Türköne’nin Hayat Felsefesi: “Kuvvetler Ayrılığı!”
Gezi olayları boyunca, Zaman gazetesi yazarlarının birçoğu Erdoğan’a teorik demokrasi dersleri vermekle meşgul olmuşlardı.
HAKSÖZ HABER
Gezi olayları boyunca, Zaman gazetesi yazarlarının birçoğu Erdoğan’a teorik demokrasi dersleri vermekle meşgul olmuşlardı. O günden bu yana nice “liberal demokrasi öğüdü” Zaman gazetesi sayfalarını süslemişti. Bunlara şimdilerde yenileri eklenmekte. Bunlardan biri de Mümtazer Türköne. Türköne, Zaman gazetesindeki "Yargı Başbakan'ın siyasi rakibi mi?" başlıklı (29 Aralık 2013) yazısında Başbakan Erdoğan’a şöyle seslenmiş:
“En son “HSYK’yı kim yargılayacak?” diye kendi sorduğu soruya Başbakan, “millet yargılayacak” cevabını verdiğine göre, zihnindeki “yargı algısı”nda esaslı bir sorun olmalı.
Başbakan’ın sürdürdüğü polemik, yargı erkine siyasî parti muamelesi yaptığını gösteriyor. Yargıyı, sandıkla tehdit ediyor. Yargı seçime mi girecek? Yargının yürüttüğü soruşturmayı, sandıkta halk mı karara bağlayacak?
Diyor ki: “Ben şuna inanıyorum; ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’, egemenlik kayıtsız şartsız yargının değildir.” Başbakan’ın bu inancı yanlış. Üstelik yürütme erkinin başında olduğuna göre sahip olduğumuz demokratik-hukuk devletini tehlikeye atacak çapta büyük bir yanlış. Nitekim bizim Anayasa’mızın 9. maddesi (6. maddede egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağını belirttikten sonra): “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” hükmüyle, Başbakan’a çok açık cevap teşkil eden bir ifadeye yer veriyor. Evet, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Millet sahip olduğu egemenliği yetkili organlar eliyle kullanır. Bu yetkili organlar (Anayasa’da sıralandığı üzere): Yasama, yürütme ve yargıdır. Anayasa, kuvvetler ayrılığı prensibine göre bağımsız olan bu üç “millî irade organı” arasında bir hiyerarşi olmadığını, yani birinin diğerine üstünlüğünün bulunmadığını “Başlangıç” kısmında belirtir. Hepsinin üstünde yer alan tek güç Anayasa ve kanunlar yani hukuktur. Zaten bu prensibin işlediği, yani devlet adına kullanılan yetkilerin tamamının hukuka dayandığı devlet düzenine “hukuk devleti” adı verilir. Hukuk denetimi yargıdan sorulduğuna göre, fiilen yargı “millî irade”nin en tartışmasız iş gören organı olmaktadır.”
Hükümet Ergenekon’la mücadelesini sürdürürken, benzer içerikli yazıları Ergenekonsever yazarlardan okumaya alışkındık. Üstelik o günlerde Türköne de bu mantıkla mücadelede ön saflarda yer almakta idi. Bakın 15 Mart 2011 tarihli Zaman gazetesinde “Ergenekon Yandaşlarının Oyları” başlıklı makalesinde aynı Türköne neler yazmış:
“Ergenekon, seçime girmese de bir siyasî parti gibi çalışıyor. Çünkü 12 Haziran'da yapılacak seçim Ergenekon'un kader anlarından belki de sonuncusu olacak.
Ergenekon yandaşlığının, seçim yaklaştıkça kabarmasının ve siyasî tartışmaların tarafı haline gelmesinin sebebi bu. Peki, seçime girmeyen Ergenekon Partisi seçimi nasıl kazanacak?
Ergenekon'un seçimden önce CHP'yi kazanması gerekiyor. CHP'deki iç çekişmelerin ve Ergenekon taktiklerinin siyasî gündemin ilk sıralarına yerleşmesinin sebebi bu. …
…Ergenekon'un ne olduğunu hatırlayalım. Ergenekon davasında yargılananların kompozisyonu, Ergenekon'u tarif etmek için yeterli. Ergenekon, meşru hükümeti devirip devlet iktidarını ele geçirmeyi hedefleyen, şiddet başta olmak üzere bütün hukuk dışı yöntemleri kullanan illegal bir örgüt… Devlet yönetmeye niyetli bu örgütün gücünü kimse hafife alamaz. Ergenekon'un özellikle psikolojik savaş yürütmek için edindiği donanımı ve medyadaki uzantılarını hesaba katmadan seçim hesabı yapılamaz…
…Peki Ergenekon yandaşlığı ne kadar oy getirir? Cevap kocaman bir hiç. Çünkü Ergenekon yandaşlığı, toplumun ihtiyaç duyduğu barış ve huzura savaş açmadan yapılamıyor. Çatışmadan medet ummak ise kimseye oy getirmiyor.”
Türköne’nin daha can alıcı ve bugünkü savunularının ne anlama geldiğini itiraf sadedindeki bir makalesi ise 22 Ocak 2008 tarihli. Bugün Erdoğan karşısında “teorik demokrasi güzellemeleri” eşliğinde ve “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ne ahlaki vurgu yaparak savunduğu bir Yargı var. Bakın o günlerde Türköne, bu Yargı’nın bağımsızlığı olmazsa siyaseti dizayna kadar varacak kirliliklere imza atabileceğine işaret sadedinde neler yazmış:
“Yargıçlar da imamlar gibi cübbe giyerler. Cübbe, icra edilen mesleğin en yüksek merciinin o meslek sahibinin vicdanı olduğunu anlatır.
Yargıçlık da bir vicdan mesleğidir. Adalet ve hakkaniyet gibi hukukun özünü teşkil eden prensipler işte bu vicdanda hayat bulur ve oradan topluma huzur ve güven olarak yansır. Yargıcın vicdanını her türlü baskıdan ve etkiden azade kılmak için bu meslek mensuplarına ve bu mesleğin icrasına ilave güvenceler ve ayrıcalıklar getirilir. Kuvvetler ayrılığı prensibi gerçekte, yürütme, yasama ve yargı içinde özel olarak yargıyı korumak ve güçlendirmek içindir. Demokratik bir düzen ancak hukuk garantileri ile var olabilir; hukuk ise yine ancak bağımsız bir yargı ile korunabilir…hukuku işletmek için yürütme ve yasamanın yanında yargının kendi hiyerarşisi ve bürokrasisi içinde de bağımsız ve özgür kılınması şart.
…Yargı sistemimiz kapalı devre işleyen bir Yüksek Yargı Oligarşisi’nin hâkimiyeti altında bulunuyor. Bu oligarşi kendisini yasama ve yürütme erklerine rakip görüyor; ideolojik endişelere dayalı kurallar koyuyor ve işletiyor. Hukuk bu oligarşinin altında eziliyor, uygulanamaz hale geliyor.
…Türkiye'de hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü prensibinin, Yüksek Yargı Oligarşisi'nin siyasî iktidar iddiasına takılıp kaldığını göstermedi mi? Hukuk başlangıcı derslerinde, usul hukuku bahsinde, yargıcın karar verirken müracaat edeceği hukuk kaynakları sıralanır. Evrensel hukukun ittifak ettiği bu sıralamayı, …yargı kararlarını, yasaların ve anayasanın önüne alarak değiştirdiğimiz zaman ne olur? Yasaların yerine yargı kararlarını koyarsanız, ortaya hukuk devleti değil, yargıçlar devleti çıkar…”
Türköne diyebilir ki, “o gün Ergenekon vardı ve ‘devlet’ denen organı evrensel değerlerin aleyhine koruma altına almaya çalışıyor ve hukuku çiğniyordu. Üstelik taraflı olduğunun ve bağımsız olmadığının da yeter karineleri mevcuttu.”
Aynı baskılar elbette Hükümet (Yasama ve Yürütme) tarafından da Yargı üzerinde olmamalı.
Ancak, Türköne’nin o gün kullandığı “devlet” kelimesinin yerine bugün “cemaat”i koyduğumuzda “cuk” oturan bir süreçten geçiyorsak, vicdanlar hiçbir şekilde huzurlu değil ve Yargı’nın teorik bağımsızlığından safça dem vurmak da çözüm değildir! Hele ki 2009-2010’lardan bu yana aynı yargı mensupları hiçbir olayda bu derece cevvaliyet içeren bir tarzda ve toplu (adeta örgütlü) halde hukuksuzluktan dem vurmamışsa! Evet, bağımsız hukuk gerçekten de herkese lazım. Yargıçlara bile!
HABERE YORUM KAT