Türkiye'nin Rojava’ya Sıkışmış Suriye Politikası Kime Ne Kazandıracak?
ROJAVA’YA SIKIŞAN SURİYE SİYASETİNİN BEDELİ - 1
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik yaptığı harekat siyaset, medya ve toplumun farklı kesimlerinde yoğun tartışmalara ve uluslararası siyasette ciddi gerilimlere konu oldu/olmakta. Başta ABD ve AB üyesi ülkeler olmak üzere birçok devletin üst perdede Türkiye’nin bu hamlesine karşı sergilediği aleyhte tutumun haksızlığına ilişkin isabetli yorum ve değerlendirmeler yapıldı, yapılmakta. Bununla birlikte bir de lehte yapılan yorumlar ve edinilen tutumlar söz konusu ki bunlar izaha muhtaç. İç kamuoyu ve siyasette harekata kimin hangi reflekslerden ileri gelerek destek verdiği ve yaklaşımını ne tür gerekçeler üzerine oturttuğu analize muhtaç. Lehte yapılan yorum ve konumlanışlarda genellikle Türkiyecilik gözlüğünden bakıldı/bakılmakta. Geniş İslâmî camialara da bu perspektifin giderek sirayet ettiği görüldü/görülmekte. Suriye meselesindeki konumlanış tarzından ötürü Türkiye hükümetinin maslahatı ile Suriye muhalefetinin maslahatının kısmen iç içe geçmişliğinin bunda önemli ölçüde rol oynadığı söylenebilir. Ama gelinen noktada Türkiye hükümetinin maslahat ve öncelikleri ile Suriye devriminin maslahat ve öncelikleri arasında ciddi farklılıklar oluştuğu da aşikar.
Bu bağlamda gelişmelerin Suriye muhalefetinin adalet ve özgürlük davasını nasıl etkilediği / etkileyeceği; Türkiye’nin ilişkileri ve hamlelerinin Suriye devrimine ne getirip ne götürdüğü / götüreceği sorusu önem arz etmekte. Haliyle sorunun merkezinde bulunan kardeşlerimizin tüm bu gelişmelere nasıl bir anlam ve değer affettiğini öncelemek kardeşlik hukuku, adalet ve hakkaniyet kriterleri açısından sorumluluk yüklüyor. Ek olarak bu tür harekatlarda edinilen söylem ve izlenen politikaların ümmet bilincini mi yoksa onun karşısındaki milliyetçi-ulusalcı hamaseti mi daha çok beslediği sorusu da tartışılması gereken hususların belki de başında gelmelidir.
YPG/ABD/Rojava’ya Sıkışmış Suriye Politikası Türkiye ve Muhaliflere Ne Kazandırdı/Kazandıracak?
Büyük güçlerle kurduğu oportünist ilişki ve devrimin aleyhine tutum edinmesinden ötürü şımaran YPG/PKK’nın marjinalize edilmesi temelde Suriye muhalefetinin de moral bulduğu bir durum. Aslında PYD devrimin ilk yıllarında muhalefet için ciddi bir imkan olarak görülüyordu. Hatta Rojava’da edindiği konuma da ilk etapta karşı çıkmadı muhalifler. Aksine “Devrimin aleyhine, rejimin lehine olmayın varın bölgenizde kalın” gibi bir tutumun içerisinde olundu. Türkiye hükümeti de Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı dönemi boyunca muhaliflerin bu tutumuyla uyumlu bir politika izledi ve içerideki Çözüm Süreci’nden de aldığı özgüvenle PYD’yi kazanmaya çalıştı. Ne var ki süreç içerisinde devrimin gerilemesi, ek olarak ABD ve Rusya’nın nüfuzunun artması PYD için de bir fırsat olarak görüldü ve devrimin aleyhine açık tutum sergilendi. Yetmedi, PYD aynen Türkiye’deki ağabeyi PKK’nın oluşum ve gelişim dönemi gibi sahayı rakiplerinden arındırmak için tasfiye politikalarına girişti. Bu nedenle hem İslami görünen AK Parti Türkiye’sine güvenlik planında zorluklar çıkardığı için potansiyel bir tehlikeye dönüştü hem de muhalifler için devrime tehdit oluşturmaya başladı. Bu bağlamda PYD/YPG’nin gücünün minimize edilmesine yönelik her hamle başta Suriye muhalefeti olmak üzere Türkiye ve Rojava’daki PKK dışı oluşumlar tarafından maslahata uygun bir politika olarak benimsendi ve destek aldı.
Bununla birlikte Türkiye’nin reel olarak daralan ve Rojava’ya sıkışan Suriye siyaseti ile birlikte düşünüldüğünde YPG/PYD’ye yönelik hamleler beraberinde açık veya örtük kaygıları da getirdi. Mesela şayet muhalefetin hakim olduğu coğrafik bölgelerde alan daralması yaşanmasa, Halep düşmese, en azından İdlib kuşatma altında olmasa ve ek olarak Türkiye’nin sahada muhaliflerin lehine güçlü bir pozisyonu olsaydı YPG/PYD’ye yönelik bugün izlenen hamleler sağlıklı, bütünsel, anlamlı bir zemine oturmuş olurdu. Ama vakıa öyle değil.
Vakıa şu ki; Türkiye’nin özellikle de Halep’in düşüşü sonrasında Rusya ile derinleştirdiği ilişkiler niyeti her ne olursa olsun sonuçları itibariyle kendisinin de muhaliflerin de aleyhine oldu ve işgalci Rusya ile katil Rejimin elini güçlendirdi. Ortadaki son tablo ise Rusya ile ilişkinin muhaliflerin İdlib’deki pozisyonunu korumaya bile yetmediği, aksine bu bölgedeki son mevziin de artık korunamayacağının itirafı oldu. İdlib’deki belirsizlik varlığını korurken Türkiye’nin bu noktada YPG ve ABD’yi önceleyen tehdit konsepti edinmesi ve arkasından gelen hamleleri de maalesef Rusya-İran-Esed bloğunun nüfuzunu kırıcı ve muhalefetin pozisyonunu güçlendirici bir görünüm sunmaktan son derece uzak. Aksine ülkede Rusya-İran-Esed bloğunun işgal ve katliamlarının yoğunlaştığı bir ortamda (hem de bu blokla uzlaşma temelinde) ABD ve YPG nüfuzunun kırılmasının öncelenmesi Rusya-İran-Esed bloğuna daha fazla hakimiyet alanı sağladı. Evet, Türkiye belki bu vesileyle kendisi için halihazırda ve istikbalde ulusal bir tehdit olarak gördüğü YPG liderliğinde özerk veya bağımsız bir devlet oluşumunu şimdilik kısmen de olsa geri püskürtmeyi başardı ama sadece o kadar…
Bu durumun ise halihazırda tablonun geneli açısından muhalefete getirdiği somut bir katkısı yok. Reel planda ise bir hayli riskleri bulunmakta. Mesela katil, despot olarak nitelendirilen ve gayrimeşru görülen Esed rejiminin meşruiyetinin doğrudan veya dolaylı olarak tanınmış olması sürecin getirdiği başlıca bir kayıp olarak yeter. YPG/PYD’den boşalmış görülen (kaldı ki Resuleyn ve Tel Abyad dışında böyle bir şeyden bahsetmek de mümkün değil) bölgelerde adı Milli Ordu olarak değiştirilen ÖSO’nun yerleştirilmesi ve El-Bab ile Cerablus’takine benzer bir geçiş modelinin oluşturulmasında ısrar edilmesi son hamleleri gerçek anlamda kısmi bir kazanıma dönüştürebilirdi aslında ama anlaşılan Rusya’nın başını çektiği bloğa karşı Türkiye’nin eli o derece zayıf durumdaki bu bile ne talep edildi ne de ısrarcı olundu. Tam tersine ABD/YPG’den arındırıldığı lanse edilen (lanse edilen çünkü sınıra Rejim askeri olarak konuşlandırılacak olan unsurların aslında Rejim üniforması giydirilmiş YPG/PKK’lılar olacağını herkes biliyor) bölgelerde katil Esed ile komşu olunuyor olmaktan gurur duyulan bir atmosfer, işgalci Rusya’nın yedeğinde devriye atmaktan kaynaklanan garip bir övünç var. YPG’den ziyade en temelde Kürt sorunu konusunda siyasal haklar ve talepler bağlamında Kürt/Kürdistanfobi olarak karşımıza çıkan devletin bu klasik fabrika ayarlarına dönüşü ifade eden politikanın ise nihayetinde Suriye meselesinde de hükümeti “YPG (ve dolayısıyla Kürt devleti) olmasın da ne olursa olsun” noktasına getirdiği anlaşılıyor.
(Devam edecek…)
YAZIYA YORUM KAT