Türklerin sığlığı, Zizek'in çığlığı: Osmanlı modeli
Radikal, çağın yaşayan en cins düşünürlerinden Slavoj Zizek'le nefis bir konuşma yayımladı dün. Röportajı yapan Kaya Genç'in sorduğu sorular da yerinde ve çok güzel. Röportaj devam ediyor... Kaya Genç'i bu güzel röportajından ötürü kutlarım. İyi iş çıkarmış gerçekten.
* * *
Bugüne kadar genellikle Batı Avrupa -özellikle de Fransa ve Almanya- kökenli düşünürler, söyledikleriyle, bütün dünyada bir fırtına estiriyor, bir heyecan dalgası yayıyorlardı. Çağdaş düşünce dünyasında Batı Avrupa hâkimiyetini kıran ilk ciddiye alınması gereken düşünürlerden biri, Zizek.
O yüzden "merkez"den / Avrupa'nın merkezinden değil de, kıyı'dan konuşuyor olması, bu tür bir "mesafe"den ötürü, Zizek'in bazı şeyleri daha iyi görmesine, daha çarpıcı gözlemlerde bulunmasına imkân tanıyor.
* * *
Burada yalnızca coğrafî mesafeden değil; entelektüel mesafeden de sözediyorum: Çağdaş Batı düşüncesinin iki "zıt" kutbunu oluşturan analitik felsefenin de, Kıta Avrupası felsefesinin de gittikleri tek "yer": Kant. Batı düşüncesinin sorunlarını en derinlemesine tartışan Nietzsche ve şakirdi Heidegger de dâhil, herkes Kant'a ve neo-Kantçılara gidiyor.
İşte Zizek, bu anlamda, Batı düşüncesinin cârî entelektüel merkezinin dışından, kıyı'dan bakıyor her şeye ve herkesi ters köşe yapacak çıkışlar yapabiliyor: Bu anlamda "merkez"i sarsıyor zaman zaman.
Zizek'in bir düşünür olarak düşüncesinin dört temel sütunu var: Lacan'cı psikanaliz, Hegelci felsefe, Marksist ideoloji teorisi ve Hıristiyan teolojisi.
Marksizm'den gelen biri; ama Radikal'deki röportajda da -her ne kadar bir "komünist ütopya hayali"nden sözetse de- Marksizm'in artık kesinkes bittiğini söyleyecek kadar miyoplaşma tuzağından kendisini kurtarabilmiş bir düşünür Zizek.
Zizek, Kartezyen özne'nin yeniden-keşfinden sözediyor olsa da, düşüncesinin güzergâhlarına bakıldığında, "eklektik" bir düşünür aslında.
Zizek'in en dikkat çekici yanı, Batı uygarlığını yeniden ayağa kaldıracak kaynaklardan birinin "din" olduğunu söylemesi. (Röportajda, kiliseye yönelttiği sert eleştiriler, bu gerçeği gözardı etmemize yol açmamalı). Bu nedenle, -Külliyat'ın yayın programında olan- Beyond Secular Reason / Seküler Aklın Ötesi başlıklı enfes kitabın yazarı, teolog-düşünür John Milbank'la ortaklaşa kitap yazması oldukça anlamlı.
(Türkiye'de sıkı bir teolog-düşünürle, sıkı bir Marksist-düşünür'ün bırakınız ortaklaşa kitap yazabilmesini, adam gibi oturup konuşabilmesini, tartışabilmesini neden tahayyül bile edemiyorsunuz acaba? Sığlığın, miyopluğun, öncelikle entelektüel hayatta tavan yapmasından, "sıkı" denebilecek çapta düşünürlerin olmamasından ötürü, değil mi?).
* * *
Türkiye'nin islamofobik entelijansiyasını ters köşeye yatıracak çarpıcı gözlemlerde bulunuyor Zizek, Radikal röportajında.
Yalnızca Marksizm'in değil, neo-liberalizmin de bittiğini söylüyor. Ardından Avrupa'daki hoşgörüsüzlüğün dünyayı yeni bir apartheid / ırkçılık tehlikesinin eşiğine sürükleyeceğini söylüyor ve sözü İslâm'a ve Osmanlı'ya getirerek şu çarpıcı gözlemlerde bulunuyor:
"İslam her zaman hoşgörülü bir din oldu; 18 ve 19. yy'da İstanbul'a gelen Avrupalı gezginler, buradaki dini hoşgörüden şaşkına dönmüşlerdi. İslam'ın ve özellikle de Osmanlı'nın özgün anlamıyla hoşgörüye sahip olmak anlamında çok gerilere giden bir tarihi var. Eğer çokkültürlülük konusunda bir şey öğrenmek istiyorsak, bu yüzden sizin tarihinize bakmamız gerektiğinin çok açık olduğunu söylüyorum. [...] Türkiye, nasıl böyle hoşgörüsüz bir toplum haline geldi? 20. yüzyılın başında Avrupa'ya baktınız! Mustafa Kemal Atatürk ve Jön Türkler Batı'yı taklit edip modern bir ulus devlet olmayı istediklerinde, Türkiye hoşgörüsüzlükle tanıştı. [...] Batı toplumlarının daha hoşgörülü olduğu görüşü [...] büyük bir yalandan ibaret."
Röportajın sonraki bölümünde, Zizek'in "Avrupa, Osmanlı veya Avusturya imparatorluğunun şeklini almalı" dediği duyuruluyor.
Benzer gözlemleri, bu sütunda, "geleceğin dünyasının modeli, Osmanlı modeli olabilir" tespitiyle Toynbee'nin de yaptığını hatırlatmıştım.
Yorum yok: Sadece şunu söylüyorum: Bizim, dünyanın geleceğinin şekillenmesinde anahtar bir rolümüz olacağını, bunun için gerekli tarihî derinliğe, medeniyet tecrübesine yeterince sahip olduğumuzu ille de Batılı düşünürlerin mi söylemesi gerekiyor bize? Bunları biz söylediğimizde, neden herkes burun kıvırıyor acaba? Bu ne aşağılık kompleksi, ne sığlık böyle!
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT