Türkiye'nin taşıma kapasitesi
Şöyle bir soru ile başlayalım isterseniz.
-Acaba İHH'nin bir diplomasi kaygısı olmalı mıdır?
Bu soruyu şu sıralar Gazze öfkesi ile meydanlara çıkan insanlarımız için de sorabiliriz:
-Acaba İsrail'e yönelik öfke ile meydanları dolduran yüz binlerin bir diplomasi hassasiyeti bulunmalı mıdır?
Burada tabii ki, tek insanların diplomasi hassasiyetinden söz etmiyorum. O kitlelere belli bir renk veren düzenleyici kadrolardan söz ediyorum.
Bence olmalı.
Dünya ve Türkiye, çok hassas bir süreçten geçiyor. Kartların yeniden karıldığı, dengelerin yeniden kurulduğu bir süreç bu. Türkiye bu süreçte başat aktör durumunda. Türkiye ve onun içinde yer aldığı İslam dünyası adeta yeniden tarih sahnesine çıkıyor.
Bu sürecin çok kolay olduğunu, başka güçlerin dirençleriyle karşılaşmayacağını düşünmek akıl kârı değil.
Türkiye, bu süreçte AK Parti hükümeti ile bu tarihi role uygun bir diplomasi üretmeye çalışıyor.
Şöyle düşünelim.
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, şu an bu görevlerde değil de benim gibi, Bülent Yıldırım gibi, Hakan Albayrak gibi ya da Fethullah Gülen Hocaefendi gibi sivil konumda olsalardı, acaba diplomasi kaygısı taşırlar mıydı?
Diplomasi kaygısından "kuvvet değerlendirmesi" yapmayı kastediyorum. Mesela şöyle.
-Ne kadar gücüm var, kim ile birlikte olabilirim, bana kim karşı çıkar, neyi ne kadar ve nasıl söylemeliyim, hangi hareketi hangi boyutta yaparsam nasıl sonuç doğurur, neyi yapmamalıyım, hangi takvimde nasıl sonuç alınır vs...
Bu kaygıyı taşırlar mıydı?
Taşımaları gerekirdi.
Birkaç gündür çevremdeki insanlar soruyor.
-Hükümetin yapacağı şeyler bunlardan mı ibaret? 9 kişi hayatını kaybetti, bu sineye mi çekilecek?
Ben, "kademe kademe bazı eylemler planlanmıştır mutlaka" diyorum. Ama beklentilerin daha yüksek olduğu muhakkak.
Gene çevremde, Fethullah Hocaefendi'nin sözlerine yönelik eleştirel duygu ağırlıklı değerlendirmeler yapılıyor.
Ben, Hocaefendi'nin sözleri birebir o gazeteye yansıyan şekilde midir bilemiyorum. Öyle olmadığını sanıyorum. Nitekim Zaman'da Abdülhamit Bilici'nin konuya ilişkin değerlendirmesi, sözleri birebir yansıtmak yerine, meali vermeyi ve orada da hem şehitlere taziyeyi ama diplomatik hassasiyete vurgu yapmayı öne çıkardı.
Diplomatik hassasiyet!
Fethullah Hocaefendi'nin merkezinde bulunduğu ve tüm dünyaya yayılan hizmetler için ama daha çok da Türkiye için, belirli diplomatik hassasiyetler taşıyor olmasını yadırgamamak lazımdır.
Diyelim, Türkiye'nin yaşadığı şu dönemde, kriz yönetiminin boyutları değerlendirilirken, devlet bünyesinde, en uç ihtimallerin görülmemesi, dile getirilmemesi, kimi zaman en ağır eleştirilerin dillendirilmemesi söz konusu olamaz. İnsanlar, birbirinin duygularını idare ederek diplomasi yapamazlar. Çünkü o alan ateşten çemberdir. Ülkenizi, dünya arenasına çıkaracaksınız ve yara almadan üstelik başarıyla oradan ayrılmayı temin edeceksiniz.
Sokaktaki duygu seli hükümetleri etkiler mi, etkiler.
Duygu selinden öte, yapılan eylemler hükümet politikalarını etkiler mi, etkiler.
Ülke meydanlarının verdiği mesaj, Türkiye'nin dışarıdaki temaslarına yansır mı, yansır.
Türkiye'nin tüm bu açılardan en gözaltında olan bir ülke olduğundan kuşku yok. Çünkü Türkiye, o en başta söylediğimiz, bu coğrafyanın yeniden tarih sahnesine çıkıyor olmasında merkezi güç rolünde gözüküyor. Türkiye bunu istiyor da... Onun için dünyanın başka başat güçleri "nasıl bir Türkiye" sorusuna da odaklaşıyorlar.
Bu açıdan belki, her birimiz "dünyaya nasıl bir Türkiye imajı verilmeli" sorusu üzerinde de düşünmeliyiz. Bu, "Türkiye, hem kendi toplumu, hem kendi coğrafyası, hem dünyanın başat güçleri açısından nasıl bir imajı taşıyabilir" sorusu ile de eşdeğerdir.
Yazıyı şöyle bağlayalım.
-Fethullah Hocaefendi'ye öfkelenmek yerine, kendi payımıza, Türkiye'nin taşıyabileceği diplomatik misyon üzerinde zihni mesai sarf etmeyi tercih edelim. Bu, hükümetten beklentilerimizi de daha reel zemine oturtacaktır.
Hükümetin de belki dünyadaki algıları dikkate alarak bir söylem değerlendirmesi yapması gerekebilir
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT