Türkiye’nin Suriye’ye Müdahale İhtimali
İsterse Putin'in kendisi gelsin, muhaliflerin iradesini kıramayacak. Bu nedenle rejim ve destekçileri, çok sayıda sivil öldürüp iradelerini kıramadıkları muhalifleri Esad'ın varlığını kabul ettikleri bir Suriye'ye mecbur bırakmaya çalışıyor.
Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak
Perşembe günkü “Türkiye'nin Suriye'ye müdahale ihtimali” başlıklı yazım çok sayıda geri bildirim aldı. Bu geri bildirimlerin bir kısmı, Suriye hakkında sık yazan bir yazar olarak enseyi karartmış ve Rusya'yı gözümde fazla büyütmüş olduğum yönündeydi. Elmalarla armutların karışmaması adına bir özet yapma gereği duyuyorum.
1- 7 Şubat 2015 tarihli ve “Afganistan'da Sovyetler, Suriye'de Rusya...” başlıklı yazımda detaylandırdığım gibi, Rusya'nın Suriye'ye girmesinin, eninde sonunda Sovyetler Birliği'nin çöküşünde büyük payı olan Afganistan'da olduğu gibi, Rusya'nın zararına olacağını düşünüyorum. Lakin bu tahmin doğru çıksa bile, o zamana kadar bu coğrafyada daha çok kan akacak. Rusya, yaşadığı ekonomik sıkışmışlıkla Suriye'de istediği hızda ilerleyemeyip bir de üstüne sahada askeri ve mali kayıplar vermeye başladıkça daha çok sivil öldürecek, daha da vahşileşecek.
2- Rusya'nın sahaya inmiş olması ve rejime aktif destek vermesi, muhaliflerin kaybettiği anlamına gelmiyor. Devrimin başından beri, rejim kış aylarında ilerleme kat ederken baharla beraber ibre muhaliflerin yönüne dönüyor. Ayrıca, rejimin onca gücüne rağmen alt edemediği muhaliflerle savaşmaya Hizbullah şov yaparak geldi, ağır kayıplar verdi; İran çeşitli ülkelerden Şii paralı askerler toplayıp gönderdi, yetmedi, İran'ın Kudüs Ordusu sahaya girdi, olmadı; rejim IŞİD'le ittifaka girdi, olmadı; kendine 'Suriye'nin dostları' diyen Batı muhalifleri sırtından bıçakladı, yine olmadı; rejim PYD'ye sözler verip kendi safına kattı, yine olmadı; Kasım Süleymani bizzat sahaya indi, beceremedi; şimdi Ruslar geldi, yine olmayacak. İsterse Putin'in kendisi gelsin, muhaliflerin iradesini kıramayacak. Bu nedenle rejim ve destekçileri, çok sayıda sivil öldürüp iradelerini kıramadıkları muhalifleri Esad'ın varlığını kabul ettikleri bir Suriye'ye mecbur bırakmaya çalışıyor. Elinde PYD ya da IŞİD'in sahip olduğu kadar bile ağır silahı olmayan muhalifler, buna rağmen yıkılmıyor, yıkılmayacak. Özetle, biz kazanamıyoruz, ama onlar da kazanamıyor, kazanamayacak.
3- Ancak Türkiye'nin Suriye'ye tek başına müdahalesi, bu gerçeklerle bağlantılı olsa da, Rusya'nın fiili olarak sahaya inmesinden sonra, ciddi riskleri de yanında getiriyor. Bu riskleri yazmak, Rusya'yı gözümüzde büyütmek veya Rusya'dan korkmak değil, değişkenleri açıkça masaya yatırmak demek. Kendimizi kandırmayalım, PKK'ye karşı yürütülen mücadele, dış meselelerden bağımsız değil; Güneydoğu'da olanlar, Suriye merkezli bölgesel savaşın burada açılan bir cephesi. Suriye, Esad gibi Rusya için de bir ölüm kalım savaşına dönmüşken, örneğin Rusya Başbakanı Medvedev'in, Türkiye'nin içinde olduğu bir koalisyonun başlatacağı bir kara harekatının '3. Dünya Savaşı'nı başlatacağını söylemesini hafife almıyorum. Öte yandan, daha önceki Suriye'yle ilgili çeşitli planların bazen iç bazen dış faktörler, bazen hasmımız bazen müttefikimiz eller tarafından durdurulduğu günler daha çok tazeyken, Türkiye'nin böyle bir hamlesinin de yeni bir sabotaja uğramayacağından emin olamıyorum.
4- Burada devreye Suudi Arabistan'ın 'Suriye'ye kara gücü gönderme' yönündeki açıklaması giriyor. BAE'nin bu plana destek vereceğini belirtmesi de, gerçekleşirse bu planın yalnız iki ya da üç ülke ittifakı değil, başka müttefiklerin de dahil olacağı bir koalisyonla olabileceği ipucunu veriyor. İlk başta akla gelen, Suudi Arabistan'ın liderliğinde iki ay önce 30'dan fazla ülkenin katılımıyla kurulan 'terör karşıtı koalisyon'. Bu koalisyona dahil ülkelerin aralarında anlaşmazlıkları, farklılıkları, bölgede kimin terörist olduğu kimin olmadığı gibi çeşitli konulardaki fikir ayrılıklarını, ve fakat tüm bunlara rağmen bu koalisyonun boş bir proje olmadığını 20 Aralık 2015 tarihli 'Sünniler için terörist ilan edilme vakti' başlıklı yazımda tartışmıştık. Suudilerin, öncelikli planının elini olabildiğince yükselterek ABD'yi Suriye'de Rusya'yı durdurmaya zorlamak olduğunu, Obama yönetimininse uzun süredir yaptığı gibi hayır demeden sıvışma yolunu bulacağını, hatta Suriye'yi Rusya'ya bırakıp kendilerinin Libya'ya dahi müdahale edebileceğini düşünmek biriken Suriye tecrübesine bakınca hiç de akla mantığa uzak değil. Yine de bu demek değil ki, seyretmekle yetinelim. Gerek AB hatta İsrail gerek şu anda ne yapacağı netleşmemiş Suudi liderliğindeki anti-terör koalisyonuyla işbirliğine gidilmesi, sadece Halep değil, Türkiye dahil tüm bölgenin geleceğini tehdit eden gidişata dur demek adına önem arz ediyor.
5- Hal böyleyken ve Suriye'de gidişata 'dur' demek zaruriyken, yapılacak bir müdahalenin, en kritik ülke olan Türkiye'ye taşıp taşmayacağını, Batı ya da Rus hayranlarının jargonunu kullanmadan tartışmakta ne sorun olabilir? Boğazlar, jeostratejik pozisyon, ekonomik işbirlikleri gibi avantajlarımız kadar, henüz kendi uzun menzilli hava savunma sistemimize sahip olmamamız gibi dezavantajlarımızı masaya yatırmak bizi gafletten korur, uyanık tutar. En basitinden, 2011 yılında Rus istihbaratı FSB'ye veri aktardığını teyit eden Yandex'in Türkiye pazarındaki yerini bile tartışmak gerek. Şubat 2012'de Çankaya Köşkü, Genelkurmay, MİT gibi devletin en kritik binalarının görüntülerini internette yayınlayarak İstihbarat Teşkilatı'nı alarma geçiren Yandex'in, örneğin mobil navigasyon uygulaması, Türkiye'de İstanbul gibi trafik sorunu olan büyük şehirlerde yoğun biçimde kullanılıyor; kullanıcıya verdiği trafik bilgisini yine trafikte olan kullanıcılardan topluyor. Geçiniz özel bilgilere erişim şüphesini, salt bu haliyle bile Yandex, Türkiye'de en kalabalık noktaları gerçek zamanlı şekilde biliyor. Yandex'in olası bir savaş tehdidinde FSB'yle bilgi paylaşır mı sorusunu sormak, korkmak demek midir?
6- Türkiye'yi hedef alan saldırılara bu hafta bir yenisi eklendi, Yeni Şafak ve Yeni Akit gazeteleri saldırıya uğradı. Çok şükür bir can kaybının yaşanmadığı bu saldırıların da daha öncekiler gibi bölgede yaşanan gelişmelerle ve ona bağlı açılan cephelerle bağlantılı olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yok. İçinden geçmekte olduğumuz süreci, tarafımız belliyken ve asla değişmeyecekken, aklıselim şekilde değerlendirmek, bu mücadeleye katkı sağlamaktan başka bir şey değildir. Asla yılmayacak olmamız, aklı bir kenara bırakacağımız anlamına gelmez.
HABERE YORUM KAT