TV dizilerinde devletin yeniden inşa edilmesi
TV dizileri devlet düşüncesi yeni parametreler üzerinden yeniden kurarak inşa ediyor!
Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
TV dizilerinde devletin yeniden inşa edilmesi
İncelememizin dünkü aşamasında TV dizilerinde hoca-evliya anlatısını incelemiştik. Televizyonun mahiyeti üzerine düşünüldüğünde içeriğine dahil ettiği mevzuları nasıl içerikten yoksun hale getirdiği unutulmamalı. Bu bağlamda dikkat çekilen hususun tasavvuf veyahut başka bir İslami bakış açısıyla doğrudan alakası yok.
TV dizilerinin usandıran hoca-evliya anlatısı!
Önemli olan medya, TV, sinema vs. nasıl ifade edersek edelim bu araçların mesajdan bağımsız olmadıklarının farkında olmaktır. Öteki türlü yapacağımız işler hep “bizim oğlan bina okur döner döner bir daha okur” sarmalını aşamayacaktır ne yazık ki.
Hangi devlet
TV dizilerinde devlet anlayışı milliyetçi ideolojinin kutsal devlet retoriğinden hareketle oluşturulmaktadır. Bu bağlamda bu dizilerdeki tarihi hiçbir karakterin zihninde bugünkü gibi bir devlet anlayışından söz etmek mümkün değilken artık toprak söylemi üzerinde devlet metafizik bir şey haline getirilmeye çalışılmaktadır. Aslında bu konuya daha evvel de değinmiştik:
Kutsal devlet retoriği ve TV dizileri
Devlet için doğulur, onun için yaşanır ve onun için ölünür. Devlet her şeyin planlayıcısı ve paydaşlarının varlıklarını adayacakları üst idealdir. Aklınıza neyin geldiğini biliyoruz. Tevhid inancının yapısından devralınan bir teklik ilişkisi toprak, vatan, bayrak sacayakları üzerinde devlet için inşa edilir.
Uyanış dizisi devam ederken #Devletİçin hashtagine paylaşım yapılmasının istenmesi de içerikle oldukça uyumlu bir hareket olmuş. Güncel siyasi tartışmalardan da beslenen tarihi içerikli yapımlarda devlet düşüncesi oldukça tehlikeli bir vasatı ortaya çıkartmaktadır. Zaten bu zehirle yıllardır zihni bulanan Türkiye toplumu giderek devletçi, milliyetçi teamüllere teslim olma riski ile karşı karşıya…
Coğrafyanın Politikleştirilmesi
Aslında Türkiye’de var olan vasattan bağımsız olarak düşünüldüğünde insanın yaşadığı yeri sevmesi olağan bir şeydir. Ailemiz, akrabamız, dostlarımız geçmişimizle bağ kurmamızı sağlayan her şey oradadır. Ancak bugün hâkim olan milliyetçi popülizmden dolayı masum bir “memleket sevgisinden” bahsetmek bile imkansız hale geliyor.
İlm-i siyaset gereği politik coğrafyanın hiçbir zerresi hakkında İslami hassasiyetlerimizden dolayı en naif müspet cümleyi dahi kurmamak en doğrusu olacaktır. Başkalarını koruyamadığımız cahili adetlerden en azından kendimizi ve hasbelkader çevremizi korumamız için bu şekilde hareket etmek daha hikmetli bir davranış olacaktır kanaatindeyiz.
Zira “coğrafya” sayesinde aynı kutsal ölçek içine alınan devlette yerlileştirilerek idealleştiriliyor. İngilizlerin Afrika’da sömürgelerine devlet düşüncesini aşılamak için yaptıkları uygulamalar için ‘devletin yerlileştirilmesi’ tabirinin kullanılması oldukça ilginç. Terence Ranger, Geleneğin İcadı isimli çalışmada belli sembol ve simgelerle devlet düşüncesinin akıllarda inşa edilmesi veya güçlendirilmesi için bu tabirin kullanıldığını aktarıyor. Kraliyet kültünün, yerel olarak icat edilmiş ritüellerle sürdürülmesi yani “Afrikalı” hale getirilmesi gerekiyor. Devlet, yerli ve millileştirilerek Afrikalıların beğenisine sunuluyor. Buna hizmet etmek için çeşitli seremoniler, şenlikler, geçit törenleri icat ediliyor.
İngilizlerin ümmi Afrikalılara devleti ‘özümsetmek’ için gösterdikleri bu çaba aslında devlet düşüncesinin insan doğasına aykırı yüzünü de gözler önüne seriyor. Oldukça suni olan bu düşünce tahakkümcü yapısı ile artık kendisinden bağımsız bir şekilde geçmişin ve geleceğin düşünülmesini imkânsız hale getirdi. Sanki ezeli ve ebedi bir şeymiş gibi…
Bugün ise devlet, tarihle bağı yeniden kurulmuş ve milli-manevi parametreler üzerine yeniden inşa edilmiş bir şekilde TV dizileri ile bizlere sunuluyor. Din ise burada bir motif, koltuk değneği gibi iş gören devletin inşa edici retoriklerinden birisidir sadece. Dinin TV’deki kullanımı hakkında Neil Postman, “Televizyon: Öldüren Eğlence” kitabında araçsallaştırma mantığını gözler önüne seren önemli bir konuya dikkat çekiyor: Çıkaracağım sonuç, televizyonda dinin, başka her şey gibi, oldukça basit bir biçimde ve hiçbir utanıp sıkılma belirtisi gösterilmeden, bir eğlence olarak sunulduğudur. Dini tarihsel, derinlikli ve kutsal bir insani etkinlik durumuna sokan bütün özellikler silinmiştir; ne bir ritüel, ne bir dogma, ne bir gelenek, ne bir teoloji ve her şey bir yana ne de ruhsal aşkınlık duygusu söz konusudur.1
Başta hatırlattığımız noktayı tekrar vurgulamak gerekirse, eleştirisi yapılan içerikler iyi niyetlerle yapılmış işler dahi olabilirler. Batı’nın hegomonik söylemine karşıtlık üzerinden cevap üretme kaygısıyla hareket ediliyor. Ancak bu bir aldatmaca. Hegemonyaya, karşı-hegomonik söylem ile üretimde bulunmak aslında Martin Esslin’in “gerçeğe bürünen kurgudan, kurguya bürünen gerçek” metaforuyla anlatmaya çalıştığı durumu ortaya çıkartıyor. Hegomonyanın dayattığı gerçeklik kurgusuna karşı kendi kurguya bürünen gerçekliğimizi üretiyoruz. Alternatif üretme çabası bir yönüyle sorunu derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor…
[1] Televizyon: Öldüren Eğlence, POSTMAN, Neil, İstanbul 2014, Ayrıntı Yayınları, s. 132
HABERE YORUM KAT