Üç islam'dan hangisi?
İslam dünyası yakın tarihinden getirdiği problemlerin aşılması düşüncesiyle sosyo-politik sistemi revizyona uğratmak zorunda kalırken, dış dünyadan alacakları konusunda eleştirel ve seçici zorunludur.
Geçen yüzyıl boyunca sadece verili sistemin değil, hayatın da dışına atılmak istenen Müslümanların mevcut kurumsal yapılara (iktisat, siyaset, eğitim, kültür, sanat vb.) katılması "bir fayda" sağlasa bile -ki çoğu zaman katılımları zorunludur- nasıl, nereye kadar ve ne için katılması gerekir gibi sorular önemsenmeyecek olursa, zamanla telafisi güç zararlara yol açabilir; Müslümanların İslam'la ilişkileri sadece içi boş kültürel bir ilişkiden ibaret kalır.
"Hayata dönelim" derken farkında olmaksızın "sisteme katılır ve verili dünyanın kimliği ve görüntüsü İslam olan bir parçası durumuna düşebiliriz". Bunun iki mahzurundan biri, belli bir ulus devlet içindeki sorunlarla uğraşırken sanki İslam dünyasından ve İslam ümmetinden ayrı, özerk ve kendi başına var olması mümkün olan bir fenomene inanmak, İslamiyet'i bir ulus devletin coğrafi, iktisadi ve siyasi meselelerine indirgemek; diğeri, buna bağlı olarak İslamiyet'i dünyevileştirmek, maddileştirmek ve ulusallaştırmak.
Bu tutum bizi ister rakibimiz, ister hedefimiz olan modern dünya karşısında iki ana tutumdan birini benimsemeye götürebilir: Bunlar da "Çatışmacı İslam" veya "Uyumlu İslam" diyebileceğimiz sağlıksız tutumlardır. "Çatışma" ve "uyum", her ikisi birbirine aykırı görünse bile, gerçekte bir ve aynıdırlar. Her ikisi verili dünyayı -moderniteyi- elde edilmesi gereken doğru, meşru, zorunlu ve "İslamileştirilebilir bir değerler bütünü" olarak algılamaktadırlar. Batı'ya karşı askerî, teknolojik, ekonomik, bilimsel ve siyasi alanlarda meydan okumayı esas alan "İran'ın İslamcı radikalleri" ile büyük dünya sisteminin bir alt parçası olunarak askerî, teknolojik, ekonomik, bilimsel ve siyasi bir güç olunabileceğini savunan "Malezya'nın uzlaşmacı İslamcıları" arasında sadece form ve yöntem farkı vardır, mahiyet farkı yoktur.
Oysa beşeriyetin sorunu bizatihi söz konusu alanlarda güç temerküzünü esas alan "modern dünyanın aşılması" sorunudur. Bir dinden, hele bu "Ed-Din olan İslam"dan beklenen, kendini rakibine bakıp tanımlaması, ona benzemesi ve onun araç ve yöntemlerini kullanması değil, tam aksine kendine özgü hedefleri, meşru araçları ve yöntemleriyle yeni bir dünyanın ufuklarına işaret etmek olmalıdır. Hıristiyanlık, ilk üç yüz senesinde büyük acılar çekti, ama onu ezen Roma'yı taklit etti, sonra Romalaşmış bir kilise olarak tarih sahnesine çıktı. İslam aynı trajik tecrübeyi yaşamamalıdır. Şu halde modern dünya üzerinde iyi niyetle çeşitli düşünceler geliştiren Müslümanların hedeflerini, hatt-ı hareketlerini ve araçlarını belirginleştirmeleri öncelikli bir konudur. Bu açıdan Müslümanların
1. Birey'in ölümüne tanık olduktan sonra insanın yeniden insanlaşması ve özgürleşmesi,
2. Dünyevileşme ile birlikte anlam ve amaç kaybına uğrayan hayatın hangi sahici anlam ve amaçlara göre yaşanması,
3. İnsan ile tabiat ve insan ile canlı hayat arasında baş gösteren çatışmanın son bulması,
4. Bir arada yaşama isteğini, tecrübe ve yeteneğini kaybetmekte olan insana yeni bir örgütlenme modelinin, yeni bir yaşama sanatının önerilmesi gibi konularda belirgin tekliflerde bulunmaları gerekir.
Hiç kuşkusuz aşılacak şey modernlik ve onun temel varsayımları olan "bireycilik, dünyevileşme ve ulus devlet formu"dur. Bunu aşkın/müteal olana dönerek gerçekleştirmek mümkündür, yoksa modern dünyayı taklit ederek ve tekrar ederek değil.
Müslümanlar, ister "Çatışmacı İslam" ister "Uyumlu İslam"a mensup olsunlar, İslam adına bireyi var edemezler; dinin İlahi/aşkın, batıni/içkin ve uhrevi/öte boyutlarını görmezlikten gelip dünyevi hayatı düzenlemeye kalkışamazlar ve ümmet gerçeğini göz ardı edip sadece içinde yaşadıkları ulusal sınırlar dahilindeki sorunlarla boğuşamazlar.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT