Uçlarda gezmenin getirdiği perişanlık ve itidalin gerekliliği
Faruk Beşer Hoca, aşırı uçlarda yer almanın Müslümanlar için ne gibi sorunlara sebep olduğuna değiniyor.
Faruk Beşer / Yeni Şafak
Ehlisünnetçiler ve Cumhuriyetçiler
Din iman konusunda ulemamızın köklere ilişkin aykırı sözler söylemesinin sebeplerini bir önceki yazımızda tespite çalıştık. Buna, zaman zaman dile getirdiğim iki gözlemimi de ilave etmek istiyorum.
Modern ve entelektüel aykırılık psikolojisinin en büyük körükleyicilerinden biri de öteki uçta aşırılık yapan, önüne gelen herkesi tekfir ya da tadlîl eden, fikri ve ilmi derinliği olmadan, takvim kâğıdı hadisçiliği ile kafasındaki hayali İslam’a onlarca uydurulmuş ‘söz’ bulan, eskilerin ‘Haşviyye/Haşeviyye’ dedikleri güruhtur. Bunlar bu işin ifratını oluşturdukları için belki de diğerlerinden daha zararlıdırlar. Çünkü bilindiği gibi, ‘ifrat da insanı yoldan çıkarır tefrit de. Ama tefrite sebep olan şey aslında ifrat olduğu için ifrat iki defa zararlıdır’. “Aşırı uçlara kayanlar helak olurlar” (Müslim).
Haşviyye kavramı, başından beri çeşitli gruplar için kullanılmış olmakla birlikte daha çok hadislerin sahihini sakiminden ayıramayan, fıkhını bilmeyen, sahih olanlarını Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içinde doğru anlayamayan mutaassıp avam takımı için kullanılır. Haşv, yastıklara doldurulan irili ufaklı pamuk ya da yün kırpıntılarıdır. Haşviyye de bulduğu her bilgiyi torbasına doldurur ama hangisinin ne işe yaradığını bilip ayıklayamaz.
Günümüz Haşviyyesi varlığını fikir ve ilimle gösteremediği için sıkıştığında ‘Ehlisünnet’ kavramına sarılır, rakibini bununla vurmaya çalışır. Ama aslında Selefin verdiği ölçülere bakılırsa böyle yapan fırkaların hiçbiri Ehlisünnet sayılmamalıdır. Bunlar Ehlisünnet değil ancak Ehlisünnetçi olabilirler. Hiçbirinin Ehlisünneti diğerininkine benzemez. Her şeyden önce Ehlisünnet anlayışının kendisi, insanları Ehlisünnet olanlar ve olmayanlar diye fişleme ve listeleme hadsizliğine ve terbiyesizliğine müsaade etmez. Allah’ın bizim için seçtiği isim ‘İslam’dır. Kevserî, Te’nîbu’l-Hatîb adlı eserinde Haşviyye’nin anlayış seviyesi ile ilgili ilginç örnekler verir.
Ehlisünnet, Resûlüllah’ın (sa) sünnetini, yani onun Kurân-ı Kerim’i uygulama tarzını, sahabe örneğiyle birlikte yaşayan ana damar Müslümanlardır. Ehlisünnet bir mezhep değildir. Buna sadece Ehlisünnet değil, Ehlisünnet ve’l-cemaat denir. Bu tamlamada Sünnet Resûlüllah’ın uygulamasını, Cemaat ise sahabe örneği ile ulemanın üzerinde ittifak ettiği görüşü ifade eder. Demek ki Ehlisünnet herkesin tek başına ya da kendi fırkasına göre şekillendirdiği bir oyuncak hamuru değildir.
İkincilerle ilgili gözlemim ise şudur: Haşviyyenin kendilerine yönelttiği suçlamalara kızan bu öteki uç onların hatalarına ilmi eleştiri getireceğine pireye kızıp yorganı yakar. Laik ve marjinal kesimlerin gazına gelip aykırı sözler söyler. Ardından saldırılar çoğalınca mahalleyi terk edip öbür mahallelerden birinde yer bulmaya çalışır. Aslında bulamaz, çünkü onlar dindarlar kadar saf değildirler. Ama öyle de olsa insanın desteğe, itibara, savunulmaya ihtiyacı vardır. Bu sebeple kendisini savunanlara yaslanmak zorundadır.
O ise Ehlisünnet yerine cumhuriyete sahip çıkmakla işe başlar. En kolay geçiş bununla sağlanır, çünkü mutlak anlamda cumhuriyet monarşinin zıddı olarak kimsenin reddetmeyeceği bir yönetim biçimidir. Ardından öyle ya da böyle ayırmadan demokrasi vurgusu gelir. Nihayet mevcut cumhuriyetin değerlerini savunmaya başlar, milli bayramlara vurgu yapar. Laikliği övmekle seyr’ü sülûkunu sürdürür, en nihayet Mustafa Kemal’e övgüler düzme ihtiyacı duyar, kendi yapmasa da başkalarının ona dua etmesini ister ve başlangıçta bunları destek almak için yaparken iki adım sonra söylediklerine kendisi de inanır ve bir paket program olarak bunları bileşenleriyle birlikte benimseme noktasına ulaşır.
İşte güçlü bir omurgaya sahip olamayanlar böyle esnek bir karakter sergilerler. Ve sonunda öylece de giderler. Ama bu gidişte o desteğini almak için yalakalık yaptığı mahalleler bile onu tek başına bırakır. Bunun örneklerini görmedik mi? Sonrasını ise Allah bilir.
Bu yaranmayı fırka düzeyinde yapanlar ise dış desteklere el uzatmak ve onların düdüğünü çalmak zorunda kalırlar. Bir bakarsınız Şia’dan bile nasiplenen fırkalar vardır.
Muhtemelen bu yazıyı neden yazdın diyenleriniz olacaktır. Ben de aynı duyguyla birkaç defa silip başka yazı yazmayı düşündüm. Öyle ya, her iki taraf da problemli ise bunları dile getirmenin moral bozmaktan başka ne faydası olabilir. Öyle ama bu tür denge arayışları sürdürüldükçe işin esasını anlayan kesim çoğalıyor, okuyor ve aklını kullanmaya başlıyor, ifratlar ve tefritlerdeki tahribatı görebiliyor. Bu da fayda olarak yeter.
HABERE YORUM KAT