Üçüncü yol
Rakamlar çok acayip şeyler... Dünyanın yaratılmasından cennet-cehenneme, inanç-küfür muvazenelerinden karakter oluşumuna kadar bir milyon şey ile ilgili rakamlar.
Misal Eylül'ün 12'si. Her ne kadar yıllar sonra ondan bir gün önce yaşanan olaylar unuttursa da 12 Eylül'ü, bir ülkenin tarihindeki çok önemli kırılma anlarından biri.
Yaşı yeterince büyük olanlar hatırlayacaklardır o dönemi. Henüz orta son çağında olan şu fakir de şüphesiz hatırlıyor bazı şeyler. Günaşırı yaşanan cinayetler, bombalamalar, kardeşin kardeşi öldürmesini...
Bir ülke düşünün ki, ideoloji tüccarları tarafından esir alınmış ve sokakları kanlı ve ölümcül bir tiyatroya sahne oluyor her gün. Artık küresel mi, yerli mi ya da her ikisinin koalisyonu mu bilmem, birtakım mihrakların kurguladığı bu kanlı iç çatışma süreci 1970'lerin ikinci yarısından sonra kontrolden tamamen çıkmıştı.
O kadar ki, sıradan vatandaş evinde korku içinde beklerken içinden 'Ya Rabbi kim kurtaracak bizi?' diye korkuyla soruyordu kendine. Bir el, bir güç, bir erk, bir otorite arıyordu millet. O kadar çivisi çıkmıştı ki memleketin öğretmeninden polisine kadar hemen her şey ortadan ikiye yarılmıştı.
Sonrası malum; 12 Eylül 1980...
Abartmıyorum herkes sevindi. Necip Fazıl'ın Rapor dergisini hatırlıyorum örneğin. Dergi piyasaya çıkmak üzere olduğu için baskıya yetiştirememişti ama araya bir not kâğıdı koymuştu rahmetli. "Bu müdahaleyi can ı gönülden bekledik" filan türünden cümlelerle.
Şüphesiz merhum şair öncelikle akan kanın durmasını, kardeşin kardeşi öldürmemesini isteyerek yazmıştı o notu. Sonradan işkenceleri, zulümleri, idamları nereden bilebilirdi ki?
Çok daha sonra cuntacı paşaların itiraflarıyla geldi, "hele biraz daha olgunlaşsın meydanlar, kıvama gelsin, biraz daha ölü olsun" şeklinde niyetler açığa çıktı.
En az '80 öncesi kadar zulüm ve insan hayatına mal oldu darbe ve darbeciler. Akıl-mantık rafa kalktı, daha berbatı inanılmaz vurdumduymaz ve salaklaştırılmış bir jenerasyon yetiştirilmeye çalışıldı. Tuhaf bir kahramanlık ve milliyetçilik kılıfında sıradan faşizm geliştirildi. Bu dönem ortalığa sıçrayıp demokrasi ve özgürlüklerin aleyhine sallayanların tamamı bu kuşağın üretimidir. (Sen de dâhil çakma hukuk doçenti ağabey!)
Darbe oldu olmasına ve kan durdu durmasına ama sonrasında oluşan cunta rejimi de bir tuhaftı.
Ve fakat çocuktuk ama eşek değildik afedersiniz o dönem. Millet de cahildi belki ama salak değildi. Bir isimlendirme furyasıdır başladı gitti. Caddelere 12 Eylül Bulvarı ismi verilmeye başlandı. Adını Evrenspor olarak değiştiren amatör küme takımı bile gördüm şahsen.
Hangi filmde hatırlamıyorum, birisi "bir sorunun üç çözüm şekli vardır" diyordu; "mantıklı çözüm, mantıksız çözüm ve askerî çözüm!" Bu üçüncü yol uzun yıllar bu ülkede hüküm sürdü. Bu nedenle dün gazetemizde yayınlanan " 'Adım Kenan, 12 Eylül 1980'de doğdum' dedi askerî lise mülakatını sualsiz geçti" başlıklı haberi hiç yadırgamadım. Kafası çalışan bir ebeveynin cin fikrinden başka bir şey değil ki darbeden 30 yıl sonra bile işe yaradığını gösteriyor haber.
Buca Belediyesi'nin yaptırdığı bilmem kaç trilyonluk rölyefi gördüğümde de tebessüm belirdi yüzümde. Cin fikirli bir yerel yöneticinin -evet epey pahalı- bir açıkgözlülüğünden başka bir şey değildi bu. Bizim orada, "her rengi boyadık, fıstıkî yeşil kaldı" diye bir laf vardır, bu da o hesaptı. Buca'nın tüm meseleleri tamamdı da bir rölyefi eksikti, şimdi o da tamamdı, şahbaz olunmuştu nitekim!
Ama TV kameraları Buca sakinlerine mikrofon uzattığında duyduklarım 30 yıl önceki darbe ortamından bir milim ilerlemediğimizin de kanıtıydı adeta. Şöyle diyordu Bucalı vatandaş; "Bu rölyef çok faydalı oldu, şimdi yetkililer bundan dolayı bize daha çok önem verecekler, Atatürk ihmal edilemez!"
Buyurun size yeni ve taze bir Selamsız Bandosu hikâyesi.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT