‘Tuzak kuranların en hayırlısı’na sığınarak..
‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’nı, bazı Müslümanlarca kurulduğunu ileri sürdüğü örgütlerin üzerine atarak, bütün müslüman coğrafyalarına saldırmayı temel iş edinen ve 8 yıllık başkanlık döneminin hemen tamamını bu saldırılar içinde tamamlayacağı anlaşılan Bush, Amerikan emperyalizminin saldırganlığının en sorumsuz şeflerinden birisi olarak tarihe geçmek yolunda, kimsenin kendisiyle yarışamamasını istercesine, şimdi de İran İslam Cumhuriyeti’nin hükmettiği coğrafyaya saldırı planlarının yapıldığını gizlemiyor.
Geçen ay, ‘İsrail’in İran’a saldırmasını anlayışla karşılayacağını’ söylemişti, esasen..
Bu tehdidler şimdi daha bir güçlü şekilde dile getiriliyor ve bu konuda, herkes, tabiatiyle temennîlerini de katarak değerlendirmeler yapıyor.. Fehmi Koru, Yeni Şafak’taki yazısında, dün, Amerikan Demokrat Parti çevrelerinin, gelecek sene yapılacak Başkanlık seçimi kampanyasını ‘Irak Savaşı karşıtlığı’ üzerine kurduklarını ve İran'a açılacak savaş fikrini ısıttıklarını ve ‘Irak savaşına karşıyız, çünkü hedef İran olmalıydı’ gibi bir söylemle konuya yaklaştıklarını ve Demokrat’ların Kongre’deki lideri Howard Dean'in önceki akşam bir tv programında: ‘Irak'la savaşta utanmamız gereken noktalardan biri de düşmanı yanlış seçmemizdi. Esas tehdit İran'dır. Askerlerimiz yanlış yerde çakılı kaldı. Saddam berbat bir herifti, ama ABD'ye esas tehlike o değildi.. İran'dır esas tehlike. Açıkçası, son 3,5 yılda Irak'ta yaşananlardan sonra Amerikan halkının midesinin İran'la savaşı kaldıracağını sanmam, ama İran'a karşı diklenmemiz gerektiğine de inanıyorum.’ dediğini aktarıyordu..
Elbette USA emperyalizminin global saldırıları karşısında durmak gerektiğini düşünen çevreler de yok değil, dünyada. Ancak, nihaî tahlilde, onların da, ‘…Ammaaa.. ‘diyerek, hangi cebhe yanında yer alacakları, tarihteki nice örneklerde olduğu gibi şimdiden tahmin edilebilir.. ‘El’Kufr-i Mille-t’un Vâhideh..’ (Küfr -kafirler cebhesi-, tek millettir..) ölçüsünce.. Bunun karşısında, ‘El’İslam’u, Mille-t’un Vâhideh..’ (İslam -da- tek bir millettir..) ölçüsüne ulaşmadıkça ve nasıl parçalanacağımızın değil, nasıl bütünleşeceğimizin hesablarını yapmadıkça ‘kurtarıcı çözüm’e kavuşulamıyacağını unutmamak gerekir..
Bu arada yığınla yalan-yanlış ve saptırıcı haber ve beyanların muhabere edildiği de unutulmamalı.. Nitekim, geçen hafta, HAMAS’ın siyasî sözcüsü Hâlid Meş’al’in, ‘İsrail’in bir gerçek olduğunu, kabul ettiklerini’ söylediği bildiriliyordu.. Ama, Meş’al bunu kesinlikle ve hemen yalanladı.. Arkasından, İran’ın, -muhtemel bir Amerikan saldırısına karşı- ‘Amerika’yla arasında bağlantı kurması için çaba harcaması’ yolunda, Suûdî’ rejiminden yardım istediği, İran’ın ‘nükleer teknoloji’ görüşmelerindeki temsilcisi Ali Laricanî’nin İnkılab Rehberi Seyyîd Ali Khameneî’nin bir mektubunu Suûd Kralı Abdullah’a sunduğu ve ‘Amerika ile, hiç bir şart koşmaksızın görüşmeye hazır olduklarını açıkladığı’ iddia edildi.. Ancak, bu haber de, hemen yalanlandı, İİC tarafından.. Ama, bu gibi uydurma haber üretimi devam edebilir..
Ayrıca, İran’ın ‘nükleer enerji’de sona yaklaştığına dair ‘müjde’nin, İslam İnkılabı’nın 28. yıldönümünde, 11 Şubat günü açıklanacağı da bekleniyor.. Hattâ, bazı çevreler, İİC’nin de, Kuzey Kore gibi, ‘nükleer silaha sahib olduğunu’ açıklayabileceğini bile düşünüyor..
Böyle bir hassas anda, İsrail ve Amerika’nın İran’a saldırıya geçmesinin sürpriz sayılmaması gerektiğini düşünenler de var.. Bush’un Başk.Yard. Dick Cheney ve diğer yetkililerin bu açıklamaları ile İsrail Sav. Bakanı’nın, ‘İran’a saldırmanın zorluğunu tahmin ediyoruz, ama, çaresiz kalırsak, bu adımı atmaktan çekinmeyiz..’ sözleri aynı çizgide.. Ama, acı olan şu ki, böyle bir saldırı halinde, Türkiye, hem NATO üyeliği yüzünden, hem de özellikle ‘28 Şubat’ döneminde, ‘Org. Çevik Bir’ tarafından imzalanan ve ‘andlaşma değil, basit bir protokol..’ diye Meclis kontrolünden bile kaçırılan fiilî andlaşma ile, bütün hava sahası ve limanlarını, İsrail rejiminin istifadesine tahsis etmek durumuyla karşı karşıyadır..
Bu arada, Türkiye de, özellikle Irak konusunda çırpınıyor, ama, bir NATO üyesi olarak, silahlı güçlerini NATO’nun emrine vermiş olması hasebiyle, Türkiye’nin öyle kolay adım atamıyacağı da biliniyor. Başbakan Erdoğan, her ne kadar Amerika’yı da eleştirmek noktasına gelmiş olsa bile, TSK’nın Irak’daki muhtemel bir harekâtta, ‘Amerika ve İsrail’in modern eğitimleri ve gelişmiş silahlarla donanmış mahallî güçler karşısında güç duruma düşürülebileceği’nin endişesi de gözden ırak tutulamıyor..
Ayrıca, Mısır, Ürdün, Arabistan ve bölgedeki emirliklerin de İran’a karşı, bir ‘Amerikan savunma siperi’ oluşturacak şekilde, yine Amerikan kontrolünde, NATO benzeri bir ‘askerî savunma ittifakı’ oluşturabileceği iddiası da ayrı bir konu.. USA yetkililerinin açıkça, ‘Ortadoğu’ya artık yeni bir harita gerekiyor..’ sözleri de, bu gelişmelere tüy dikiyor..
Öte yandan, 67 Haziranı’ndaki ‘6 Gün Savaşı’ felaketinden beri İsrail işgalinde bulunan ve Suriye’nin su ve buğday anbarı olarak nitelenen Golan Tepeleri’nden geri çekilmesi konusunda, iki tarafın anlaşmaya vardığı da ileri sürülüyor. Taraflar bunu yalanlasalar bile, ortada bir şeylerin dönmesi de beklenebilir.. Keza, daha geçen ay, Suriye’yi ‘teröristleri Irak’a göndermek’le suçlayan Irak Dev. Başkanı Celâl Talebanî, 30 yılı aşkın bir aradan sonra, evvelki gün, ilk Irak Devlet Başkanı sıfatıyla Şam’a gitti, sıcak mesajlar verdi..
Bu gelişmeler Ortadoğu’nun Müslüman halklarına nasıl yansımaktadır? Fransız ‘l’Express’ dergisinin son sayısında yer alan bir yorumda, ‘Amerikalılar İran’ı, Irak‘ın içişlerine karışmakla ve ‘şiî-sünnî çatışması’ çıkarmakla suçlasalar bile, arab dünyasındaki gelişmeler, hiç de bu ‘şiî- sünnî’ ihtilaf çerçevesine uygun şekilde olmuyor.. Tersine, Ortadoğu’da gelişen cereyanların mantığı, inkılabçı/ devrimci ve de ‘Batı karşıtlığı’ temeli üzerine kurulu..’ tesbitlerine yer veriliyordu..
Bütün bu gelişmeleri karşısında, Müslümanların da şaşkınlığa düşmeden, şer’an ve aklen almaları gereken tedbirlere başvurmak şartıyle, ‘Onlar bir tuzak kuruyorlar, Allah da bir tuzak kuruyor.. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır’ meâlindeki, (mekerû we mekerallah, wallahu khayr’ul mâkiriyn..’ âyetindeki ‘müjde’nin gerçekleşeceği itminanı içinde, üzerlerine düşeni yapmaya hazır olacakları umulur..
e-mail: [email protected]
YAZIYA YORUM KAT