Türkiye’nin AB politikasında yaşanan değişim ne anlama geliyor?
Türkiye son haftalarda Avrupa Birliği ile ilişkilerde yakınlaşma çabaları içine girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun sözleri ne anlama geliyor?
HAKSÖZ HABER
Geçtiğimiz haftalar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen "Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz" açıklamasının ardından benzer açıklamalar gelmeye devam ediyor.
Peki, özellikle 2016’daki darbe girişiminden sonra ciddi anlamda tahrip olan AB-Türkiye ilişkilerinde bir değişimin başladığı söylenebilir mi?
Öncelikle sorunun tek taraflı değil karşılıklı olduğunun altını çizmek gerekiyor. AB uzun yıllar Türkiye’ye eş muhatap muamelesi yapmadı. Kültürel ve siyasal üstünlükçü bir perspektifle Türkiye’nin ‘uyum sağlamasını’ istedi. Bu bakış açısının taraflar açısından yapıcı bir niteliğe sahip olduğunu söylemek zor.
Türkiye ise AK Parti iktidarı ile başlayan süreçte AB’nin hukuki çerçevesinden çok fazla faydalandı. AB’nin işkence karşıtı tutumu başta olmak üzere AK Parti hükümeti içerdeki statüko odaklarına karşı olan mücadelesinde ve reform çabalarında AB’nin birikiminden kendisine ciddi yararlar sağladı.
Ancak AK Parti’nin coğrafyasında meşruiyete sahip olan gruplar ile ilişkisi ve özellikle Arap Baharı olarak ifade edilen sürecin getirdikleri ilişkilerin gerilmesine yol açtı. AB bu noktada kendi standartlarını çiğneyerek diktatörlüklerden yana tavır aldı veya en iyi ihtimalle sessizliği tercih etti. Bu kırılmayla birlikte Türkiye’de yaşanan bir takım siyasi gelişmeler ayrılığı derinleştirdi.
FETÖ’nün işbirlikçi bir tutumla cari hükümeti fütursuzca hedef alması ve en sonunda darbe girişimine kalkışması AK Parti’nin ‘eski devlet artıkları’ ile yakınlaşmasıyla son buldu. Eski devletle yakınlaşmak ise AK Parti’nin en fazla mücadele ettiği hukuksuzluklar, ayrımcı politikalar, işkencenin vs. geri gelmesi anlamına geliyordu. Bu durum ise tutarsız da olsa AB’yi Türkiye’den daha fazla uzaklaştırdı.
Bir yandan ise ABD’de başa gelen Trump yönetiminin çatışmacı ve dengesiz politikaları belirsizlikleri artırdı ve Türkiye daha fazla Rusya ile yakınlaşarak dengeli bir siyaset ortaya koymayı başaramadı. Süreç zorluydu evet ama Türkiye’nin de başarılı bir imtihan verdiğini söylemek mümkün değil ne yazık ki.
Şimdiyse Biden ile başlayan süreç daha farklı bir politik zemine işaret ediyor. Bu bağlamda ‘AB ile yakınlaşma’ açıklamalarında temel etkeninin ‘ABD seçimleri’ olduğunu söylemek mümkün. Hukukta ve ekonomide reform açıklamaları da bu şekilde anlaşılabilir. Bugün de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa ülkelerinin Ankara büyükelçileriyle bir araya gelerek "Reform gündeminde kararlıyız. AB bize destek olmalı. Geleceğimizi Avrupa’da görüyor ve bunu birlikte inşa etmek istiyoruz” açıklamasını yaptı.
AB ile -ne şekilde başladığı tartışmalı olmakla birlikte- yakınlaşmak bir nebze dahi olsa iç politikada normalleşmeye vesile olma ihtimali taşıyor. Bu açıdan bakıldığında bu açıklamaların olumlu olduğunu ifade etmek lazım. Rusya ile koşulsuz ilişkilerin ödettiği siyasi, ekonomik ve ahlaki bedeller düşünüldüğünde AB ile kurulacak yeni ilişkilerde en temelde ‘dengeli ve mutedil’ bir bakış açısı gerçekleştirmek gerekiyor. Diğer türlü kurulan ilişkiler fayda sağlamanın ötesinde zarar veriyor!
HABERE YORUM KAT