Türkleri yeniden Türkleştirmek
"Bu ülkede Kürtler Türkleşmediler ama Türkiyelileştiler. Devlet de, Türkler de Türkiyelileşmeli."
Abdurrahman Kurt'un Taraf'ta Neşe Düzel'in bu haftaki röportajında yer alan kritik cümlesi böyle. Eski AK Parti Diyarbakır Milletvekili Kurt, bu önerisini "normalleşme" olarak kavramlaştırıyor. Özellikle "devletin Türkiyelileşmesi" kısmı, Kürt sorununun çözümü için çok makul bir öneri olarak duruyor. Peki, ya "Türklerin Türkiyelileşmesi?" Ana akım Türk milliyetçiliğine bu ibare, keşke canlı bir tartışma konusu olarak girse!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir ulus-devlet. Ulus devlet tabirini, tek ulusa dayanan devlet olarak anlamalıyız. Devletin beşeri unsurunun tek bir ulus olduğu varsayımı üzerine inşa edilen devlete bu ismi veriyoruz. "Tek ulus" tabiri, "tek bir etnik topluluk" anlamına gelmiyor. Ancak ulus devletler etnik farklılıkları "tek dil" etrafında bir ulusa dönüştürmek için kimi zorlayıcı, kimi teşvik edici çabalar harcıyor. Bizde "ulusal" veya "ulus devlete özgü" olan sorunun somut karşılığı Türkler-Kürtler ve devlet üçgeninde, "Kürt sorunu" olarak devam ediyor.
Devlet Kürtleri Türkleştirmeyi denedi; ama başarılı olamadı. Genel olarak başarı sağladığı bir sonuç ise gözden kaçıyor. Devlet Türkleri de Türkleştirmeye çalıştı. Ortak paydası Türkçe olan rengârenk bir topluluğu bir ulusa dönüştürme projesi büyük ölçüde başarılı oldu. Ama hâlâ eksikleri var. Aleviler, bu ulus-devletin ulusunun bir parçası değiller. Türkçe dediğimiz de İstanbul Türkçesi. Türklerin Türkleşmesi, etnik aidiyetten uzaklaşarak bir vatandaşlar topluluğu olarak devletin ulusu haline gelme süreci. Türk olarak "çalışkan, zeki, cesur..." nitelikler kazanmak ve "mutlu olmak" bu sürecin sembolleri. Devlet Kürtleri, aynı ulusun parçası olan vatandaşlar haline getirmekte kendi iç çelişkisinin ürünü bir zorluğu aşamadı; anadillerine dair vatandaşlık haklarını tanımayarak, eşit vatandaşlık hukukuna Kürtleri dâhil etmedi.
Türkiye her anlamda değişiyor. 23 Mart'ta Harp Akademileri'nde kurmay adayı subaylara ve üst komuta kademesine hitap eden Başbakan'ın, hukuk ile Türkiye'nin güvenliği arasında kurduğu ilişki askerî olarak ikna edici. Türkiye demokrasisi ve insan haklarına dayalı bir hukuk devleti olarak bölgesinde güç ve itibar sahibi. Demek ki askeri olarak önceliğimiz, demokratik rejimi tesviye etmek. Darbe peşinde koşmak sadece demokrasiyi değil, bu en değerli stratejik üstünlüğümüzü yok ederek güvenliğimizi de yaralayacak. Pazar günü Suriye'nin Dostları Konferansı'nda Başbakan, Esed rejimine karşı en sert önlemleri savunurken bu ahlakî ve insanî gücüyle diplomasi yürütüyor. Türkiye, içinde laiklik bulunmayan bir demokrasiyi ve hukuku bölge ülkelerine ihraç edemeyeceğine göre, içerdeki ideolojik endişeler de boşalmış olmalı. Hukuku ve istikrarlı demokrasisi ile yükselişe geçen Türkiye'nin "ulus-devlet" niteliğine de yeni bir şekil vermesi gerekiyor. Genel tablo içinde çözüm: Demokrasiye ve hukuka göre yeniden tanzim edilmiş bir ulus-devlet anlayışı.
Bir imparatorluk bakiyesi olarak Türkiye'nin bu konuda zengin tecrübeleri var. Osmanlı İmparatorluğu, Türkçeyi her dönemde resmî devlet politikası olarak destekledi; ama başka dilleri yasaklamadı. Dün etnik kimliklerin dışında bir Osmanlı kimliğini referans aldı. Bugün vatandaşlıktaki "vatan" yani Türkiye ortak paydayı oluşturuyor.
En önemli nokta şu: Kürtlerin Türkiyelileşmesine itiraz eden Kürtlerin olabileceği gibi, Türklerin Türkiyelileşmesine itirazı olanlar da olabilir. Mühim olan devletin Türkiyelileşmesi. Etnik kökeni ile böbürlenenlere veya etnik kökenini yegâne siyasî kimlik aracı olarak görenlere eşit mesafede duran bir devletin mevcudiyeti, çözümün gerçek anahtarı. Bunu sağlayacak olan ise eşit vatandaşlık hukukunun, devlet marifetiyle herkese aynı ölçülerde uygulanması.
Türkler buna isterlerse yeniden Türkleşme diyebilirler. Dar ve kısır bir ulus devletin Türkleri olmaktan çıkıp, ortak paydalara kendini hasreden ve bunun için sorumluluk üstlenen ve feragatte bulunan Türkler.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT