i mubinin esaslarıyla tahlil, tetkik, tedbir ve tevekküle dayalı bir yaşam biçimini, bir İslam uygarlığını inşa etmeyi de düşleyebilelim.
Son yüzyılın başlarında İslam coğrafyasını büyük oranda işgal eden Batı, bölgeye onlarca dikta rejimi armağan etti! İçinde yaşadığımız toplum da bundan nasibini aldı. Batıcı, pozitivist bir zihniyet İslam’a tahammülsüzlüğünü hayatın her alanında uygulamaya koydu. Uzunca bir dönemdir istibdat rejimleri altında Kur’an’la bağları bir hayli zayıflamış, bidat ve hurafenin yaygınlaştığı, içtihattan, fıkıhtan uzaklaşmış İslam toplumları, bu halleri üzerine dayatılan seküler rejimlerle bir asimilasyon dönemine dâhil edilmeye çalışıldılar. Yasakların, bu doğrultuda verilen eğitimin ve aleyhte propagandanın etkisiyle İslam, toplumda az bir kitlenin yaşamaya çalıştığı bir din haline geldi. Toplumun ekseriyeti yasaklar karşısında sinmiş, karşıtına sığınan bir mizaca bürünmüş İslami hayat ancak vesayet koşulları altında yaşanır hale gelmişti. O dönemler diğer İslam beldelerinde de durum pek farklı değildi. Dikta rejimler altında genç nesiller İslamca yaşamak yerine gayrı İslami bir hayata zorlanıyor ve sıkı bir endoktrinasyonla toplumun modernizasyonu hedefleniyordu. Bu süreç halkı Müslüman olan toplumu ezikleştiriyor, sonra toplum bu hayatı benimser hale geliyor veya herhangi bir rahatsızlık duymadan seküler yaşamla barışık yaşamını devam ettiriyordu.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. Onlar Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur.” (Maide, 54)
“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki Allah'ın azabı şiddetlidir.” (Enfal, 25)
Ayetler bu düşkünlük halini kaderimiz olarak algılamayıp durumumuzu değiştirmekle mükellef olduğumuzun altını çizmektedir.
Ortadoğu İntifadaları İzzet ve Özgürlük Mücadelesini Görünür Kıldı!
İslam coğrafyasında, 2011’de başlayan Ortadoğu intifadalarıyla girilen yeni dönem toplumsal değişim iradesini harekete geçirdi ve Müslüman halklarda geleceğe dair özgürlük umudunu tetikleyen bir süreci başlattı. Halkların bu intifadası, geçmişte kendilerinden sökülüp alınan izzet ve vakarın temsil edildiği, İslami değerlerin özgürce yaşandığı bir iklime doğru yol aldı.Bu diriliş olgusunun merkezine, doğal olarak yıllardır yasaklı durumda olan İslam ve onun neferliğini yapan Müslümanlar yerleştiler.
Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yıllardır halka kök söktüren despot yöneticilerin teker teker devrilmesine yol açan özgürlük ateşi, yılların en baskıcı rejimlerinden Baas diktasının hüküm sürdüğü Suriye’ye uğradığında, İslam dünyası açısından en müşkül dönem de başlamış oldu. Suriye üzerinde mezhepsel beklentisi olan, Irak’ta Şiileştirme politikaları ve acımasızca uyguladığı reel politik hesaplarından tanıdığımız İran, dünyadan topladığı Şii milislerle Suriye’yi işgale yöneldi.
Her türlü katliam, tecavüz ve işkencelerin faili olduğu bilinen Suriye rejimini arkalamakta ısrar eden İran, yanında Esed ordusu, Lübnan’dan Hizbulesed ve Şii milisler olduğu halde Suriye halkının verdiği izzet mücadelesiyle başa çıkamayınca yardıma Rusya’yı çağırdı. Havadan Rus bombardımanı, karadan Şiiler ve Esed ordusunun ilerlemesi karşısında direniş bazı şehirlerde güç kaybetti. Ardından ağır Rus bombardımanı sayesinde İran ve Esed rejimi Halep başta olmak üzere bazı bölgelerde kazançlı duruma geçtiler. Kur’an’ın ifadesiyle; adeta Ashab-ı Uhdud çetesi Halep’i kuşatmaya aldılar. Halep halkını katletmeye yönelen bu katiller sürüsüne tek başına Türkiye diplomatik yoldan müdahale ederek Rusya’yı ikna etti ve geçici ateşkes ilan edilmesini sağladı. Halep halkını, direnişçilerle birlikte şehirden tahliye etmeyi başardı.
Suriye Direnişinden Öğrendiklerimiz
Bugün Suriye halkının zulme karşı direnişi tam bir furkan savaşına dönmüştür. İslam ümmetinin ne kadar sorunlu, yüzyıllar öncesinin sabiteleşmiş/itikad haline gelmiş farklı yorumlardan kaynaklı batıni, mezhepçi, Şii taassubuna dayalı kabuller ve DAİŞ yapılanmasının kullandığı rivayetçi anlayış varsa hepsi sorunlar yumağı olarak Suriye’de gün yüzüne çıktı. Yine İslam diyarlarına modern paradigmaların etkisiyle sirayet etmiş çağdaş düşünüş biçimlerinin komplocu, emperyalist Batı’nın gücünü ve etkilerini çok fazla önemseyen reel politikçi yaklaşımlar Ortadoğu devrimleri ve Suriye direnişiyle ilgili düşünce ve değerlendirmelerde etkili oldu.
Fas’tan Endonezya’ya kadar dağılmış ümmetin çocuklarının, dünya üzerindeki sayıları bir milyarı aşkın Müslüman halkların yaşadıkları bu acziyet durumunu kritik etmesinin vakti gelip çatmıştır. İslam düşmanları ve işbirlikçilerine karşı verilen direniş mücadelelerinin tahlilini, Rabbimizin dünya ve ahiret saadeti için elde edeceğimiz başarının şartlarını,yaşadığımız kayıplar karşısında yeniden dirilişin nasıl olacağının tarif edildiği ilahi yasaları/sünnetullahı özümsememiz elzem hale gelmiştir. Kur’an’da geçmiş ümmetlerden aktarılan örneklerde ele alınan toplumsal değişim yasaları karşısındaki durumumuzu, içinde bulunduğumuz toplumsal şartları ve merhaleyi, zaruret koşullarıyla irtibat fıkhımızı, içtihatlarımızı, iç ve dış saldırılara karşı hastalıklar karşısında Kur’an ve sahih sünnet ışığında tedavi yöntemlerini ve alandaki mücadele niteliğimizi yeniden tetkik etmeliyiz.
Örneğin bugün özellikle Halep savunması konusunda direnişçilerin ağır kuşatma karşısında geri adım atma durumlarına şahit olduk. En vahşi bombardımana rağmen Suriye’nin direngen halkı mücadele alanını asla terk etmedi. Ama kardeşlerimizin kendi içlerinde homojen bir birlikteliği de oluşturamadıklarını biliyoruz. Kardeşlerimiz Allah'ın kutlu eylem olarak tanımladığı cihad ve mukatele saflarında ortaya koydukları fedakârlıkların karşılığını gerek dünyada gerekse ahirette kat kat fazlasıyla alacaklar; buna amenna. Kur’an-ı Kerim düşman karşısında bir avuç bile olsalar Müslümanların kendi içlerinde bütün ve düşmana karşı aynı kararlılıkla mücadele ederlerse; Bedir’deki gibi bire on, yüze bin gaybi yardım takviyesiyle zor olanı Allah’ın izniyle başarabileceklerini söylüyor.
Uhud Ayetleri Işığında Galibiyet ve Mağlubiyet Kritiği
Bedir Gazvesi galibiyetle sonuçlanmıştı. Bu savaşla ilgili gelen ayetler Uhud’a göre daha azdır, 10-15’i geçmez. Uhud Savaşı ise bir mağlubiyetti ve Uhud’la ilgili yaklaşık 65-70 civarı ayet inzal olmuştu. Yenilgi zaferden daha eğiticidir. Müminler Bedir zaferiyle öğrenemediklerini Uhud’da yenilgiyle öğrendiler ve bugün de hâlâ öğrenmekteyiz. Uhud’la birlikte sahabe; zaaflarını, eksiklerini, bakış açısındaki yanlışlarını görmüş, Rabbimizin tavsiyelerine göre kendilerini nasıl düzelteceklerini kavramışlardı. İşte bu çabalar sahabede etkili olmuş ve bugün bizlerde ciddi kazanımlara vesile olmaktadır.
Uhud Savaşıyla ilgili gelen ayetler İslami kişiliğin gelişmesini hedeflemiştir. Müşrikler o gün ve sonrasında müminler üzerinde bir yenilgi havası inşa etmeye çalışıyorlardı. Müşriklerin ve kalbi hasta işbirlikçilerinin o gün de bugün de toplumlarda yaymaya çalıştıkları algı aslında aynıdır: “Yenildiniz, sizin sisteminiz yok, gücünüz ve kabiliyetiniz yok, yenilgiyi kabul edin, bizim şartlarımıza boyun eğin!” Oysa Rabbimiz olaya doğrudan müdahale ederek onların vehimleri ve yönlendirmeleriyle değil, Allah’ın iradesi ve hesabıyla olaylara bakmayı müminlere öğretiyordu.
“İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmran, 116)
Allah nezdinde gerçek iyi ve kendilerine güç lütfettiği kimseler, Allah’a hesap bilinci taşıyan ve yaptığı her işte adaleti, ihsanı, birr’i gözeten kullardır.
Size zarar verenler -dün müşrikler, bugün Suriye’yi ateş çukuruna çeviren emperyalist Rusya ve onun işbirlikçisi İran- ne kadar güçlü olurlarsa olsun, onların Allah nezdinde sahip oldukları güç bir hiçtir ve onlara dünya ve ahirette hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Onların uzay teknolojileri, uyduları, sığınak delici bombaları, kimyasal silahları, elektronik haberleşme sistemleri, uzun menzilli füzeleri, güçlü orduları, algı yayan toplum mühendisleri, siber silahları, geniş internet ağları, güçlü sanayi sistemleri olsa da onlar zalimdirler ve tuğyan içindedirler. Yeryüzünde dünyalık ihtirasları yüzünden ve ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyen mazlumları haksız yere öldürmeleri, onları yurtlarından sürmeleri, Allah’a ve dinine savaş açmalarından ötürü onların sahip oldukları güç ve servet Allah nezdinde bir hiçtir!
“Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları şeylerin durumu, kendilerine zulmeden bu kavmin ekinlerini vurup mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” (Âl-i İmran, 117)
Kavurucu rüzgâr, henüz yeşermekte olan ekini nasıl yakıp kavurursa, onların dünya hayatında sarf ettikleri mallar da kendilerine bir iyilik getirmek şöyle dursun, aksine, dünya ve ahiret hayatlarını kuraklaştıracaktır. Bugün İslam diyarlarını kavurup yakan, ekini ve nesli yok eden doğunun ve batının emperyalistlerinin ve onların beslemelerinin sahip olduğu teknolojileri, silahları, paraları, servetleri ortalığı hüsrana çeviren rüzgâr gibidir. Müşrikler Uhud’da insan sayısıyla, savaş atlarıyla, mücevherleriyle, savaşçılarıyla üstünlük taslamışlardı. Bugün Suriye halkını katleden, şehirleri ateş çukurlarına çeviren, varil bombalarıyla, füzelerle, uçaklardan attıkları bombalarla sivilleri çoluk çocuk yakıp kavuran zulumat gücüde bir rüzgâr gibidir, geçtiği yerleri ve malın/servetin sahibi olduğunu iddia edenleri sadece hüsrana uğratır.
Emperyalist Batı bugün kendi halkına öyle bir hayatı özendiriyor ki yaşamlarında her şey teknolojiye mahkûm. Sürekli varlık/servet üzere bina edilmiş bir hayat modelleştiriliyor. Dünyada ne olup bittiğinden, açlığın, sefaletin, hastalığın, savaşın ne olduğundan habersiz tozpembe hayatlar Batılı insanın günlük yaşantısını simgelemekte. Oysa Batı’nın dikta rejimlere mahkûm ettiği İslam beldeleri sefalet içinde. Savaş, hastalık, açlık insanları bunaltmış, zavallı insanlar Avrupa’ya sığınmak için naylon botlarla batı sahillerine hücum ediyorlar ve bazıları boğulup gidiyor. Batı’nın yeryüzünde estirdiği rüzgâr bireysel özgürlük olarak adlandırdıkları sınırlı alan ve enstrümanlara mahkûm hayat formundan ibaret aslında. Rabbimiz bu hayatı işe yaramaz bir rüzgâra benzetiyor. Batı’da bugün nesiller boşlukta bir hayatı yaşıyorlar. Dünyalık zenginliklerine güvenirken fıtri olandan uzaklaşmış, evlilik müessesesi neredeyse çökmüş, fedakârlık, paylaşma, yardımlaşma duygusu yok olmuş, ebterleşmiş ve kaygı dolu bir yaşamla baş başalar. Biz Müslümanların bu rüzgâra kanmayan, Batı’nın gücüne, imkânlarına aldanmayan metanetli, direngen bir topluluk olmamız isteniyor. Ayetlerle bize düşmanların/emperyalist Batı’nın teknolojisi, ekonomik gücü karşısında ve dünyaya özendirdiği ideolojileri kapitalizm, liberalizm, modernizm karşısında kompleks içinde olmamamız tavsiye ediliyor.
Başkalarını Dost Tutmak İmanı İlgilendiren Boyuta Sahiptir; Kişiyi ve Çevresini İlzam Eder!
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i İmran, 118)
Müminler kendilerine koruyucu dostlar olarak yine kendileri gibi mümin olan kardeşlerini edinirler. Allahu Teâlâ o gün de bugünde müminlere kâfirleri ve onların yandaşlarını dost edinmemelerini emretmiştir. Hele İran bugün açıkça İslam düşmanlarıyla, Rusya’yla, Çin’le ve zalim Esed rejimiyle bir olmuş Irak’ta, Suriye’de müminleri öldürüyor. Ayetlere göre hali ortada. “Veddumaanittum.” Büyük zarar ve şiddetli sıkıntı içine düşmenizi isteyenlerle asla dost olamazsınız.
‘Dostluk’ sadece insan ilişkilerinde değil düşünce, ideoloji, yaklaşım biçimi, reel politik kaygılar gibi konuların da temel referans alınmasıyla ilgili düşünülmelidir. İslam ve ümmet düşmanlarıyla Müslümanlar olarak, onların yaşam tarzları ve tercihleri dâhil hiçbir konuda onlarla güven ve sırdaşlığa dayalı dostluk edemeyiz. Bugün Suriye’yi arkadan hançerleyen İran ve avenesi olmuştur. Mazlum bir halkın despot bir rejime karşı başlattığı özgürlük ve izzet savaşını İran kendi pragmatik hesapları doğrultusunda sabote etmiş, dünyada işgalci zalim güçler nasıl davranıyorsa aynı hıyanet içerisinde Suriye’de, Şii itikadı ve politik hesapları üzerinden tam bir vekalet savaşı başlatmıştır. Dost tuttuğu seküler, sosyalist ve ulusçu ideolojiye sahip despot Baas rejimi ve Rusya’yla bir olup Suriye’nin Müslüman halkını katletmeyi sürdürmektedir. Daha acı olan tüm bu gerçekleri bildikleri halde İran’ı yapıp ettiklerinde haklı bulan, Suriye’de direnişçileri emperyalizmin oyununa gelmekle suçlayan, Batı güdümlü düşünceler ve aynı vehimle sürdürülen reel politik hesaplara göre İran’la Türkiye’nin savaştırılmaya çalışıldığı gibi iddiaları savunan, hatta Rusya’yla dostluğun ABD’yle dostluktan daha değerli olduğunu bile söyleyecek kadar değersiz ve ölçüsüzleşebilen basiretsiz, vicdan yoksunu birilerinin Müslümanlar arasında rahatça bu görüşlerini ifade edebiliyor olmalarıdır!
Resulullah (s) Tedbir Konusunda Çok Hassastı Ama Bir Şeye Karar Verildiğinde Azmederdi!
Allah Resulü (s) yapacağı iş konusunda tedbir alma ve karşı tarafı tetkik etme hususunda en üst önlemlerle hareket etmişti. Uhud’dan önce müşriklerin hazırlık içinde olduklarını orada yaşayan yakınlarıyla mektuplaşarak ve bizzat kâşif göndererek öğrenmişti. Onların kaç kişi oldukları, ne kadar askerî güce sahip olduklarını bilerek tedbir almış, Müslümanlardan savaşı iyi bilenlerle konuyu tartışarak en iyi planı yapmaya çalışmıştı. Savunma savaşına karar verdikleri halde gençlerin ısrarı üzerine taarruz savaşına çıkıldı. Sonradan gençler fikir değiştirince “Bir peygamber savaş zırhını giydikten sonra daha onu çıkartmaz.” diyerek ittifak edilen karardan cayılmayacağını açık bir tavırla ortaya koymuştur. Ve yaptığı plan gereği en stratejik tepeye okçular yerleştirilmiş ve bu okçuların etkisiyle savaş ilk başlarda müminlerin lehine ilerlemişti. Fakat okçuların bir kısmı dünyalık ganimetlere meyledince savaşın ibresi müşriklerden yana dönüvermişti.
“İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).”(Âl-i İmran, 155)
Bu ayette zikredildiği gibi müminler hata yapabilirler ama hiçbir zaman müşriklerle sırdaşlık içerisine giremezler çünkü bu Rabbimizin affetmeyeceği bir davranıştır. Maide 50-51.ayetlerde bu dostluk ısrarı sürerse hangi gerekçeyle olursa olsun bu ilişkide ısrar edenler fasıklıkla suçlanmışlardır.
Vesvese, Kuşkuculuk, Dünya Sistemi, Güç Dengeleri, Üst Akıl Kaygısı Değil; Tedbir ve Tevekkül!
“Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında,‘Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi.’ diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaati onların kalplerine (kaybettikleri yakınları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Canı veren de alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”(Âl-i İmran, 156)
Allah Teâlâ müminleri inkâr edenler gibi dünyevi hesap yapmaktan, kaygı ve vesvese üretmekten menediyor. Müminler bir şeye karar verdiklerinde o işte kararlı davranırlar. Bu içtihat eğer savaşarak direniş göstermek şeklinde ise diğer müminlerin o görüşe olumlu anlamda sahip çıkmaları gerekir. 2011’de Suriye’de halk aylarca eline silah almadı. Yaptığı barışçıl gösterilere Baas rejimi en ağır silahlarla müdahale etti. Halk yine de eline silah almadı, kaçtı, saklandı, işkenceye uğradı, zorluklara sabretti ama yine almadı. Ne zaman ki ordu içerisinde bazı askerler rejim ordusunun katliamlarına isyan edip silahlarıyla ayrıldılar işte ilk silahlı direniş de o zaman başlamış oldu. Bundan böyle direnişin boyutu silahlı mücadeleye evrildi. Bu onların kararıdır. Bize düşen bunun meşruiyetini sorgulamak değil, niçin meselenin buralara vardığını, zalim rejimin payının bunda ne olduğunu tespit ve kardeşlerimizle dayanışmayı vurgulamak olmalıdır.
Bir diğer örnek de Mısır intifadasında yaşandı. Rabia ve Nahda meydanlarında direnen Müslümanlar barışçıl direnişlerini sürdürdüler. Ellerine hiç silah almamaya karar vermişlerdi. Darbeci rejim onları ağır silahlarla öldürdü ve ardından onbinlerce insanı hapislere doldurdu, çocuklarını katletti ama onlar yine de sivil direnişi sürdürdüler. Bu, dışarıdan bakanların farklı yönleriyle eleştirecekleri bir durum gibi görünse de Müslümanların kardeşlerinin yanında yer alarak onların haklı davasına destek vermeleri en doğru tavırdır. Gerçek dostluk budur. “Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer aldığınız kararda azmedersen artık Allah'a tevekkül et.” (Âl-i İmran, 159)
Üzerinde karar verilmiş, içtihada dönüşmüş bir eylem hakkında tavrımız ve görüşümüz azmetmek ve azmedenleri desteklemek şeklinde olmalıdır.
“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmran, 157)
Müşrikler inananların morallerini bozmak, onları ve ailelerini ölümle korkutmak ve müminlerin dirençlerini zayıflatarak bedbinliği yaymak istiyorlardı. Bugün Müslümanların ümmet coğrafyasını ilgilendiren hassas konularda çok sıkı bir mücadele dinamizmi içinde olmaları gerekiyor. Cihad birçok bölümden oluşan çok geniş bir kavram. Sadece savaş meydanlarında değil medyada, TV’lerde, gazetelerde, dergilerde, sosyal medyada, eğitimde, evde, çarşıda, hayatın diğer alanında yapılması gereken çok önemli bir ibadettir. Günümüzde Müslümanlar ve verdikleri mücadeleler medyayla yıpratılmaya, küçük düşürülmeye veya emperyalist güçlere terör suçlamasıyla ihbar edilmeye çalışılıyor. Allah bu nevi niyet taşıyanlara karşı tedbirli olun ama onları gözünüzde fazla büyütmeyin diyor. Onlar kendi içinde çok tutarlı gözüken tumturaklı sözler sarf edebilirler. Çok rasyonel düşünürler. Çok liberal, çok insancıl, gerçekçidirler! Siz onların karşısında Allah’ın iradesine dayalı izahlar yapamazsınız adeta! Hatta onları dinlediğinizde ne kadar da haklılar ve çok gerçekçi yorumlar yapıyorlar dedirtecek kadar size algınızı etkileyecek sihirli sözler söyleyebilirler. Onlardan etkilenen İslamcılar da onlara çok hak vermeye başlar,“Biz demiştik!” ortak cümlesinde onlarla buluşurlar.
Zalimleri Rahatsız Etmek Farzdır!
Bir örnekle bunu irdeleyip anlatalım: Halep muhasarasında içeride 80 bin insanın katliamla karşı karşıya olduğu resmi yetkililer tarafından ifade ediliyordu. Bosna Savaşı sırasında Srebrenica’da sıkışıp kalmış binlerce çaresiz insan gibi bir tablo söz konusuydu. İran ve Esed ordusu katliam için can atıyorlardı. Türkiye’den başka bu çığlığa ses veren çıkmamıştı. Bir anda gösteriler başladı. Dünyanın dört bir yanında ve İstanbul ve Ankara’da Rus ve İran elçilikleri/konsoloslukları önünde gösteriler yapılmaya başlandı. Bu eylemler çok etkili oldu. Sorunu dünyanın gündemine taşıdı. O güne kadar sessiz sedasız izleyen devletler konuyla ilgili açıklamalar yaptılar. Gece gündüz demeden yapılan eylemler amacına ulaşmıştı. Saldırgan İran, Esed ve Rusya ateşkese zorlanmış ayrıca dünyada Halep trajedisini yansıtan bir kamuoyu oluşmuştu. Halep tahliyeleri sürerken tam o esnada Ankara’da Rusya Büyükelçisi Karlov’a bir suikast düzenlendi. Büyükelçi ve saldırgan olay esnasında hayatlarını kaybettiler. Hemen birileri çıkıp İstanbul’daki Rusya ve İran konsoloslukları önünde yapılan eylemleri sorgulamaya, hatta tahrik unsuru olarak göstermeye çalıştılar. Nasıl bir özgüvensizlik ve şüphecilikse (veya ispiyonlama mantığıysa) bu, devletten çok devletçi, kraldan çok kralcı tavırla basın çevrelerinden birileri ve bazı “İslamcı” yazar çizer kadro konsolosluk önünde protesto eylemi yapanlar hakkında ihbar niteliği taşıyan yazılar yazdılar,mesajlar paylaştılar. Oysa bu hassasiyetle cinayetin hiç alakası kurulamazdı. Ancak Suriye konusuna başından beri şaşı bakan veya iktidara karşı aşırı koruyucu tavır serdeden bazıları her nedense hemen rahatsız oluvermişlerdi. Oysa bu eylemlerden en çok rahatsız olan İran Dışişleri ve Hürriyet gazetesi olmuştu! (https://www.haksozhaber.net/verdigimiz-rahatsizliktan-oturu-gururluyuz-87455h.htm)
Rabbimiz, mealen, basiretli davranın, sözlerinize dikkat edin, ağzınızdan çıkan Müslümana yakışan şeyler olsun, kimi dinleyeceğinize iyi karar veriniz diyor. Seküler bir dünyanın algısı içinde tahliller yaparak Kur’an’da öngörülen “Ben ve beraberimde olanlar basiret üzerinde sizleri hakka davet ediyorum.” (Yusuf, 108) ve “Rabbini tüm işlerinde yücelt, elbiseni (üzerine sinen pisliklerden şahsiyetini) temizle.” (Müddessir, 3-4) ayetlerinde olduğu gibi zihin dünyamıza İslam’ın tasavvur ölçülerine göre yön vereceğiz. Kaldı ki ölüm bile bizi bu düşünüş ve eylemlilikten vazgeçirmemeli.
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. Biz günleri insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez. Bu, Allah'ın, iman edenleri arındırması ve inkâr edenleri yok etmesi içindir.”(Âl-i İmran, 139-141)
HABERE YORUM KAT